Sabir Şahtahtı

Mil


Скачать книгу

güzel bir Doğu atasözüdür. Bir daha emin oldum, seçimimde yanılmamışım. Aferin, babanız sizi gerçek bir Sovyet vatandaşı gibi büyütmüş. Sağ olsun, komünist olmanız için yardımını esirgememiş.

      Ben Doğu değil eski Türk atasözü söylemiştim. Yüreğimden bunu da hatırlatmak geçti. Ama yersiz ve daha saygısız bir hareket olacağını düşünerek sustum. Suslov birkaç akıcı ifade ile şahsi durumumu yüzüme vurmuştu. İyi bilirdim ki, kapitalist ülkelerde devlet yetenek gerektiren işler için özel eğitim verdiği hâlde Sovyetler Birliği’nde bu işler kendi hâline bırakılmıştı. Tamam, ben babamın çabaları sonucu komünist olabilmiştim, ama benim terbiyem ve tahsilimde ne onun ne de devletin hiç rolü olmamıştı. Şimdi dünyaya meydan okuyan büyük bir devletin ikinci adamının karşısında kendi zekâmın gücü ile oturuyordum.

      Benim ilmim ve eğitimim sadece Arapça ve Farsçayı çok iyi bilmemle sınırlı değildi. Yoldaş Suslov’un elindeki yazı Ortadoğu’daki jeopolitik durumun analizinden bahsediyordu. “Batının Ortadoğu Planlarına Karşı Yerel Direnişin Yolları” başlığıyla kaleme aldığım bu analitik yazı gazetede yayımlanmadı. Makalenin nasıl olduğu sorulduğunda şube müdürü fikir ve görüşler temellendirilmemiş, cümleler arasındaki bağlantı kopuk vs. demişti. Onun özel bir ses tonuyla “Böyle yazılar Sovyet okuyucusunun ilgi alanına girmiyor.” sözünü ise Sovyet mahkemelerinde hakimlerin masum bir “sanığa” karşı yönelttiği utanmaz bir iddia olarak kabul etmiştim.

      Suslov yazıyı övdüğü sırada, şube müdürünün yaptığı kötü yorum karşısında “Öyleyse, geri verin.” diye ısrar edeceğimi düşündüm. Birden geri verseydi ne olurdu? İşte böyle olsaydı şimdi Suslov’un ofisinde ne işim olurdu ki? Bu iddialı ve faydasız meselelere dair soruya cevap aramanın faydasız olduğunu düşünüp makaledeki önemli görüşleri hatırlamaya başladım.

      Çok garip bir durum gelişti. Suslov “Niçin Avrupa ülkelerinin bize kıyasla Ortadoğu halkları üzerinde bundan sonra da engel olunamaz bir etkisinin olacağını düşünüyorsunuz?” diye soru yöneltirken ben bu cümleyi düşünüyordum. Ufak tefek düzeltmeler için karaladığım bu cümlenin altının tükenmez kalemle çizilmiş olmasından dolayı kağıtlara bakarken dikkatimi çekmişti. Bu yüzden de cevabım gecikmedi:

      – Çünkü Sovyetler Birliği büyük maddi imkânlara, askerî güce sahip olduğu gibi kuvvetli insan kaynağına da sahiptir. Biz Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde sosyalizm ideolojisini diriltmek için ülkemizde yaşayan Müslüman-Türk halklarının imkânlarından ustalıkla istifade edebiliriz. Avrupa ülkeleri ise bu imkânları çoktan yitirmiş. Osmanlı döneminden, hatta bu devletten de evvel Batı’da yaşayan Müslüman-Türkler zengin bir kaynak olmasına rağmen Avrupa için mücadele etmezler. Çünkü topluma yönelik mevcut ayrımcılık ve çifte standartlar ortada aşılamaz bir uçurum yaratmış. Bizde ise durum farklı. Sovyet Müslüman-Türk halkı ile bizim Hristiyan toplumu Sosyalizm ideolojisi etrafında çok sıkı bir şekilde birleşmişler. Tarihte ortaya çıkan Rus-Türk savaşlarının acı neticelerini devlet başkanları, siyasi çevreler akıllarından çıkarmasalar da halkları bunu çoktan unutmuş.

      Ben basit bir soru etrafında bir kitap konferansı vermiştim. Suslov temkinli bir şekilde beni dinliyordu. Fikrimi tamamladığıma emin olunca ağzını tuhaf bir şekilde büzdü ve başını ağır ağır sallayarak memnun olduğunu ifade etti. O anda makamdaki avizeden masanın üzerine düşen ışık dikkatimi nasıl çektiyse bakışlarımı yukarı çevirdim. Toplam birkaç saat önce ayrılsak da yıllardır görmüyormuşum gibi Albina’yı özledim. Odanın neresinde olursa olsun fark etmez, sadece burada olanları, Suslov ile sohbetimi görmesini çok istiyordum. Onun ateşli bakışları gözlerimin önüne geldiğinde hafifçe gülümsedim.

