dedi. Zile bastı, odacı geldi. “Bir takım Divanu Lugati’t- Türk getir.” dedi. Kitap geldi ve bana verdi. Kitabın iç kapağına da bir yazı yazdı. Şöyle: “Kendisinden Türklüğe büyük hizmetler beklediğim kızım Zeynep Dengi’ye, 13. 12. 1941”. Altında da Besim Atalay’ın imzası vardı. Bir bayram, evinde kendisini ziyaret etmiştik. O zaman gecelik giyiyordu; beyaz, krem rengi. Başında da takkesi vardı. “Kusura bakmayın çocuklar böyle rahat ediyorum.” diye bizi karşıladı; oturduk, konuştuk. Aile Bahçesi’nin yanında Dörtyol’da bir evde oturuyordu. Sonradan o ev yıkıldı, istimlâk edildi. Herhâlde evli değildi, bekârdı hatırımda kaldığına göre. Kendisini tamamen çalışmaya, ilme vermişti. Arapçası çok iyiydi. Divan’ı Türkçeye tercüme ettiğine göre tabii.
– Besim Atalay da milletvekili hocalardan biriydi.
– Evet, Kütahya milletvekiliydi. Ankara’da öğrenciliğim sırasında İzmir’e trenle giderdim. Bir İzmir dönüşünde trende üçüncü mevkide giderken Besim Atalay’la karşılaştık. Yanımda iki üç arkadaşım vardı. “Ne arıyorsunuz burada?” dedi. “İzmir’den Ankara’ya dönüyoruz.” dedim. Biz İzmir’den geliyorduk, o da Kütahya’dan. O zaman milletvekillerine özel kompartıman ayrılıyordu. “Gelin benim kompartımana.” dedi. O milletvekili ya, bizi kompartımanına aldı, konuştuk, sohbet ettik, biraz sonra izin istedik, çıktık. Hocamız meclis üyesi, milletvekili, bizi kompartımanına çağırdı diye koltuklarımız kabardı, gururlandık. Üçüncü sınıftan itibaren milletvekili olduğu için derslerimize gelemedi. Onun yerine Farsçaya Abdurrap Yelgar geldi. Bu hoca Afganlıydı. Kızıyla da sonradan tanıştım, İzmir Kız Lisesinde okumuş, oradan buraya gelmiş. Abdurrap Yelgar belki Farsçayı iyi biliyordu ama hiç öğretemezdi, ondan pek yarar sağlayamadık. Besim Atalay’dan sonra onun gelmesi bizde hüsran yarattı. Ama yine de Farsçadan aldığımız bilgilerle Divan Edebiyatını rahatlıkla takip edebiliyorduk.
Besim Atalay’ın Zeynep Korkmaz’a hediye ettiği Divanu Lugati’t-Türk’ün iç kapağı (1941)
– Arapça dersi?
– Arapça hocamız Şinasi Altundağ’dı; aslında Tarih hocasıydı. Hasibe, ben ve bir de Şevkiye (İnalcık) onun derslerine devam ederdik. Şevkiye, Arapçanın asıl talebesiydi, biz de yardımcı dersler arasında o dersi de seçtiğimiz için derse katılırdık. Yönetmelik bakımından ya Arapça ya Farsça, birinden birini tercih etmemiz gerekiyordu. Fakat ben nasıl olsa ihtiyacımız var diye Farsça dışında Arapçaya da devam ediyordum. Arapçayı çok iyi öğretirdi Şinasi Bey. Biz ikinci sınıfa geldiğimiz zaman dedi ki “Siz son sınıftaki bir öğrencinin Arapçasına denk bir Arapça öğrendiniz. Biraz daha ilerlerseniz iyi olur.” Hoca, kuralları çok iyi öğretirdi, metin okuturdu. Şinasi Bey’in öğrettiği Arapçadan çok çok istifade etmiştik. Çok değerli bir hocaydı. Ben Almanya’da yetişmiş Necati Lugal Hoca’dan da Arapça dersi almıştım. Çok bilgiliydi ama sistemli öğretemiyordu.
– Pertev Naili Boratav hangi derslerinize gelirdi?
– Halk Edebiyatı dersine gelirdi. Pertev Naili Boratav, bizi ayrıca Eberhard’ın Çin masalları dersine gönderiyordu. Ruben de Hint masallarını okutuyordu. Pertev Naili Bey, hepimizden 100 masal derlememizi istemişti. Tabii bu mümkün değil. “Bunları tatilde derleyeceksiniz, bana gelecek dönemde getireceksiniz.” dedi. Ben 20-25 masalı zor derleyebilmişimdir. Belki diğer arkadaşlarım daha az derlemişlerdir. Yani şümullü bir ders görüyorduk Halk Edebiyatında.
– Agop Dilaçar dersinize geldi mi?
