Sabir Şahtahtı

Mil


Скачать книгу

hayal bile edemedim. Çünkü daireye ulaşmıştık.

      BENİ BEN EDEN YILLAR…

      …Beni getiren arabanın durduğu parkın Kremlin’in arka girişi olduğunu çok sonraları öğrendim. Burada beni orta yaşlı, şişman biri karşıladı. Hiçbir şey sormadan onunla birlikte yürüyordum. İçimden bin türlü fikir geçiyordu. Korkacak hiçbir durumum olmasa da çok heyecanlıydım. Bütün bunlar, o dönemde yetkililerin olduğu kadar öğrencilerin de Komünist Partisine katılmasının kısıtlandığı bir zamanda oluyordu. Ama vazifede ilerleyebilmek için Komünist olmaktan başka çare bırakmamışlardı. Hatta halkların hapishanesi olarak görülen Sovyetlerde de bu konu farklı milletlerin ve dinlerin temsilcilerine değişik şekillerde uygulandı. Ben babamın yardımıyla bu aşamayı geçmiştim. Diğer önemli konu ise Slav halklarının bir temsilcisi ile aile kurmaktı. Yok eğer Yahudi kızı ile evlenebilirsen görev basamaklarını ikişer ikişer atlamış olurdun…

      Şişman adamla birlikte uzun bir koridora girip yanında ilerleyerek hayli yürüdük. O kadar sağa sola dönmüştük ki buradan geri gönderseler geldiğim yere gidip çıkışı bulamazdım. Koridor boyu uzanan kırmızı şeritli döşeme, kapı ve pencerelerin aynı renk ve aynı ölçüde olması insanda gittiği yerlerden tekrar yürüyormuş izlenimi yaratıyordu. Bu mekândaki tek fark kapıların üstünde yazan isimlerdi. Bu tabela yazılarının olduğu yerde sabit durması hiç inandırıcı değildi. Sovyet hâkimiyetinin yazılı olmayan kanunlarına göre sabahleyin sıcak ofisinde başkalarını aşağılayan akşam başkaları tarafından aşağılanabilirdi, hatta vatan haini veya rüşvetçi ve bozguncu olarak tutuklanabilirdi. Ben bu düşüncelerle uzun süre boğuşurken bu mekândaki büyük ofislerden birine sahip olma arzusu ile mücadele ediyordum. Arzularım çok derinlere gidemedi. Yani, ofiste nasıl davranacağımı, sandalyeye nasıl yayılıp emirler vereceğimi, genç bir sekreterin getirdiği çay için ağız dolusu teşekkürler edip onu efsunlamak için nasıl hilekârlıklar yapacağımı düşünmeye fırsat bulamadan hedeflediğimiz mekâna ulaştık. Geniş ve ışıklı bir odaya girince sekreterin yaşlı bir kadın olduğunu görüp gayriihtiyari dudağımı büzdüm. Bir anda sanki beni bu ofisin sahibi yapmışlar, bütün problemleri halletmişim de bir genç sekreter bulmam kalmış gibi davranıyordum. Şişman adam beni kadına teslim edip geri döndü. Bu sefer zayıf, kısa boylu bir delikanlı bana eşlik ediyordu. Nihayet üstünde “Müfettiş A. D. Suvarov” yazılı kapıdan içeri girdik. Suvarov da beni yine editörmüşüm gibi kapının ağzında, hatta daha büyük bir nezaketle karşıladı, ama heyecanını gizleyememesi bu nezaketin sahte olduğunu, yüzündeki tebessümün de doğal olmadığını açıkça gösteriyordu. Kolumdan tutup içeri geçirdi ve kapının ağzında bir anlığına durup sekreterine çayı geciktirmemesini işaret etti. Suvarov oturmak için yer gösterip benim karşıma oturdu. Selam sabahtan sonra sekreter getirdiği çayları kırışmış elleriyle karşımıza koyup odayı terk etti. Suvarov’un “Nerede çalışıyorsunuz, mesleğiniz nedir?” gibi ardı ardına sıraladığı sorular içimde tuhaf şüpheler yarattı. Ya beni yokluyordu ya da gerçekten de tanımıyordu. Bir anda editörün bana Suslov’un değil, bu Suvarov’un11 beni çağırdığını söylediğini zannetmiştim. İşte bunların ikisi de gerçekten çok bilindik soyadlarıydı. Hemen şüphemi netleştirdim. Yok bu olamazdı. Çünkü istenilen birini yanına davet eden şahıs, soyadı ne olursa olsun çağırttığı insanı tanımamış olamaz. Ben ona gerektiğim için davet etmişse adımı da soyadımı da ne iş yaptığımı da iyi bilmeliydi. Aniden içeri giren general üniformalı uzun boylu kişi görününce Suvarov yerinden öyle bir sıçradı ki az önce sorduğu sorulara cevap vermeye ihtiyaç kalmadı. Ömrümde ilk defa canlı olarak gördüğüm generalle birlikte odadan çıktım ve az önce geldiğimiz koridorda yine uzun süre yürüdük. Suvarov’un ofisi sadece bu generalin kabul odası büyüklüğündeydi. Kısacası, general geçip koltuğuna yaslandı. Karşısındaki kâğıdı birkaç saniyede gözden geçirdikten sonra sordu:

      – Niye çağrıldığınızı biliyor musunuz?

