Rahmi Ali

Bu Toprağın İnsanları


Скачать книгу

gülerek saçağa girdi, kardeşi hareme ateş yakmış, çıtlık ağacı dallarını yalımlara tutuyor, sonra bükerek “sürgü”yü yenilemeye çalışıyordu; gelinin biri evin ön saçağında büyük bir tepside biber kızartıyor, diğeri de denklerden boşalmış tahtalığı süpürüyor, ardından ıslak, büyük bir bezle tahtaları siliyordu.

      Kamyonlar yüklendi, denklerin üstü çadırlarla örtüldü, bir güzel, sımsıkı bağlandı, hamallar kasaların ardında, arabalar homurdanarak çınarın altından ayrıldılar; simsarlar tütünleri kaldırılmış olanlara; tüccarlar akşama gelecekler, Nedim’in kahvesinde paraları verecekler, dedi, herkesin haberi olsun. Semerci Recep’in büyük oğlunun sesi duyuldu: Baba, Saniye diyor ki, sor bakalım babama, taze ayran getireyim mi, diyor. İyi olur, dedi Semerci Recep, siz gazozla, portakalla doldurun midelerinizi, ayran gibisi var mı?

      Bir akşamüstü, “Koca Çınar”ın altına bazı arabalar geldi, arabalardan elleri çantalı, koltukaltlarında dosyalar, bazı kravatlı, şık giyimli adamlar indi; okulun bahçesine doğru ilerlerdiler. Okulun en büyük sınıfı bu iş için donatılmış, masalar, sandalyeler yerleştirilmiş, bir lüks lambası da tavana asılmış, ortalık gündüz gibi aydınlanmıştı. “Banka, tütün paralarını vermeye gelmiş” sözü kulaktan kulağa evden eve kısa zamanda yayıldı, insanlar yollara döküldü. Daha çok erkekler, bazı dul, kimsesiz kadınlar salonda bekleşiyor, içerden bir kâtip kendisine para verilecek kişilerin adlarını okuyordu:

      “Sali oglu Bekir”

      “Mumin oglu Husein”

      “Molla Bekir Oglu Hasan”

      “Sadık Aga Oglu Recep”

      Sırada bekleyen gençlerden biri: Bu kim yav, dedi. Öteki güldü, abe “Semerci Recep” dedi, büyük oğlu onun “koçanını da”5 ekiyor; o sırada kalabalık arasından bir ses, “paron” dedi, odaya doğru yöneldi; Semerci Recep’in büyük oğluydu, banka müdürü, “pu ine o baba su”6 dedi gülümseyerek; oğlu, bacakları ağrıyor, dedi. Eline hanenin yıllık masraflarını karşılayacak kadar para alanların yüzleri gülüyor, evlerine aceleyle gidiyorlardı.

      Az para alanlar, geçim sıkıntısı çekenler belliydi, gülseler bile zordandı bu gülmeler, bazıları ise nerdeyse bankaya borçlu kalacaklardı, paraları veren kâtip, sen önceden çok para almışsın, derdi üzüntüyle; ben ne yapayım…

      Semerci Recep’in oğulları eve gidince paraları evin içinde yeniden saydılar, anaları, hanımları, Semerci Recep, torunlar hepsi oradaydı, en çok sevinen de çocuklar…

      “Baba, bana bir ‘kamyoncuk’ alacağız…”

      Ortaokula giden kız: “Bana da sugeçirmez bir palto” lazım, dedi, sonra arkadaşımın birinde Yunanca ansiklopediler gördüm, onlardan da lazım bana…”

      İki gelin de gayet şendiler: “Eee, dediler, bize bu sene bayramlık elbise yok mu?” Kayınvalideleri şakayı kavramamıştı, işi ciddiye aldı: Ne demek, kızım, dedi, bu tütünü siz işlediniz, elbette istediğinizi alacaksınız; olur mu öyle şey, çocuklar ve gelinleri güldüler. Semerci Recep, hepsi olur, dedi, yeter ki sağlık hoşluk olsun; ben de bir şey diyeceğim, hepiniz dinleyin; diyorum ki bu para iyi bir para zamanımıza göre; ben de biraz yardım ederim de iki kardeş bir araya gelip küçük bir traktör alın. İki kardeş, bu da nereden çıktı der, gibi şaşkınlık içindeydiler ve içlerinde birden büyük bir “bayram sevinci” oluştu, kendilerini güzel bir rüyanın içinde buldular… Büyük oğlu o kadar büyük bir sevinç içindeydi ki, babasına takılmadan edemedi: Baba, yoksa sen de Sali Aga gibi küp bir şey bulmayasın? Aklınıza yattıysa, bu iş olur, dedi babaları; yalnız benden başka bir şey beklemeyin, sorun, soruşturun, acele etmeyin, gidip yüreğinize yatan bir traktör ve diğer düzenlerini de alın… Sonra hepsini sevgi ve biraz da şefkatle süzdü; abe siz babanızı –karısını göstererek- hep bu “kaşık düşmanının” gözüyle mi görürsünüz, yok, beygirle gezmekten, bıyık burmaktan başka bir şey yapmamışım, evlatları –el âlem içinde- rezil zebil olacaklarmış… Karısı da keyifliydi bu akşam, “hadi hadi çok bilme” dedi, öyle değil mi, bizi Allahın o sıcaklarında tarlalarda yalnız bırakıp beygirle rakı içmeye gitmedin mi; ha, doğruyu söyle bakayım; çocuklar dâhil, hepsi güldüler…

