Sabir Şahtahtı

Mil


Скачать книгу

masaya geçelim. Sen masadan hiçbir şey götürme, yeni tepsi alıp gelirsin.

      Keyfimi kaçıran bu manzarayı görmemek için biraz ileride, pencerenin karşısındaki masayı ona işaret edip yeniden çorba ya da borş çorbası almak için kasaya doğru gittim. Albina gösterdiğim masada yüzü bana dönük oturmuştu. Alttan alta onun hareketleri izleyebiliyordum. Sabırla izliyordu beni.

      İşte yine yüz yüze oturmuştuk. Kendimi daha medeni göstermeye çalışıyordum. Bugüne kadar bana bugünkü gibi etkili bir davranış dersi veren olmamıştı. Fakat Albina kendini o yere konumlandırmadan masa arkasındaki tanışıklığımızı devam ettirdi. “Ben hocanın yanına gidiyorum, resmî görüşmelerin ve tercümelerin tutanaklarını, siyasî tercümelere dair teorileri öğrenirim. İsterseniz birlikte gidebiliriz.” dediğinde yine dilimi tutamadım:

      – Çarşafla nasıl yürüneceği, İslam gelenekleriyle nasıl hareket edileceği, seçkin Araplara nasıl davranılacağı meseleleri ders listesine dahil midir?

      Benim tamamıyla alay ederek sorduğum sorulara o ciddi bir şekilde: “Elbette ki. Söylediklerinizin hepsi müfredata ayrı ayrı bölümler olarak dahillerdir.” diyerek birkaç saniye sustuktan sonra devam etti:

      – Bu bahsettiğim hoca, bir ay içerisinde üniversitede yıllarca öğrendiklerimden daha fazlasını öğretti bana desem inanın ki hiç yalan olmaz. Bir saatlik ders siyasi, tarihî mahiyetteki on kitaba eşdeğerdir. Tüm eğitim öğretiminin temelini yönetim teorisi teşkil eder. Yönetimin daha iyi bir hâle getirilmesinde kültürel ilkelerin uygulanması ile ilgili çok ilginç fikirleri var.

      Sohbet bu noktaya geldiğinde beni bir merak sardı. Bir süre dinleyip aniden sözünü kestim:

      – Sovyet toplumunda yönetim metodolojisi değişmez: Eğer görev başındaysan herkes sana borçludur. Sana hürmet edeceklerdir. Bütün isteklerin şartsız yerine getirilecektir. Görevlere adım adım tırmanmak istiyor isen mutlaka bir kuyruk bulmayı becerebilmelisin. Bak işte bu yüzden ben de komünist9 olmaya karar verdim. Gelecek ay partiye biletimi alıp tüm hızımla görev için çalışmaya başlayacağım.

      Albina:

      – Haklısınız ama bir komünist olarak çelişkili felsefeleri bilmek ancak size yardımcı olabilir. Bir koltuğu korumak için ilk aşamada çevrenizdeki görevlileri, himayenizdeki yetkili kişileri doğru yönlendirebilmelisiniz.

      Albina’nın komünist olacağımı duyduğunda şaşıracağını, şöyle ki bana daha sıkı sarılmaya çalışacağını düşünüyordum. Ama o kılını dahi kıpırdatmadı. O an hoşaf kâsesindeki bir dilim elmayı çatalla alıp acele etmeden ağzına götürdü. Elma dilimini dişleri arasında bekletip merakla bana bakıyordu. Mercan dişleri arasında ısırdığı elmanın kırmızı kabuğu ile onun alt dudağı yeni tomurcuklanan gül gibi ruhumu okşuyordu. Sanki bu duruşuyla ondan çok hoşlandığımı hissettiği için elmayı çiğnemekte acele etmiyordu. Tat ala ala onun hareketlerini taklit etmek istedim, ancak hoşafta kaynayıp pişen dilimi dişlerimin arasında tutmak istediğimde elmanın kabuğu sıyrılıp masanın üstüne düştü.

      Albina elma dilimini hemen ağzına götürüp çiğnedi, yuttu ve ağzında hiçbir şey yokmuş gibi rahatça konuşmaya başladı:

      – Gördünüz mü, ben haklıyım. Siz tıpkı benim gibi pişmemiş elma dilimini dişleriniz arasında tutabilirsiniz. Fakat pişmiş elma parçasını tutmayı beceremezsiniz. Aslında bunun sebebini biliyorsunuz. Ama bu konuyu düşünmeyi gereksiz görüyorsunuz. Eğer düşünürseniz yahut bunu gerekli görürseniz o zaman siz de beklenilen her durumda ortaya çıkan olaylar üzerine karar verme alışkanlığı gelişir.

      Sözün ardını getirmeden gülümsedi. Tam bir ciddiyetle ve biraz da tenkit edici şekilde beni kendiyle kurs arkadaşı yapmak için hocasını methetti ve sonunda iki sözden ibaret cümlesini kurup bakışlarını benden kaçırmadı:

      – Ne diyorsun?

