Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

ilgili konulara çekerek meşhur şairin “Müminlerin Perişanlığı”nı yazmasından itibaren birkaç asrın geçmiş olmasına rağmen akraba Türk halklarının eğitim işlerinde hiçbir şeyin değişmediği üzerinde duruyordu. Abay’ı endişelendiren halkın bin yıllık uykusu Şakarim’i ilgisiz bırakması imkânsızdı.

      – Abay ağabey, nahiye müdürü olmak zor mudur? Diye sordu Şakarim.

      – Eğer kalbin taş gibi katıysa kolay, fakat kendini hep başkalarının yerine koyarsan zor.

      – Neden bizde nahiye müdürü olmak isteyen çok?

      – Aslında hep öyle değildi, dedi Abay. Eskiden halkın menfaatini savunamayan hiç kimse kadı, sultan veya han olamıyordu. Şimdiyse nahiye müdürleri, varlıklı insanların çıkarlarını gözeterek zengin olabileceklerini anladılar. Makam mücadelesi bundan dolayıdır. Bu, Kazakların gelenek ve göreneklerine aykırıdır, fakat bugün eski vasiyetlere kim bakıyor ki?

      Abay, çadırın en üst yuvarlak noktası olan “şanırak”tan görünen mavi gökyüzü parçasına bakarak derinden iç çekti. O, bir zamanlar hür olan göçebelerin kaybolmakta olan iradesinin gelecekte yeniden kazanılıp kazanılmayacağı konusunda düşünüyordu.

      Şakarim de yüz yıl sonra onları kimlerin, ne tür insanların değerlendireceklerini anlamaya çalışarak ilerisini görme çabası içerisindeydi. Göz önüne Abay’ın, belki de kendisinin de şiirlerini sesli okuyan güzel şahsiyetler geliyordu. O, özel bir güç hissiyle coşarak içinden kendine ait eseri okumaya başladı. Bu coşku gittikçe tüm varlığını sardı:

      Durun yiğitler! Geldi düşünme saati

      Bilgiler, gelenekler; her şeyi kapışalım abartısız.

      Yeter dolaşmak işsiz tuhaf cehalet içinde,

      Yoksa zaman acımasızca cezalandırır bizi.

      Esirgeme, hediye et insana seve seve,

      Zeki, makul fikri mevcut olan sende.

      Bize, örnek olamaz birinin kurnazlık, şerefsizlik, hilesi.

      Yeter ki put edinmeyelim kendimize.

      İdarecilerin iradesi yok ki taklit edelim.

      Onların tüm işi; çalmak ve korkudan titremek,

      Kirli fikirlerini iyi bir şey gibi sunmak.

      Yok, sonunda dehşet acı onlar için kaçınılmaz…

      Bu mısralar daha sonra “Gençliğe” adlı büyük manzum nutkunun içine dâhil edilmiştir.

      GERİ GELMEZ KAYIPLARIN VERDİĞİ ISTIRAP

      Göçebelerin yaşamı bazı hususlarda Şakarim’in en sevdiği eser olan “Bin bir Gece”nin kahramanlarının hayatlarına benzer; fakir aniden zengin, zenginse fakir oluyor, mutsuzlar birden mutluluk buluyor, hükümdarlarsa beklenmedik bir anda haklarından yoksun kişiler olarak karşımıza çıkıyor.

      Şakarim’in babası Kudayberdi, henüz gençken vereme yakalanmış ve 1865 yılının güzünü yatakta geçirmek zorunda kalmıştı. Babasını çok seven Şakarim, hafızasında net bir biçimde yer edinen babasının hastalık halini sonraları defalarca yakınlarına anlatmıştır. Oğlu Ahat, Şakarim’in anlattığı şu hikâyeyi aktarıyor:

      “Hayatının son senesinde babam çok nadiren ava çıkardı, zamanının büyük bir kısmını evde geçirirdi. Türkçe hikâyeler okumaya devam ediyordu. Sonbahardan itibaren zayıflamaya başladı, öksürükleri arttı. Daha önceleri babam uzun boylu, geniş omuzlu, heybetli, keskin bakışlı, beyaz tenli, siyah bıyıklı, siyah sakallı hareketli ve dinç biriydi. Son zamanlardaysa konuşması azalmadıysa da çok zayıflamıştı.

      Abay o sırada şehirdeydi. Ağabeysinin hastalığının şiddetlendiğini duyunca ilaç alıp köye doğru yola çıkmıştı.

