Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

O avcılığa on bir yaşındayken, yani Abay’ın kendisine tüfekle ateş etmeyi öğretmesinden sonra başladı. O andan itibaren de babasına ait barutu fitille ateşlenen eski av tüfeğini hiç elinden bırakmadı. Şakarim tüfeğini düzenli olarak temizliyor, şehre giden akrabalarına sürekli olarak barutla av saçması sipariş ediyordu.

      On dört yaşından itibaren Şakarim, özellikle kartalla avlanmak için koşu atı besliyordu. Avcı kuşları ehlileştirmeye tecrübeli avcıların yardımıyla başladı. O, kanat uçları arasındaki mesafe bir buçuk metre olan güzel bir kartal besleyip büyütmeyi başarmıştı. Avcılar onu henüz daha civcivken yuvadan alıp Şakarim’e getirmişlerdi. Delikanlı onu, büyüyüp insan talimatlarını uygulayacak hale gelinceye dek besledi. Daha sonra üç ay boyu kartala avlanmayı öğretti. Yazın ve ilkbaharda kaz, kışınsa tilkiyle tavşan avlıyordu.

      Bir keresinde Şakarim kartalı genç dağ keçisini avlaması için salar. Bu bir hataydı, çünkü kartal, kendisini hiç zorlanmadan üzerinden atan hızlı hayvanı pençesinde tutamadı. Şakarim kartalın yanına gelerek onu koluna oturttu ve gözlerini kapatmak için başlık giydirdi. Kuşu inceledikten sonra onun uzun pençelerinden birinin kırıldığını gördü; büyük bir ihtimalle keçinin kalın derisine takılmıştır.

      Bu durumda ne yapılabilir? Halk menkıbelerinden şu cümle geldi aklına: “Abılay-han demir pençeleriyle düşmana yapıştı.” “Gerçekten de kartala demir tırnak yapılsa, olmaz mı?” diye düşündü delikanlı.

      Köye dönünce kuşu ahıra götürüp kendisi atölyeye gitti. Demirci körüğünün altına ateş yaktı ve demir bir levhayı çekiçle dövmeye başladı, fakat demir pençenin uygun olmayacağını hemen anladı ve bakır çubuğu eline alarak ince bir pençe yaptı. Düzelttikten sonra pençeyi kuşun ayağına yerleştirdi.

      O günden itibaren Şakarim kartalına “Bakır Tırnak” adını verdi.

      “Bakır Tırnak”ı duyan civar köylerin meraklı avcıları, Şakarim’i ziyaret etmeye başladı. Hayvan yetiştiricileri kuşu inceliyor, aslında bir masal kahramanı olan demir pençeli yırtıcı kuşu gerçeğe dönüştüren avcının ustalığına hayret ediyordu. Delikanlı: “Ne var ki bunda; altı üstü bakır tırnak. Daha zor şeyler yaptığım da olmuştu,” diyerek övgüleri pek de dikkate almıyordu.

      On beş yaşına girdiğinde o boyu bosu bakımından tıpkı babası Kudayberdı’ydı. Sağlam vücut yapısı, düzgün giyim tarzı, dümdüz bir çizgiyle sımsıkı kapanan dudakları dayanıklılığının ve kendine hâkimiyetinin göstergesiydi, ama zekânın fışkırdığı gözleri öyle güçlü bir iç ışık saçıyordu ki, onun muhatapları tıpkı gerçek bir yetenek sahibinden her zaman beklenen ilhamı bekler gibi ona riyasız bir ilgiyle müracaat ediyordu. O, çocukken geçirmiş olduğu çiçek hastalığına rağmen mevzun ve güçlü bir yapıya sahipti. Doğadaki yaşam onun bedenini sağlamlaştırmıştı. Göçebelik koşullarında ve avcılıkta o, gerektiğinde, soğuğa da, yakıcı sıcağa da, şiddetli ayaza da sebatla dayanıyordu. Cesareti had safhadaydı; o, vurmayı ümit ettiği yaban domuzunun peşinden ormanın en sık yerlerine cesurca giriyordu.

      Şakarim, fiziksel gücünü insanlara karşı kullanmayı kesinlikle reddediyordu. Gençler arasındaki hiçbir kavgaya katılmamayı prensip edinmişti. Eğer kavga kaçınılmazsa Şakarim, muhakkak arabulucu rolünü üstlenirdi. Sağlam bir karakter sahibi delikanlı, şiddete karşıydı ve bu durum çocukluktan itibaren kendilerine ait başta hayvanlar olmak üzere her türlü mal ve mülkü güç kullanarak korumak gerektiğini bilen gençlerde büyük şaşkınlık uyandırırdı. Şakarim akrabalarına arka çıkmaya daima hazırdı, ancak doğuştan gelen insanlığa has duyguya uygun olarak tartışmaların barış çerçevesinde çözülmesini arzulardı.