      Aslına bakarsan onun teklifini çoktan kabul etmiştim. Çünkü onunla birlikte olmak için bundan daha güzel fırsat ne olabilirdi? Albina sanki yüreğimi okuyormuşçasına: “Bu kurs bir yerde olmamız için değil. Birlikte daha çok bilgi edinmemiz içindir.” deyip ayağa kalkmak için sandalyesini sakince, azıcık geriye itti:

      – O zaman yolcu yolunda gerek. Kalkmamız lazım. Yolumuz yarım saat sürecek.

      Birlikte üniversiteden çıkıp Moskova metrosunun “Metro Universitetskaya” istasyonuna doğru gittik. İlk fırsatta kâh koluna yapışık kâh söz söylemek bahanesiyle yüzüne dokunuyordum. Bütün bu çılgın hareketlerime tek bir kelime ile, “Böyle davranışlar medeni değil.” diyerek bana ikinci kez verdiği ders, elinin tersiyle vurulan bir tokat etkisi yarattı.

      Albina’dan ayrılıp “Volga”ya bindiğimde, her zaman olduğu üzere yine güzel anılar olarak hatırladığım tanışmamızın ilk gününü bir film şeridi gibi gözlerimin önünde canlandırdım. Şimdi beni hayallerden uyandıracak hiçbir güç yoktu. Şoför motoru çalıştırsa da araba hâlâ daha hareket etmemişti. O, verici istasyonunun karşısında ilgimi çeken araba telsiz telefonuyla10 biriyle konuşuyordu. Şimdiye kadar hakkında yalnızca bir iki şey duyduğum, üzerine “Altay 1” yazılı iletişim cihazı dikkatimi çok çekmişti. Yaklaşık bir dakika belki de bundan birkaç saniye daha fazla süren bu sohbet bittiğinde, aşk hayatımın en güzel anlarını hatırlamaya başladım. Arabanın hareket etmesiyle yan tarafa devrilmem bir oldu. Baş editör çaresizce yağmurun altında hâlâ daha duruyordu. Onun bu hâli Sovyet memuru için sıradan olan o tipik mazlum, zavallı ve dalkavuk duruşunu yansıtıyordu. Baş editörün timsalinde görevini korumak adına Sovyet vatandaşı için sıradan bir acizlik durumu olan bu hâl yüreğimde garip duygular uyandırdı. Bu sırada şoför bir şey sordu. Dikkatimi ona vermeye çalıştığımda gözlerim, “Volga”nın güçlü ışıklarıyla aydınlanan yolda Albina’yı aradı. O, hep yaptığı üzere narin elleriyle çiçekli şemsiyesinin gövdesinin tam dibinden tutup, başını onun altında gizleyip her zamanki gibi zarif yürüyüşünü bozmadan gidiyordu. Tam o sırada araba yükseklikleri birbirinden azıcık farklı olan küçük bir meydandan diğer bir meydana geçiyordu. Şoför hızını yavaşlattı. Farlar farklı açıdan ön tarafı aydınlattığında kenardaki su birikintisinde renkli bir parıltı oluştu. Albina bu parlak dünyanın fonunda, alacakaranlık tiyatro sahnelerinde olduğu gibi parlak renklere boyanmıştı. Şoför hızını daha da düşürdü. Biraz daha yüksek bir açıyla değişen far ışınları duvara yansıyıp Albina’yı çevreliyordu. Gözlerimin önünde emsalsiz bir güzellik gerçekleşiyordu. Dünyadaki bütün varlıkların bir araya gelerek oluşturduğu bir sahnede Albina, eşsiz duruşu, nazlı yürüyüşü ve güzelliğiyle meydan okuyordu. Bu sahneyi milyonlarca izleyici aynı anda seyretse bile benim gördüğüm güzelliğinin gerçek yüzünü idrak etmek kimseye nasip olmazdı. Çünkü o benimdi. Benim Albina’mdı!

      O, parlak ışıklar altında yeni doğmakta olan güneş gibi semaya doğru yükseliyordu sanki. Çiçekli şemsiyenin parıltısı şafak vakti gökyüzündeki rengârenk bulutlar gibi bir görünüp bir kayboluyordu. Yok, bu sadece rengârenk ışıkların Albina’ya verdiği bir güzellik değildi. Onun sağ tarafa uzanan narin gölgesi ve ıslak yerlerde soyut resimlere benzeyen yansıması hiçbir ressam fırçasının çizemeyeceği bir tablo yaratmıştı. Bir anda kaybolacak bu doğal manzarayı seyretmeye doyamıyordum. Onun hareket eden gölgesi su birikintilerinin parıltısından daha parlak görünüyordu. Arabanın sürati biraz daha azalsaydı hiç şüphesiz ki pencereyi açıp ona seslenecektim. Ya da öylece araç hareket hâlindeyken kapıyı açıp inecektim. Ama zamanı durdurmak imkânsız olduğu için Albina’nın güzelliğinin yarattığı