Novruz Necefoğlu

Çaresiz Yolcu


Скачать книгу

harç da olsa, bütün çeyizini tamam etmişim…”

      Balahan: “Ağız yokladılar, Gülgez’in dünürcüleri gelmek istiyorlar, diyordun, ne oldu?” diye bacısının durumunu detaylıca öğrenmek istedi.

      Kıztamam ayağa kalkıp çay doldurmak isteyen oğluna: “Dur, çayı ben doldururum,” dedi ve kendinden emin konuştu: “Anan ölsün, benim için eziyet çekme. Zaten yemeğini kendin pişiriyorsun, elbiselerini kendin yıkıyorsun… Evlendireceğim seni, bu yaz mutlaka evlendireceğim.”

      “Ana, bırak ben sana hizmet edeyim, sen burada misafirsin. Gelelim, yemek pişirmek, elbise yıkamak işine… Bunlar sandığın kadar zor değil, öğrencilik yıllarımda her işin üstesinden gelmeyi öğrendim, sen hiç endişe etme,”dedi, anasını yormak istemedi, çayı kendi doldurdu ve kardeşinin durumunu sordu yeniden.

      “He, Gülgez’in dünürcüleri ne zaman gelecek?”

      “Oğlum biz şimdi yaylaya göçüyoruz. Ben birkaç gün yukarıya, yaylaya çıkmayacağım. Bir müddet daha köyde kalacağım. Evi barkı, kapıyı bacayı silip süpüreceğim. Gülgez’in bu meselesini bacılarımla da bir konuşacağım. Dünürcü gelenler kendi adamlarımız, tanıdıklarımızdır, buna söz yok ama yine de bacılarıma bir danışacağım. Dünürcüler, kaç yıldır ova köylerine göçmüş olsalar da, bizimle ilişkilerini hiç kesmediler. Buradan biraz daha ötede komşu rayonda oturuyorlar,” Kıztamam, dünürlerinin kim olduğunu iyice anlaşılması için oğluna ip ucu verdi. “Şehre yakındır, evlerini, eşiklerini sen de görmüştün. Geçen yıl, hele bu işlerin sözü sohbeti ortada yokken, biz pazardan geliyorduk, onlara doğru dönmüştük, hatırladın mı? Kendin de görmüştün yaşadıkları yeri, bizi de çok iyi karşılamışlardı, canı gönülden hürmet etmişler, ağırlamışlardı, çok sevecen bir aileydi. Kasım da senin gibi okumuş, işi gücü var. Çalışkan, sessiz, sakin, tertemiz oğlandır, diyorlar. “

      Balahan başı ile tasdikleyip: “He, biliyorum, iyi oğlana benziyordu,” dedi, sonra da: “Ana, peki bunlar, yani bu Yakuplular, niye bize bu kadar yakınlık gösteriyorlar? Ta çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum, biz ovaya iner inmez gelip bizi ararlar, bulurlardı. Yakup dayının kardeşi, damadımız olmak isteyen Kasım’ın amcası Yusuf dayı da öyle! Anaları Gevher hala nasıl da samimi, sevimli bir kadın idi. Garip bir huyu vardı. Sepetle bize hediye getirirdi. Giderken de “sepetim nerde” diye sorardı hep.

      “Evet oğlum, onlar her zaman bizi arayıp sordular, hatırımızı saydılar. Her yıl biz kışlağa indiğimizde bizi ziyarete gelirlerdi. Ne yazık ki, Gevher hala çok erken rahmetli oldu. Allah onun ömrünü evlatlarının ömrüne eklesin… Yaşadıkları şehir de ömrümüzün heder olup geçtiği bu Acıdüz’e uzak değil. Bize gelip gidemeseler de tanıdıklardan biri ile haber gönderir, halimizi hatırımızı yine sorarlar. Allah selamını esirgemezler. Eğer unutmadıysan, sana anlatmıştım… Onların babaları ile benim anam Balanaz, akrabadırlar, yakınlığımız var…” diye Kıztamam etraflı bir izahata başladı: “Anam Balanaz’ın babası Çeşmeli’den idi. Balanaz Göğbulak’a, benim babamın köyüne gelin gelmiş. Çeşmeli köyünü kuranlar ise, Yakupluların dedeleriymiş. Yakuplular o zamanların zengin, mal, mülk sahibi adamları sayılırmış. Ova sayılan Beziravan’dan her yıl yaylaya, şimdi bizim gidip geldiğimiz yurt yerlerine çıkarlarmış. Yaylaya gidip gelirken, onlar, yayla ayağında, yolları üzerinde olan Çeşmeli’de eğleşip burayı mamur etmişler, köy kurmuşlar. Dedem, anam Balanaz’ın babası, şimdi bizimle hısım olmak isteyen Yakup’un babası ile amca çocuklarıdır. Beziravan şimdi bile mamur köydür. Yakuplular soylu soplu, asaletli bir ailedir oğlum. Köyde yaşayanları da çoktur, başka şehirlere, rayonlara göçenleri de… Yakup’la kardeşi de göçüp ovanın ortasındaki bu şehre yerleşmişler.

