ay falan devam ettim- Latinceyi bıraktım, öbürlerinin de canına okumayayım diye.
Hocası Saadet Çağatay ile (1944)
– Hocam, Saadet Hanım’dan hiç bahsetmedik.
– Evet, biliyorsunuz benim esaslı hocalarımdan biridir Saadet Çağatay. Saadet Hanım, kadro olmadığı için önce bizim bölümde kütüphane memuru idi. Kütüphaneye muntazaman gelirdi. Tabii kütüphane memuru olduğu için hepimizi bütün özelliklerimizle yakından tanırdı. Benim de iyi bir öğrenci olduğumu bilirdi. Üçüncü sınıftayken Banguoğlu ayrıldığı için kadrosu ona geçti, doçent oldu. Bizim dersimize gelmeye başladı. Saadet Hanım, Kazanlı meşhur yazar Ayas İshaki’nin kızıdır. Babası çok vatanperver bir insan olarak Çarlık Rusyası’na karşı ülkesinin bağımsızlığı uğrunda epeyi mücadele vermiş. Fakat sonunda hapse düşmüş. Saadet Hanım da büyüme çağında epeyi sıkıntı çekmiş. Rahmetli Tahir Bey ile beraber bize geldikleri zaman bir sohbet sırasında anlattığına göre, babası hapse girince annesi evi terk etmiş, gitmiş. Büyükannesiyle beraber kalmış. Babası uzunca bir süre hapiste yattığı için herhâlde, annesi bir daha gelmemiş. Manen çöküntü geçirmiş Saadet Hanım, öyle anlaşılıyor. Buna pek işaret etmezdi. Sonradan anladık biz. Babası hapisten kurtulduktan sonra, -kaç yıl yattı bilmiyorum- beraber kaçmak istemişler. Finlandiya üzerinden Almanya’ya geçecekler, fakat çok sıkıntı çekmişler. Yer altlarından, tünellerden geçmek suretiyle kendilerini gizleyerek, gizli gizli gitmişler. Uzun bir yolculuktan sonra Finlandiya’ya ulaşmışlar. Finlandiya’da Kazan’dan gelme Türkler varmış, onların arasında kalmışlar. Sonra Almanya’ya geçmişler. Saadet Hanım tahsilini Almanya’da yapmış. Üniversite tahsilini de… Türkoloji’nin kurucusu W. Bang’ın Gabain’le birlikte talebesi olmuş. Onun yanında doktorasını yapmış. Tahir (Çağatay) Bey ile evlenmiş. 1940’tan sonra da Türkiye’ye gelmiş. Saadet Hanım, çok çalışkan bir insandı. Uygurca üzerinde çalışıyordu, Bang’ın yetiştirmesi olarak. Orta Asya’daki araştırmalarda pek çok Uygurca eser ortaya çıkmıştı. Bang da 1915’ten itibaren bir Türkoloji ekolü ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Gabain, Reşid Rahmeti Arat ve diğerleriyle birlikte Batı yöntemini kullanmak suretiyle o eserleri incelemiş ve bir ekol oluşturmuştu. Gabain ile birlikte yayımladığı pek çok eser vardır. Bir kısmını da Reşid Rahmeti Arat ile birlikte hazırlamıştır.
– Turkishe Turfan Texte’leri kastediyorsunuz, değil mi?
– Evet, Almanca olarak yayımlamışlardır. Saadet Çağatay, orada çok iyi yetişmiştir. Neyse, Saadet Hanım, Banguoğlu’nun ayrılmasıyla hoca oldu. Üçüncü sınıftan itibaren ben Saadet Hanım’da okudum.
– Hocam, dil ve edebiyat dışında başka hangi dersler okudunuz üniversitede?
– Tarih, benim yardımcı dersimdi. Tarihi esasen ben liseden beri severim. Lisede babam çok yardımcı olmuştur. Şinasi Bey’in Tarih Bölümünde seminerleri vardı. Ders dışında seminerlere devam ederdik. Seminerlerde de 15. ve 16. yüzyıla kadar olan tarihî metinleri okuturdu. Ben çok sevdiğim için okuyabilirdim. Bazen esas talebeler de gelirdi ama esas talebeler seminerde kaytarırdı. Hoca kim hazır diye sorduğunda hep benden parmak kalkardı. Bir gün dedi ki hoca, “Bu arkadaşınız olmasa size kim şefaat edecek. O sizden daha iyi hazırlanıyor, çok güzel anlatıyor. Sizin hiç eliniz, parmağınız kalkmıyor, ne olacak böyle hâliniz.” Şinasi Bey, çok güzel öğretirdi. Doktora sınavına gireceğim zaman sordum, tarihten neler tavsiye edersiniz diye. Benim görmediğim bazı kitaplar tavsiye etmişti. Birkaç tanesini aldım, inceledim, yararlandım tabii. Nitekim benim doktora jürimde o da vardı.
– Hocam, Tarih dersleri aldığınıza göre Köprülü’yü de tanımışsınızdır.