– Evet, Lengüistiği ondan okuduk. Kendisi İngilizce, Fransızca, Almancayı çok iyi bildiği gibi ayrıca Arapça, Farsçayı da bilen bir insandı. Türk Dil Kurumunda başuzman olarak çalışıyordu. Atatürk ona profesörlük payesi vermişti. Fakat Abdülkadir İnan’dan alındığı gibi ondan da alındı bu paye. Alınsın alınmasın, kendisi çok değerli bir hocaydı. Bize çok iyi ders anlatırdı. Gayet iyi not tutabilirdik. Benim kocaman bir defterim vardı. Kemal Or adında bir arkadaşımız sınava girecekti, o defteri benden istedi. Ve arkasından defteri getirmedi. Çok çok üzüldüm, onu muhafaza etmek isterdim. Lengüistik defterim, notlarım fevkalade iyiydi. Agop Dilaçar bizimle sohbet ederdi, özellikle dilde ihtisas yapacak kimselerle. Derdi ki “Biz tamamen Türk âdetlerine göre yol almış, yetişmiş insanlarız. -kendisi Ermeni’dir- Bizim evimizde hiçbir zaman masada yemek yenmezdi, yer sofrası kurardık, altına bütün yerli Türkler gibi uzun bir örtü sererdik, üzerine siniyi koyardık. Sinide yemeklerimiz gelirdi, o şekilde yerdik.” İkinci yılın sonunda dersler bitiyordu, bir gün bizi evine davet etti. Evine gittik, çay faslından sonra kütüphanesini gezdirdi. Hayran oldum kütüphanesine. Bir odayı tamamen kitaplarına ayırmış, Odanın üç tarafına raflar yaptırmak dışında kütüphanelerde olduğu gibi aralıklı raflar da kurdurmuş ve kitaplarını yerleştirmiş. Benim o kadar hoşuma gitti ki öyle bir kütüphane kurma hayalim vardı, fakat ne yazık ki evim imkân vermediği için başlangıçta onu gerçekleştiremedim.
– Agop Dilaçar nerede oturuyordu Hocam?
– Kızılay tarafında bir yerde oturuyordu. Şu anda tam adresini veremem ama o zaman adresini vermişti. 8-10 kişi gitmiştik. Türk Dil Kurumunda başuzmandı, gittiğim zaman da görüşürdüm.
– Türkçesi nasıldı? Ermeni aksanı var mıydı?
– Türkçesi çok iyiydi. Çok az aksanı vardı. Zaten Atatürk onu çok beğenmiş. Türkçeye hâkimdi ve meslek bilgisi fevkalade güzeldi. Bu bakımdan onun hocalığından çok istifade etmişimdir ben şahsen. Agop Dilaçar’dan sonra da Necip Üçok gelmişti. Ben doktoraya başladığım sıralarda, Necip Üçok Bey’in derslerine de devam etmiştim.
– Necip Üçok, Fonetik dersi mi verdi size Hocam?
– Genel Lengüistik verdi. Dil Bilimi. Necip Üçok, sonradan maalesef bir kazaya kurban gitti. Ortaokulu bitiren kızını Amerikan Kolejinde okutmak üzere İstanbul’a götürüyormuş. Kızını yerleştirdikten sonra bir gece otelde kalmış. Otelde gaz patlaması olmuş ve orada zehirlenerek vefat etti. Çok acı geldi bize. Hukuk Fakültesindeki Coşkun Üçok’un ağabeyiydi. O zaman doçentti Necip Üçok. Sonradan profesörlüğe yükseltildi. Ve benim doktora sınavımda da bulunmuştu. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’ndan söz ettik mi?
– Hayır Hocam, Baltacıoğlu’ndan söz etmedik.
– İsmail Hakkı Baltacıoğlu bize pedagoji dersine gelirdi. Onun aynı zamanda bir sanatçı tarafı vardı. Ankara Radyosunda bazı müzisyenlere de ders verirdi. Hatta bize bir orta oyunu hazırlatmıştı. İkinci sınıftaydık herhâlde. Şalvar giydim, eşarpla başımı kapattım. Şalvarlı malvarlı, yemenili, örtülü. Erkekler de vardı. O toplantıda zenne tipine çıkmıştım. Arkadaşlarım da başka rollerde. Fakültede çok sükse yaptı. Rahmetli Ahmet Ali Bey amcama da ısrar ettim benim ortaoyunum var, lütfen seyreder misiniz diye. Çok güzel ders anlatırdı Baltacıoğlu, çünkü kendisinin sanatçı tarafı vardı. O zamanki Ankara Radyosunda Tiyatro Bölümünden mezun olanlara ve Radyoevinde çalışanlara dersler verirdi. Onlara Tiyatro, Tiyatro Tarihi dersi verir ve rolleri bakımından eğitirdi. Bir başka hocamız Bedii Ziya Egemen’di. O da yurt dışında tahsil görmüştü, fakat hocalığında pek iş yoktu. Üstelik pedagoji dersi herkesin devam etmeye mecbur olduğu bir dersti. O dersi görmeyene lise ve ortaokulda hocalık vermezlerdi. Bu bakımdan Bedii Ziya’dan pek istifade edilmezdi, şöyle böyle geçerdi dersleri. Ama İsmail Hakkı Baltacıoğlu ciddi bir hocaydı.
– Kenan Akyüz hocanız oldu mu?
– Evet, son sınıftayken dersimize Kenan Akyüz gelmişti. Kenan Akyüz’den ben bir sömestir okudum. Bölüm hocası olarak ilişkimiz vardı. Esasen ben