      Oğlum, en yakın akrabalar bile, bizden ırak olsun, hatta kardeş kardeşi arayıp sormuyor bu zamanda. İyi insanlardır onlar. Sağ olsunlar, bizi hiç unutmuyorlar…” Kıztamam, sözlerine ara verdi. Sonra, sanki gözleri yol çekti.

      Balahan, anasının çehresine aniden bir kederin konduğunu hissetti. Derin bir düşünceye dalan Kıztamam’ı bu kederden ayırmak için:

      “Ana, çayını içmedin soğuttun, yeni bir çay doldurayım mı, diyerek yerinden kalktı, gelip anasının önündeki bardağı aldı ve kapıya doğru gitti. Kapıyı açıp soğumuş çayı dışarı döktü. Bardağı kapının ağzında, duvardaki muslukta yıkayıp tekrar içeri geçti. Elektrikli çaydanlıktaki sıcak çaydan, anasının bardağına çay doldurdu ve önüne koydu: “Ana, bunu da soğutma ha, iç,” deyip önceki yerine oturdu.

      Anasının konuştukları, şimdi Balahan’ı da o yerlere döndürmüştü.

      …Çeşmeli. Evet… Çeşmeli köyünden olan o lale yanaklı, orta boylu kız… Yüreği şiddetle dövünmeye başladı. Bedenine bir sıcaklık yayıldı, yüzünün kızaracağını ve bunu anasının da hissedeceğinden çekinip halini anasına belli etmemek için kendini meşğul gibi göstermek istedi. Kalkıp kendisine de çay doldurdu, küçük masanın üstüne koyup tekrar yerine oturdu. Oğlunun bu telaşlı, tedirgin hareketleri, Kıztamam’ın gözünden kaçmadı…

      …Yaratılmışların içinde analardan daha hassas bir mahluk var mı? Olabilir mi? Kıztamam’ın içine bir ışık doğdu. Balahan’ın kendisine hele daha çok soru soracağını, çok şeyi öğrenip bilmek isteyeceğini hissetti, içinden güldü, dudaklarına zarif bir tebessüm kondu, çehresi nurlandı. Anasının yüzünden, Balahan’ın demin sezdiği o gölge yok olmuş, çekilip gitmişti…

      Kıztamam’ın yüreği atlanmıştı. O, oğlunun yeni doldurup önüne koyduğu çayı keyifle içip, oğlunun soracaklarını beklemeden konuşmasına kaldığı yerden devam etti:

      “Oğlum, Balahan, Yakuplularla bizi birbirimize bağlayan şey, onların bizimle olan iyi münasebetlerinin sebebi, sadece dedelerimiz arasındaki kan ve akrabalık bağları değil ha…”

      “Yani, akrabalıktan daha önemli bir mesele var, öyle mi?” diye Balahan sordu.

      “Var, oğlum, var, şimdi sana bir olay anlatacağım, sen bunu ilk defa duyuyorsun, iyi dinle…”

      “…Anamın, yani ninen Balanaz’ın elinden her iş gelirdi. Hamile kadınlar, onun yardımıyla kurtulurlardı, anam, bu işte çok tecrübeliydi, işini çok iyi bilirdi. Şimdi o işi okumuş ebeler yapıyor. Köylerde, çocuk doğururken ölen kadınlar pek çoktu o yıllarda. Anam ise maharetliydi. Bizim ellerde böyle bir kural da vardı ki, bu köyde elinden iş gelen, işi bilen biri varsa, onun üstüne başka köylerden kimseyi davet etmezlerdi. Çünki o zamanlar her köyün kendi hekimi, dülgeri, çömlekçisi, daha ne bileyim neyi vardı. O köyün tabibi kendisi beceremeyeceği bir iş olursa, bunu filan köyden filankes yapar, onu çağırın derdi. Ya da hasta sahibi, sözü geçen bir adam ise, kendisi karar verir, başka köyden adam çağırırdı…”

      Balahan da anasına koşulup:

      “Eh, bizim köylerin de yazılı olmayan böyle “özel kanunları” o kadar çok ki…” dedi. “Üstelik bu kanunlar çok yerinde, çok güzel,” diye ilave etti.

      O olay, şöyle olmuş…

      … Abosat iki gündür başını eve sokamıyordu. Bahçede geziyor, çevreyi dört dolanıyor, gezdiği yerleri bir daha gezip arada kendini mahalleye, köyün içine vuruyor, tekrar dönüp eve geliyor, deli gibi fırlanıyordu. İçeriden: “Öldüm, ay ana!” diye feryat figan koparan karısının çığlıklarından, karısına yardım etmek isteyen kadınların meşveret kurup birbirlerinin sözünü kese kese konuşmalarından korkuyor, adeta ödü patlıyordu. Karısı ikinci çocuğunu dünyaya getirecekti. Gevher ise inliyor, bir türlü doğurup kurtulamıyordu. Köydeki kadınlara doğum yaptıran