Novruz Necefoğlu

Çaresiz Yolcu


Скачать книгу

“Geçen yıl yaylaya, sen bizi ziyarete geldiğinde bizim çadırın önündeki bulağın başına inen başı bohçalı, eli sepetli, söyleyip gülüşen o kızları hatırlıyor musun? O kızları unutmadın değil mi?” diye gülerek sordu.

      …Çifte tepenin arasındaki dereden turna katarı gibi arka arkaya dizilip Cam Bulağı’na doğru inen o kızların kahkahaları dağa taşa yayılmıştı. İki gün önce, çalıştığı ova rayonundan, ana ve babasını ziyaret etmeye gelen, köyde sıkılıp tek başına yaylaya çıkan Balahan, çadırın karşı tarafındaki patates tarlasını suluyordu. Arkın başına gelip elini yüzünü yıkadı ve oraya doğru gelmekte olan kızlara baktı. İyice yaklaşarak artık kendi çadırlarına ulaşmakta olan, yanaklarının rengi dağ lalesinden farksız olan güzelleri uğrun uğrun seyrediyordu.

      Balahan’ın davranışlarındaki tedirginliği, anası Kıztamam’ın gözünden kaçmadı. Ne de olsa ana yüreğiydi, yüreği kanatlandı. Kucağındaki çalı çırpıyı ocağın üstüne, kaynaması için koyduğu isten iyice kararmış çaydanlığın yanına atarak kızların geldiği yola doğru yürüdü ve kızların önüne çıktı.

      Kızlar onu görünce hep bir ağızdan:

      “Selam, Kıztamam hala,” dediler.

      “Aleykümselam, canı yanasıca kızlar. Allah nazardan saklasın sizi, böyle süzüle süzüle nereden geliyorsunuz?” diye takıldı onlara, sonra da oğluna dönüp: “Gelin buraya, gelin bakalım, görelim hanginizi kendime gelin seçeceğim?” diyerek yanına gelen kızları çadıra davet etti. Kızların arasında, kısmetinin kapalı olduğunu kendisi de bilen, baharının taze menekşe devrinin zamansız soldurup, gençliğini yele vermiş Semengül de vardı. Semengül arkadaşlarına:

      “Gelin bakalım kızlar, gelin bu mutluluk benim bahtıma düşmez ama bakalım kimin bahtına düşecek. Haydi, gelin,” deyip elindeki sepeti yere bıraktı, başında taşıdığı bohçayı da indirip sepetin yanına koydu.

      Kıztamam kısmeti bağlanmış, artık karımış olan Semengül’ü: “Kız evde kaldıkça altına döner Semengül, sen kızların en güzelisin, öyle deme kızım,” diye teselli etti.

      Kıztamam, çadıra girip bir elinde sabah erkenden, sac üstünde pişirdiği taze ekmekler, diğer elinde de kap kacak ile geri döndü. Elindeki tabakları, kaya gibi yüksek taşın ortasından, kaynayarak şırıl şırıl akan bulağın gözünden, avuçlarını su ile doldurup ellerini, yüzlerini yıkayan kızların yanına koydu. Kıztamam tekrar çadıra girip büyük bir kapta kokulu, yağlı peynir de getirdi ve kendisi geri dönene kadar taşın üstüne artık sofrayı açmış olan kızlara:

      “Daha ne istersiniz, ne getireyim?” diye sordu.

      “Bunlar yeterli Kıztamam hala, su kaplarınızı nereye koyuyorsunuz, yerini söyleyin, ben doldurup çadırınıza götüreyim,” diyen Nilüfer, Kıztamam’ın elindeki peynir dolu kabı onun elinden alıp sofranın üstüne koydu.

      Kıztamam bu kıza dikkatle bakıp:

      “Sen Zernişan’ın kızı Nilüfer değil misin? Maşallah, nasıl da büyümüşsün, sen ne güzel kız olmuşsun, ay canın yanmasın senin,” diyerek sanki bir şeyler düşündü ve çadıra girip iki su kovası getirerek kıza uzattı.

      Kıztamam, hala patates tarlasının başında dolaşan oğlunu sesleyerek:

      “Balahan, gelsene, ne bekliyorsun orada?” diye çağırdı. Bala-han ile söyleşip gülüşen bu bekar kızlar arasında bir köprü kurmak istiyordu.

      Kıztamam Nilüfer’i göz ucuyla ve dikkatle süzerek, bulak suyunun akıp giderek dereye döküldüğü yerin yamacındaki küçük papates tarlasını sulayan Balahan’ı, tekrar çağırdı. Oğlunun yaptığı işten alıkoyup, söyleşip gülüşen, onun getirdiği peynir ekmeği lezzetle yiyen, çeşmenin gözünü güvercin gibi, kanadı ile okşaya okşaya, gagası ile öpüp damla damla içen kızların yanına getirdi, sonra da onlarla konuşması için:

      “Oğlum, gelsene, misafirlerimize bir hoş geldin desene,” diye çıkıştı.