      Şakarim, Abay’ın eve girip hastaya sarıldığı anı çok iyi hatırlıyordu. Kudayberdi, kardeşini gördüğüne çok sevinmiş, hastalığını unutarak canlı canlı konuşmaya başlamıştı. Abay, hastaya beyaz toz ve kırmızı renkli damlalar içiriyordu. Daha sonraysa onu acil olarak şehirdeki doktorlara götürmek gerektiğini söylemişti.

      – Doğru söylüyorsun, demişti Kudayberdi, fakat şimdi kış mevsimi, yazın muhakkak götürürsün.

      Havanın ısındığı ve bitkilerin yeşerdiği Nisan’ın ortalarında Kudayberdi hastalığının ilerlemesi nedeniyle artık yataktan kalkamaz hale gelmişti.

      “Evde çocukların oyun ve gürültüsü son bulmuştu. Eskiden yüksek sesle konuşanlar, şakalaşanlar, gülüşenler, gürültü edenler artık fısıltıyla konuşur olmuşlardı. Bana sanki etraftaki her şey sessizlik içinde donmuş gibi geliyordu. Bedenimi ümitsizlik sarıyordu ve kalbimde aşırı sık atmasına neden olan bir yük vardı.” diye anlatmaya devam ediyordu Şakarim.

      Şakarim babasının ölümünü çok zor kabullenmişti. Babasının yüzü, onunla geçirdiği mutlu anlar hayatının son günlerine kadar onun hep aklındaydı.

      Kudayberdi’nin ölümü Tobıktı Uruğu için büyük bir acıydı, çünkü o, yaşamının en parlak döneminde, cömertlik ve iyilikle dolu kalbinin yeni anlamlar kazanarak sonuna kadar insanlara açılmaya başladığı sırada vefat etmişti. Halk, fazla söze gereksinim duymadan bu tür faziletli şahsiyetlere her zaman değer vermiş, onları iyilikleriyle anıp onlar hakkında efsaneler oluşturmuştur. Kudayberdi vefat ettiğinde insanlar, akrabalık ilişkileri gerektirdiği için değil, kalpleri emrettiği için ona veda etmeye geldiler.

      “Babamın ölümü, bastonlara dayanan erkeklerin monoton sesleri, kadınların evdeki ağıtları, kalpte ağırlık yapıyor, canımı yakıyordu. Yaratan’ın yarattığı her şey İlkbahara uygun olarak çiçek açıyordu, benim düşüncelerimiyse sanki biri çok ağır bir şeyle ezmiş gibiydi. Kadınların olduğu evin yanından geçerken onların ağlamalarını duyuyordum. Onların tüm ağıtlarını ezberlemiş gibiydim. Kadınların yürek parçalayan hıçkırıklarını duyunca ben de ağlamaya başlıyordum. Kendimi Alpamıs-Batır’ın oğlu Jadıger’e benzeterek uzun bir süre yalnızken ağladım. Babamın beni şımarttığı anları, bana söylediği sözleri hatırlayarak gözyaşlarımı durduramadığım anlar da oldu. Tölegen’in kazlarla veda anı geliyordu gözlerimin önüne ve onun acıklı şarkısını hatırlarken sanki ben de kendi efkârlı şarkımı söylüyor gibiydim, “ sözleriyle hatırlıyordu o anı Şakarim.

      Kudayberdi 1866 yılının Nisan ayında, 37 yaşındayken, ardında beş erkek evlat bırakarak hayatına veda etti. Amir 14, Murtaza 11, Şahmardan 9, Şakarim 8 yaşlarında olup Irzıkbay ise henüz kırkından bile çıkarılmamıştı. İlk eşi Tölebike 36, ikinci eşi Botantay da 33 yaşında dul kaldı.

      Abay, ölmek üzere olan Kudayberdi’nin başucunda onun tüm babalık vazifelerini kendi üzerine aldı. O, sevgili ağabeysine çocuklara bakacağını, onlara iyi bir gelecek hazırlayacağına dair söz verdi.

      Kudayberdi’nin ailesiyle ilgili tüm sorumluluğu Kunanbay sessizce üstlendi. Bu yüzden nüfuzlu sülalenin ilgisi sayesinde Kudayberdi’nin eşleriyle çocukları, herkesin telaşının artmış olmasına rağmen, onun vefatından sonra da maddi anlamda kayda değer hiçbir zorluk çekmediler.

      Şakarim’i babasının ölümü öyle derinden etkilemişti ki onu büyükler, özellikle de annesi sürekli teselli etmek zorunda kalıyordu. Hassas çocuğun bilinci sevdiği kişinin yokluğuna uzun bir süre alışamıyordu. Büyüklerin sözleriyse babasının artık geri gelmeyeceğine dair hissi daha da güçlendiriyordu. O hep yalnız kalmak istiyordu ve bunun bir çocuk için alışılagelmişin