      Ben omuzlarımı kaldırıp gülümsedim. General aynı tebessümle karşılık verip biraz sitem edici şekilde devam etti:

      – Somut bir cevap verirseniz daha iyi olur.

      Ben ciddi bir şekilde “Hayır!” deyince o önce “Mihail” dedi, ne düşündüyse çenesini ovuşturdu ve yavaşça devam etti:

      – Gerçek şu ki ben de hâlâ hiçbir şey bilmiyorum. Sizi Yoldaş Mihail Adreyeviç Suslov şahsen çağırtmış. Sadece size zorunlu bir görev vereceğim. Sizinle hangi konuda, ne konuşacaksa gerekmedikçe bunu üçüncü bir şahıs bilmemelidir. Bana da bir şey demenize gerek yok. Bu öncelikle sizin güvenliğiniz için gereklidir. Herhâlde Mihail Andreyeviç’in sizi basit bir mesele için çağırmayacağını anlıyorsunuzdur. Kabulden sonra her şey malum olacak.

      O kadar heyecanlanmıştım ki şimdi beni aklım değil hislerim idare ediyordu. Kendimden bağımsız olarak robot gibi “Ya ponya”12 derken “ponyal” kelimesinin son harfini yuttuğum için “Yaponya” sözünü ifade etmiş olsam da general buna mahal vermeden:

      – Anlamak yetmez. Algılamak lazım. Burası Kremlin. Sovyet hakimiyetinin beyni. Mihail Andreyeviç Suslov kudretli Sovyet devletinin ikinci ismidir. Onun kabul etmesi büyük bir şereftir. Bu herkese, hem de bu yaşta her vatandaşa nasip olan bir mutluluk değil. Bütün bunları algılayın, dedi.

      Bu sırada generalin sağ tarafındaki çok sayıda rengârenk telefondan biri çaldı. Sesinden dahili telefon olduğu belliydi. General ayağa kalkıp ahizeyi kulağına götürdü. “Tamam!” dedi ve bana bir şey demeden kapıya yöneldi.

      …İki saatten biraz fazla kabul odasında bekledikten sonra beni Suslov’un ofisine götürdüler. Sovyet devletinin ideoloğu hakkında ilk izlenimim o kadar iyiydi ki bütün heyecanım yok oldu. Suslov benimle oldukça samimi selamlaşıp, sandalyesinden azıcık da olsa ayrılıp elimi sıktı. Yorgunluğu kırışık teninin ortasındaki solgun gözlerinden hissedilse de sesinin tonundaki kararlılık farklı bir izlenim yaratıyordu. Önündeki kahverengi deri kaplı sümeni kaldırıp üç sayfadan ibaret sarı kağıttaki el yazısını eline aldığında derin bir uykudan uyanmış gibi oldum. O ise yüzündeki ifadeyi değiştirmeden temkinli ve cesaretlendirici bir sesle:

      – Şaşırmayın, bu sizin yazınız. Tanıdınız! Bu yüzden sizi davet ettim. Kendiniz mi yazdınız yoksa yardım eden oldu mu, dedi.

      – Asla!.. Burada ne var ki?

      – Çok şey var, burada!

      Suslov’un sesinin ahengindeki şaşkınlık, samimiyet ve ciddiyet heyecanımı büyük ölçüde azalttı. Buna aldırmayarak sanki söz dinleyen ilkokul öğrencileri gibi ellerimi masanın üstünden çekmeden hareketsiz bir şekilde onu dikkatle süzüyordum. O ise başını azıcık yana eğip sanki sağ gözüyle okuyormuş gibi arada bir diğer gözü ile beni merakla süzüyordu. Tahminen iki dakikaya yakın bir zaman geçtikten sonra kâğıttan gözlerini ayırmadan devam etti:

      – Siz genç bir komünistsiniz. Sovyet devletimizin geleceği sizin gibi neferlere bağlıdır. Sizin yüksek zekânız, siyasi süreçleri tahlil kabiliyetiniz Sovyet eğitim sisteminin ne kadar doğru ve sağlam olduğunun göstergesidir. Şimdi benim karşımda kapitalizm dünyasının sadece para için yaşayan servet düşkünleri olsaydı hiç tereddüt etmeden sizi örnek bir Sovyet vatandaşı olarak onlara gösterirdim.

      Suslov sağ eliyle el yazmasının üstüne, sanki onu kutsuyormuş gibi zarif bir şekilde okşayıp sandalyesini beş altı derecelik bir açıyla bana doğru çevirdiğinde ben de istemsizce rahatladım. Ben gerçekten de böyle üst düzey bir görüşme beklemiyordum. Albina’nın