      Bir süre önce “Gaz-24”ün parlak ışıkları altında gördüğüm o güzelliği hatırlayınca birden iki duygu birden beynime dolup kafamı karıştırdı. Albina ile alakalı bütün hatıralarım bana ilham veriyordu. Şimdi sanki uykudan uyandım, yaşlı ninem bir yana, Tahran’a gitsem Albina ne olacaktı? Ben onsuz nasıl kalabilirdim? Peki o benden ayrılmaya katlanacak mıydı? Bu sorulara cevap bulma gücünü kendimde bulamıyordum. Suslov sanki içimden geçenleri okuyormuş gibi “Devletin çıkarlarını korumak bütün duyguların üstünde olmalıdır. Bizim bütün tedbirlerimiz, dış politikanın ana hatları ülkemizin ve vatandaşlarımızın, keza ailelerimizin güvenliği ve refahı içindir. Sınır komşularımıza Sovyet düşüncesini götürmek, Komünizm ideolojisine yeni bir soluk getirmek için özel bir görevdir. Bunun için ilk aşamada yerel vaziyetin öğrenilmesi, kamuoyunun gerçek durumunu bilmeliyiz. Siz gidebilirsiniz, belki tekrar görüşürüz. Benim halledebileceğim bir probleminiz var mı?” deyince kapı açıldı. Anlaşılan o, elinin altındaki zile basarak yardımcısını çağırmıştı… Gerçekten de Sovyet devletinin ikinci adamına söyleyecek bir problemim olmadığı için vedalaşarak odayı terk ettim…

* * *

      Kremlin’in uzadıkça uzayan koridorları bu görüşmeyle beni ben eden yollara kavuşup kaderime yazıldı. Bu koridor, sadece bir yol kavşağına, karayoluna, orman yoluna, dağ geçidine gidilebilen ve seni nereye götüreceği belli olmayan bir yol olarak düşünülebilir. Bu yol, uzun ve dolambaçlı olduğu için korkunç ve karışık idi. Bu yoldaki adımlar, nefes, mırıltılar ve sesler çeşitli olsa da milyonların kaderine sadece kara leke sürüyordu. Ben de şimdi bu yolun yolcusuna dönüşmüştüm. Beni bu yolda yolcu yapan sadece kader değildi, aynı zamanda kendimdim.

      Beni Kremlin’e “Volga” getirmişti. Yine “Volga” ile de geri dönüyordum. Sadece geldiğim arabanın rengi beyaz, geri döndüğüm siyah renkteydi. Beni getiren arabanın şoförü güler yüzlü ve temkinli, götüren suratı asık ve sinirliydi. Giderken Volga dümdüz yolda hızla gidiyordu. Geri dönerken de bir köprü ve iki tünel geçecektik. Dönerken Albinagilin adresini söyledim, şoför inatla “Olmaz!” dedi, beni götürmesi için iş yerimin adresini söylemişlerdi. Akşam geç olmasına rağmen çalışanların çoğu hâlâ da yazı işleri ofisinde olmalıydı, ama benim burada yapacak işim yoktu. Suslov’un güvenlik şefi görüşme ve teferruatı hakkında hiç kimseyle, ayrıca iş yerinde de paylaşmamam gerektiğini söylemişti, şoför ise aldığı görevi yerine getirerek beni ısrarla gazeteye -yazı işleri ofisine- götürüyordu. Aslında ilk bakışta normal görünen bu çelişki Sovyet sistemindeki yönetimin özünü yansıtıyordu. Nereye gideceğimi sormadan, beni arabaya oturtup şoföre bildikleri adresi vermişlerdi.

      Yazı işleri ofisine doğru gitsem yolum çok uzayacaktı. Ayrıca ben zaten bu yazı işleri ofisine veda ettiğim düşünülüyordu. Bu yüzden de ikinci kez gitmek istediğim adresi söyledim ve şoför kaba cevabını bitirmeden önce trafik ışıklarında arabadan indim. Tahminen 20-30 metre ötede küçük bir pazar vardı. Albina’nın ninesi için ne hediye alacağım hakkındaki düşüncelerden kurtulmaya imkân bulana kadar ayaklarım beni pazarın kapısına ulaştırdı.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      GÜL

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      GÜL

      Gül. Kokusundan hoşlanıp dikenlerini sevmediğim bu çiçek nasıl aklıma geldiyse Albinalara bundan başka hediyeyi yakıştıramadım. Ama onu nereden bulacaktım bu vakitte? Şehrin birkaç çiçek dükkânını hatırladım. Şimdiye kadar onların hiçbirinde gül görmemiştim. İşte bu düşünceyle de hayaller beni kucaklayıp Albina’nın yanına götürmüştü. Bana, “Volga” ile yola çıkmamdan itibaren Suslov ile görüşmedeki geçen olaylara, hatta geri dönerken şoförü dikkate almadan trafik ışıklarında arabadan inmeme kadar her şeyi o görmüş gibi geliyordu. Neyi