– Tanıdım. Benim zamanımda fakültedeki Tarih hocalarından biri de Fuat Köprülü’ydü. Şinasi Altundağ, Enver Ziya Karal, Bekir Sıtkı Baykal bir de Akdes Nimet Kurat’tan ders aldım. Bunlardan başka ayrıca Köprülü’nün derslerine girerdim. Vaktiyle lisedeyken Tarih ve Edebiyat hocalarım İstanbul Üniversitesinden mezun oldukları için hem Tarih Bölümünde hem Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde özellikle Türkiyat Enstitüsünde Köprülü’nün talebeliğini yapmışlar. Köprülü, gerçekten büyük değerde bir hoca idi. Osmanlı Tarihi okuturdu. Lise hocalarım hep ondan bahsederlerdi. Galiba liseden aldığım bu izlenimle Köprülü’nün yaşlı, boyu posu yerinde, beyaz saçlı, biraz da aksakallı biri olduğu tasavvurunu yerleştirmişim kafama. İlk dersine gittik, girdik sınıfa; tarihçiler, dilciler, edebiyatçılar var derste. Bizim için mecburiydi onun dersi. En ön sırada asistanlar oturuyordu. Osman Turan, Mehmet Altay Köymen, Halil İnalcık… Bunların olduğunu sonradan anladım tabii. Biraz sonra biri geldi. Ayağa kalktık. Oturun, dedi ve derse başladı. Ortadan biraz daha kısa boylu biri. Yanımda benim Farsçadan sınıf arkadaşım olan Şinasi Altundağ’ın hanımı oturuyordu, Fikret. Ona “Bu Köprülü’nün asistanı mı?” dedim. “Hayır, Köprülü’nün kendisi.” dedi. Öyle deyince hayretten “Aa!” diye bir ses çıkarmışım, bütün sınıf döndü, baktı bana, ne oluyor diye. Tabii hemen kendimi şöyle gizledim tekrar. Köprülü’nün öyle kısacık boyda, ortanın bile altında boyda olması şaşırtmıştı beni. Çünkü işittiklerime bakarak onun vücut yapısı itibarıyla da heybetli bir insan olduğunu tasavvur ediyordum. Köprülü, konuları çok derinlemesine anlatırdı. Bir defasında da hiç unutmuyorum, bizlere dedi ki: “Çocuklar siz bu fakülteden mezun olacaksınız, yarın kazalara gideceksiniz, orada bu memleketin yaşlıları vardır. O adamlar eski harfleri okurlar, bilgileri derindir. Siz hoca olarak gideceğiniz için bazen sizi imtihana kalkışırlar. Size birtakım sorular sorarlar. Önünüze kitap getirirler, şunu okuyamadık, okuyun diye. Sizi imtihana tabi tutarlar. Eğer siz burada iyi yetişmezseniz ne bizim haysiyetimizi bırakırsınız, ne de fakültenin haysiyetini. Bu bakımdan çok esaslı yetişmeniz ve yazma eserler üzerinde hassasiyetle durmanız lazımdır.” Ben de hem bunun etkisi hem de daha sonra yaptığım çalışmalar dolayısıyla gerek Türkiye kütüphanelerinde olsun gerek Avrupa kütüphanelerinde olsun, çalışırken bu yazma eserler üzerinde durur ve mümkün mertebe o yazıları sökmeye çalışırdım. Ama takdir buyurulur ki bu eski yazılar tür itibarıyla çok çetrefillidir, her zaman her şeyin içinden çıkmak mümkün değildir. Harekesiz yazıları okuyabilmek için önce o kelimeleri tanımak lazım. Dili bilmek lazım. Dili bilmeden, kelimeleri tanımadan okumak mümkün değildir. Ama gerçekten bizim alanımız, fazla itina isteyen, fazla çalışma isteyen ve esaslı bilgiye ihtiyaç gösteren bir alandır.
– Diğer bazı hocalarla, mesela Necmettin Halil Bey ve Tahsin Banguoğlu’yla olduğu gibi Köprülü’yle de yakın ilişkiniz oldu mu Hocam?
– Hayır, Köprülü’yle yakın ilişkim olmadı. Sebebine gelince, Köprülü milletvekiliydi. Diğer milletvekili olan hocalardan mesela İbrahim Necmi Dilmen de aynı zamanda milletvekiliydi; ancak Türk Dil Kurumu Başkanı olduğu için benim devamlı temasım vardı dilcilik dolayısıyla, bölümüm dolayısıyla. Fakat Köprülü’nün sadece dersine girdim. Besim Atalay’la temasım oldu. Benim bölümümdeki milletvekili olup da fakülteden bir iki yıl sonra ayrılan hocalarla temasım devam etti, fakat tarihteki hocalarla ve bu arada Köprülü’yle devam etmedi temasım. Sebebi de milletvekili olmaları dolayısıyla fakülteden ayrılmış bulunmalarıydı.
– O yıllarda çok değerli Tarih hocaları vardı, değil mi?
– Evet, Akdes Nimet Kurat mesela. Benim konum Genel Türk Tarihiydi. Onun için tarihin bütün kollarına gidiyordum. Akdes Nimet, seminerler yapardı. Onun da seminerleri gayet iyiydi, kalabalık olmazdı. 5-6 kişi olduğu için son derece yararlı ve dolgun geçerdi dersler. Sonra bir diğer hocamız Bekir Sıtkı Baykal’dı. Avrupa Tarihi okuturdu. Yalnız herhâlde fazla hazırlıklı