Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

olmasına, eserlerininse ilk defa ancak 1889’da yayınlanmasına rağmen daha o zamanlarda Uruğun meşhur şairi olarak tanınırdı.

      Bir bozkır asilzadesi için şiir yazmak takdire şayan bir uğraş olarak görülmüyordu fakat Abay şiire olan tutkusundan onun fikrine göre artık eskimiş olan normlar uğruna vazgeçmek niyetinde değildi. Bir sanat olarak ele alındığında şiirin hiç de basit bir iş olmadığını o çoktan anlamıştı.

      Abay on iki yaşından itibaren şiir yazmaya başladı; birine ithafen yazılmış şarkılar, methiyeler, alaylı portrelerin çizildiği şiirler. Kendi aralarında konuşurken bile kafiyeli mısralar oluşturan nerdeyse tüm bozkır sakinlerinin müzik eşliğinde irticalen şarkı söylemesinden dolayı, Abay ilk başta şiire fazla önem vermiyordu. Gençler “Yüzüğü Bul” oyununu oynarken de yenilen genç anında müzik eşliğinde irticalen bir şiir söylemek zorundaydı. Yani bozkırda şiir alelade bir uğraş sayılıyordu.

      Uzun süre Abay şiirlerinin sözlü olarak yaşamasıyla yetiniyordu. Şiirlerinin çoğu bu yüzden günümüze kadar ulaşamadı, fakat daha sonraki dönemde yazdığı şiirler, her göçebe toplumda olduğu gibi, ağızdan ağza dolaşarak tüm bozkıra yayıldı.

      İnsan hafızası seçicidir. Sayısız sözlü edebiyat ürünlerinden şiirin sadece şimşek gibi asırları delip geçen en iyi örnekleri halk içinde yaşatmaya devam etmiştir. Abay’ın olgun yaşında yazdığı edebî eserlerinin, 1909 yılında oğulları ve talebeleri tarafından toplanıp ayrı bir kitap şeklinde yayınlana dek halkın hafızasında yaşamış olması onun şiirlerinin gerçek gücünün, güzelliğinin ve derinliğinin göstergesidir.

      Dindar ortamda büyüyen Abay, aslında, büyük Doğu şairlerinin talebesiydi. O kendisini bozkır geleneğini temsil eden bir şairden ziyade İslam felsefesini çok iyi bilen bir şair olarak değerlendiriyordu, fakat genç Şakarim’e tasavvufi yapıyı tanıtmak için henüz erken olduğunu düşünüyordu.

      Abay, günlük yaşam tasviri içinde kaybolan Kazak şiirinin saf, taze, canlı bir fikrin sağlayabileceği derinliğe ihtiyacı olduğunu anlamaya daha genç yaşlarında başlamıştı. Toplumla arasında fikir ayrılığının ortaya çıkmasından itibaren şiirin estetik ilkeleri hakkında daha çok düşünmeye başladı.

      Şakarim de tam bu dönemde Abay’a, sıkça uğramaya ve onunla şiir sanatı hakkındaki karmaşık fikirlerini paylaşmaya başlamıştı. Billur kadar açık kalpli delikanlı onun için tertemiz su pınarı gibiydi. Abay’ı toplumla karşı karşıya getiren şiirle ilgili arayışları ve manevî ilkeleri konusunda bir tek Şakarim haklı buluyordu.

      Şakarim’in son derece zeki ve bilgili olarak büyümesine, şüphesiz, Abay’ın katkısı büyüktü. Onun sayesinde Şakarim yeni yetme çağında Tolstoy’un “yalnızlık çölü” dediği dönemi kolaylıkla atlatmıştı. Delikanlı, amcasının getirdiği tüm kitapları adeta yutuyor gibiydi.

      Doğduğu ortamda hayatın acıklı yanının şuuruna varan Abay ise Şakarim’i kendisine yakın görüyor, onunla Doğu halklarının edebiyatı ve Rusçadan istifade ederek geliştirdiği kendi kendini yetiştirme programını paylaşıyordu.

      KIŞ AKŞAMLARININ MELODİLERİ VE ŞEHİR RİTİMLERİ

      Av döneminin bitmesiyle seyahatler çok sık yapılmaya başladı.

      Kışın Şakarim, ağabeyleri Murtaza ve Şahmardan’la düğüne katılmak için annesinin akrabalarına gitti.

      Şakarim’in yeteneklerini bilen, akrabaları onun gelmesine çok sevindiler. Onların da hepsi sanatçı sayılırdı. Zaten tüm oba özellikle şarkı, şiir ve ozanların monologuyla dolu akşamlarda ortaya çıkan kendine özgü sanat ortamının yanı sıra hayat sevgisi ve ulvi hisler aşılayan atmosferiyle ünlüydü.