      Semengül:

      “Ey, Balahan, yoksa tarladan patates çıkarıp bize soğutma mı pişireceksin? Gel, görelim, ova seni iyice tuzlayıp kavurmuş mu? Korkma, yemeyiz seni ay oğlan, gel sen de peynir ekmek ye,” diyerek gülüp şaka yapıyor, kızlar da onun kahkahasına koşuluyordu.

      Balahan da bulağa yaklaşıp:

      “Hoş geldin, nasılsın Semengül bacı?” dedi, sonra da şaka ile: “Bu dağlar ancak sana yeter, beni ne yapacaksın ki, bırak ben kendi derdime yanayım,” diyerek, tutuşup yanan bakışlarını, elindeki ekmek parçasını iki parmağının ucunda tutan ve anasına yakın duran, ürkek ürkek bakan Nilüfer’e dikti.

      Kıztamam halanın getirdiği peyniri sıcak ekmeğe dürüp lezzetle tadan kızlar, Cam Bulağı’nın diş sızlatan suyundan kuşun gagasıyla içtiği gibi su içip güle güle vedalaşarak karşıdaki tepeye doğru uzayan yoldan obalarına doğru yola düştüler.

      Kıztamam’ın niyetini anlayan kızlar, Nilüfer’i ortaya attılar, kızlardan biri: “Kıztamam hala, seni nasıl da yanına çekmişti,” dedi, bir diğeri: “Balahan’ı gördünüz mü? Anası Nilüfer ile konuşurken, oğlan nasıl da nefes dahi almadan bakıyordu. Ama gözleri konuşuyordu, gözleri.”

      Nilüfer ise, bir türlü susmayan, ona söz atıp sataşan kızlara cevap vermiyor, daha doğrusu söz bulup diyemiyor, lale yanakları tutuşup yanıyor, yüreği güp güp atıyor adeta yerinden koparcasına çarpıyordu. Öne doğru koşmaya çalışıyor, sanki içine dolan, henüz adını dahi bilmediği bir ışığın, hararetin birileri tarafından görülüp elinden alınacağını sanarak korkuyor, ileri doğru kaçıyordu.

      Kızlar: “Kıztamam halanın oğlu, Allah bilir, göğün kaçıncı katındaydı,” diyerek gülüşüyorlar, Semengül ise: Bak, göreceksiniz, bir gün o ova rayonunda çalışan oğlan, tor atıp önümüzde koşan kızı, o dağ ceylanını, eninde sonunda avlayacak. Vallahi avlayacak, billahi avlayacak,” diye sesini yükseltiyordu. “Ne mutlu böyle kaynanası olana,” diyen kızlar, bu yaylaların nazlı güzelleri, kınalı keklik gibi seke seke, gaggıldaya gaggıldaya uzaklaştılar.

      Kıztamam karşıdaki tepeyi aşmakta olan kızların arkasından bir daha seslendi:

      “Ay kızlar! Yaz sonunda da gelin ha, zirinc10 toplamaya da gelin, o zaman size kavurma pişireceğim, yolunuzu bekleyeceğim ha…” deyip deminden beri dikildiği yerde öylece kızların ardından bakan oğluna doğru döndü…

***

      ....Anası, Balahan’ı daha fazla bekletip merakta bırakmadı: “Balahan, şimdi anladın mı, sana kimi almak istiyorum?”

      “Yok, anlamadım vallahi, kimi almak istediğini demedin ki…”

      “Bak, geçen yıl yaylada çadırımızın önüne gelen kızların içinde biri vardı, sana da ürkek ürkek bakıyordu…” dedi, Kıztamam, sözüne biraz ara verdi: “Senin de ona uğrun uğrun baktığını hissetmiştim,” diye takıldı. “Hani, kızlar yola düşünce ben arkalarından onu çağırmıştım, durup, beklemişti… Sana Çeşmeli’den Zümrüt ile Almurat’ın kızı Nilüfer’i almak istiyorum oğlum. Oğluna dikkatle bakıp: “O zaman ben fırsat bulup onun kulağına: “Kızım, gelinim olacaksın inşallah, seni oğlum Balahan’a almak istiyorum diye fısıldadım. Kız, hiçbir şey demeden kaçmıştı. Şimdi hatırladın mı? İşte o kızı, Nilüfer’i diyorum, a oğlum…”

      Balahan’ın yüzü alev almış yanıyordu. Anası, onun gönlünde yatanı ne zaman, nereden