      Aradan birkaç ay geçmedi, bir gün, tam öğle vakti, Semerci Recep’in harmanlığına kırmızı renkli, pırıl pırıl Ze-tor marka bir traktör yanaştı. Acente sahibinin özel arabasında Recep’in iki oğlu, traktörün üzerinde de Yunanlı, teknisyen bir genç; teknisyen genç, ben yarın gelip size göstereceğim, dedi, anahtarları al, eve bırak, hiç kimse ben biliyorum, diye traktöre binmesin… Onlar ayrıldıktan sonra camiye gidenler oradan geçtiler, hayırlı olsun, dileklerinde bulundular, büyük gelin bir tablaya lokum doldurmuştu, gelenlere ikram etti. Küçük gelinle kızı da geldi, merakla traktöre baktılar, Semerci Recep de birazdan geldi, baktı, hepimize hayırlı olsun, dedi, inşallah yakın zamanda bu “mereti” kullanmasını öğrenirsiniz de öküzler de çileden kurtulur. Çocukları kendisine sevgiyle bakıp gülümsediler; küçük çocuğu, bir hafta sonra da pulluk, tırmık, zvarna, çapa, platforma (römork) da gelecek, dedi. Agam zaten biraz kullanmasını biliyor, sen hiç merak etme, baba, dedi.

      O akşam evde hep traktörün muhabbeti oldu, iki kardeş birkaç defa başka bahanelerle harmanlığa çıkıp traktörün yanına gittiler, orasına-burasına gene gene baktılar. Ortaokula giden kızları, ilkokula giden çocukları da gitti yanlarına, onlar da içleri sevinç ve merak dolu traktöre kendi ailelerine katılmış, yeni bir dost, yararlı bir yardımcı gözüyle baktılar, kız çamurluğun bir yerindeki lekeyi gördü, içerden bir bez alıp onu güzelce sildi…

      Tarla işlerinin olmadığı, yaşlıların yeni yeni yapraklanan ağaçların altında-ne olur ne olmaz-sırtlarında kalın paltoları, etraflarına bakındıkları, arada bir kendi aralarında daha çok eski yıllardan bahsettikleri günlerden biriydi. Birden, eski, hantal bir kireç kamyonu, bazı kadron ve köprülükler, talpalar güzelce bağlanmış bir şekilde gelip Koca Çınar’ın yanında durdu. Şoför, bankın üstünde oturan yaşlılara, “Öksüz Memet’in evi buralarda mı acaba, diye sordu; yaşlılardan biri bastonuyla yol gösterdi, kırk elli adım gidin, kuyunun tam solundaki mavi kapı, dedi, orada bir boşluk var, kamyon rahatça döner…

      “Kimdi o Öksüz Memet’in evini soran, dedi, bankın kıyısında oturan yaşlı adam; onun da yanında oturan gözlüklü; o soran bizden, Kireççi Yani’nin şoförü; diğer yaşlı, Kireççi Yani iyi adam benim için, dedi; çoktan beri hep ondan alış-veriş yaparım. Neden iyi adam, dedim; bir gün çocukla birlikte hayvan pazarına gittik, bir düve alacağız, adamla anlaştık, parayı vereceğim; başladım, bin, iki bin, üç bin, demeye adam gülerek baktı yüzüme, dayı, bunlar, yüzlük, dedi; binlik değil… Tüüü; parayı yanlış saymışım evde; şimdi ne yapayım; düve de yüreğime yattı, güzel bir hayvan; aklıma çarşıda dükkân sahibi halamızın torunu var ya; o geldi. Git, dedim oğluma, babamın selamı var, mesele böyle böyle, yarın sabaha kadar bana üç bin drahmi versin, dedim. Çocuk gidip durumu anlatmış; veremem, daha sefte (siftah) yapmadım, demiş; öyleyse git, Kireççi Yani’ye selamımı söyle, meseleyi anlat, yarına kadar ödemek şartıyla bana üç bin drahmi göndersin, dedim… Çocuk gitti, on dakikada döndü, parayı elime verirken, baban o kadar acele etmesin para için, dedi, bir işi çıkar, kasabaya gelirse parayı o zaman getirir… Adam susmuştu, yanındaki; sonra “iş de bitiriyor” dedi; bak bu zamanda, millet çatıya yeni bir kiremit koyamazken Öksüz Memet, eski damı ev yapıyor; demek ki adamın eli her yere uzanıyor; doğru dedi biraz önce konuşan yaşlı; böyle ufak-tefek işleri hallediyor; millet de işi olsun, diye malzemeleri kendisinden alıyor…

      Semerci