      Yaşamının sonuna kadar bu prensibe ihanet etmedi. Halkı, tüm Kazakları yürekten severdi. İnsanların komşu oba sakinlerini düşman gibi görmelerini doğru bulmuyordu. Şiddet ona göre değildi. Küfre de karşıydı. Münasebetsiz ifadeler onunla bağdaşmıyordu.

      On altı yaşında o “Şıngıstav’ın en iyi avcısı” unvanına sahipti. Şakarim ava çıkarken yanına kitap, defter ve kalem alırdı. Gündüz güneş çok yakmaya başladığı sıralarda gölge bir yere geçip kafasında beliren fikirleri kafiyeli mısralarda toplamaya çalışırdı. Bunu başardığında ise şiirlerini daha sonra Abay’a göstermek için yazıya geçiriyordu.

      Bazen ona gerçek şiirde olması gereken fikir, duygu dokunaklı-lığı ve kelime sırasının ender uyumunu bulmuş gibi geliyordu. Öyle anlarda iç dünyasında bir yükseliş sezerek hayale koyulurdu. Gençliğinde o, gerçekten de fevkalade şiirler yazdığını ve meydana gelmiş satırların onun kendisinden daha uzun süre yaşayacağını hayal etmeye başlamıştı.

      Ömrünün son döneminde nedense, gençliğinde avda geçirdiği günlerini eğlence için harcanmış zaman olarak nitelendirerek bundan dolayı hayıflanıyor:

      Av; yüreğime mutluluktur,

      Fakat ondan aklıma fayda var mıdır?

      Bu soruya şair nasihat dolu şu sözleri ilave ediyor:

      İlk başlarda öyle tatlı ki av tutkusu

      Kim istemez avarelik, özgürlük doyasıya.

      Ama kaptırmayın kendinizi hepten tutkuya,

      En iyisi düşünmek çalışmanın faydası hakkında.

      Hiç kimse hiçbir zaman onu avcılığa gönül verdiği için kınamamıştı. O, sadece kendisi gençlik hevesi için kendisini azarlamayı akıl edebilirdi. Doğada bir avcı olarak yaşarken onun temin ettiği her şey defalarca gözlem, alışkanlık, fikir, şiir ve anılara dönüşmüştür. Şakarim yaşlanana kadar avcılığa devam etti. Bu uğraş onu ve ailesini geçindiriyordu.

      Peki, neden o zaman Şakarim ileri yaşlarda birden bu konuda müsamahasız olmaya başladı? Genel bir gözleme dayanarak, tabii ki, anıların sıkça vicdan azabına dönüştüğünü söylemek mümkündür. Örneğin, merhametsiz bir hafızaya sahip olan Lev Tolstoy anılarında hırs, disiplinsizlik ve aile servetini arttırma konusundaki bencilce düşüncelerinden dolayı pişmanlık duymuştur. Bu büyük yazar, Puşkin’in “Anı” adlı şiirini seviyordu:

      Tiksintiyle okuyarak hayatımı

      Ben titriyor ve lanet ediyorum,

      Acıyla yakınıyor, acıyla gözyaşı döküyorum,

      Ama üzüntülü mısraları silmiyorum.

      Tolstoy: “Bu şiirin son dizesinde ben “üzüntülü mısraları” ifadesi yerine “utanç verici mısraları silmiyorum” ifadesini kullanırdım,” diye yazıyordu.

      Şakarim’in de Tolstoy gibi samimi ve gerçek anlamda pişman olduğu şüphesizdir. Ancak insanın bazen kendisini herhangi bir konuda ayıplaması ne kadar zordur. Gençliğinde avlanmaya harcadığı zamanla ilgili pişmanlık Şakarim’de ancak olgun yaşta ve tüm zamanını sanata harcamaya başladığında ortaya çıkmıştır. Ona şiir yazmak için gündüzler ve geceler artık yetmiyordu. O zamanla yarışıyordu ve sanki pişmanlığını dile getirerek şiir yazmak için Ebediyet’ten süre koparabilecekmişçesine gençlik hevesi olan avcılığı bile karalamaya hazırdı, fakat gençliğinde avlanırken o, doğayla gerçek bir uyum içindeydi ve Şıngıstav’ın her yerini çok iyi biliyordu. Bozkır hakkında şiirler yazıyor, kartalını besliyor, bazen av, bazen de yeni izlenimler peşinde en uzak dere yataklarına kadar gidiyordu. Şakarim’in tutkusu ara sıra ava çıkan Abay’a da geçiyordu. 1874 yılının yaz mevsiminde Abay yanına tüfeğini almasını da tembih ederek