      Konserler, tabii ki, her akşam yapılamıyordu; çünkü hayvan yetiştiricilerinin işleri çok olur, fakat yoğun işlerin ardından genelde geç yenilen akşam yemeği beklenirken biri eline dombırasını alarak kışlaktaki tüm çadır sakinlerinin kalplerine işleyen şarkılar söylemeye başlıyordu. Bir melodinin yerini başka bir melodi alıyor, işin içine armonika giriyor, ardından kopuzun koyu cezp edici sesi duyuluyordu. Bu tatlı sanat dünyası Şakarim’in tüm bedenini sardı. Yeni şarkılar dinliyor, onları aklında tutmaya çalışıyordu. Kendisi de dombıra nağmeleri çaldı, bozkırın meşhur şarkılarını söyledi. Daha sonraysa kendisine ait olup Abay’a göstermekten çekindiği eserleriyle izleyicileri hayran bıraktı. Burada onun şiirleri çok beğenildi.

      O kendisini bir yıldız gibi hissetti. Dayılar ve teyzeler, onu iltifatlara boğdular. Kuzenleri birbiriyle yarışırcasına Şakarim’i kızlarla tanıştırıyor, onu geleceğin büyük ozanı olarak takdim ediyorlardı. Misafir olan Şakarim için özel olarak düzenlenmiş parti sayısı çoktu ve bu durum çekingen delikanlıyı oldukça rahatsız ediyordu. Onun şerefine koyun kesildi, akrabaları misafire övgü dolu sözler söyleyerek iyi dileklerini dile getirdiler. O kendisine gösterilen saygı ve hürmetin dedesi Kunanbay, amcası Abay ve rahmetli babası Kudayberdi’ye duyulan büyük saygıdan kaynaklandığını düşünerek kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu.

      Bir ziyafet esnasında müzisyenlerden biri keman çaldı. Kemanın sesi Şakarim’e kopuzun iliklere işleyen mistik sesinden çok daha fazla tesir etti. O kemanın ince melodisinden derinden etkilendi. Ertesi gün kendisi keman çalmayı denedi fakat bunun için özel bir dersin alınması gerektiğini anladı. Keman çalabildiği ortaya çıkan kuzeni Kerimkan ona söz konusu aleti çalmayı öğretmeye başladı, fakat bu iş zaman alacaktı.

      1870’lerin ortası Şakarim’in yetenekli insanlarla tanışma zamanı olarak tarihe geçti. Avcı Aleksey’den başka yaklaşık iki ay misafir kalarak kendilerinden müzik ve şarkı söyleme dersi aldığı anne tarafından akrabaları da kabiliyetli çıktı. Keman sesini ilk defa burada duyan Şakarim bu aletin çalınmasıyla ilgili ilk incelikleri de burada öğrendi.

      Bu ziyaretin kendisinde bıraktığı izlenimleri ailesine durmadan anlatıyordu. Yetenekli akrabalarının kendi elleriyle yaparak hediye olarak gönderdikleri takıları ve geleneksel dombıradan başlayarak ağız armonikasıyla eski dönemlere ait nefesli çalgılara kadar çeşitli müzik aletlerini dağıtıyordu. Onların içinde topraktan yapılan ve “saz sırnay” denilen özel bir kaval, flüt anlamına gelip düdük adıyla da bilinen sıbızgı da vardı. Şakarim, şaman-baksıların en sevdiği enstrümanı “şankopuz”u büyük bir hayranlıkla anlatıyordu. Görünüşte o uzunlamasına gelen ve gittikçe daralan basit, ufak metalik bir çemberdir. Çembere ince madeni bir çubuk tutturulmuştur. Şankopuz dudaklara yerleştirilir ve ağız boşluğu bir nevi rezonatör görevi görmeye başlar. Parmakların çubuğa dokunmasıyla da bozkırın uçsuz bucaksız enginliğinde insanın tüm bedenini sıkça saran efkârı tam olarak anlatabilen çok değişik ince bir ses meydana gelir.

      Kazaklarda o dönemde bu tür hediyelerin verilmesi hoş karşılanmıyordu. Genel olarak koyun ve at hediye ediliyordu, bazen bunlar sürüsüyle veriliyordu, fakat Tölebike’nin akrabaları hayatı bir bayram olarak algılama alışkanlığından vazgeçmeyerek kendi sevinçlerini etraftakilerle söz ve müzik sanatı, el işçiliği aracılığıyla paylaşmaya çalışıyordu. Kunanbay için özel olarak onlar hançer kını olan kakmalarla süslü deri bir kemer hazırlamışlardı. Şakarim hediyeyi Aksakalın obasına bizzat kendisi getirdi. Kunanbay o sırada torununa Semipalatinsk’e gitmesi gerektiğini söyledi. Akrabalar tarafından çok eskiden belirlenmiş olan plana göre delikanlının alış veriş için şehre gidip gelmek böylece, yavaş yavaş mali işlerin içine dâhil olması gerekiyordu. On yedi yaşına gelmiş olmasına rağmen Şakarim Semipalatinsk’i hiç görmemişti, bu yüzden yolculuk için büyük bir heyecanla hazırlanmaya başladı.

      Göçebe