Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

görevinin getirdiği yükümlülükleri omuzlarından atan Şakarim nihayet uzun süre önce yazmayı aklına koyduğu “Nartaylak ile Aysulu” adlı ilk büyük manzum eserini tamamlayabildi, fakat XVIII. asrın konusunu temel alarak yazılan aşk dramı başarılı olamadı.

      Giriş kısmında şair esas konulardan söz ederek ailedeki anlaşmazlığa genelde kadın rakibin sebep olduğunu, ihanet etmenin doğru bir davranış olmadığını, kızı sevmediği birine başlık parası karşılığında vermenin bir ahlaksızlık olduğunu dile getiriyordu. Şair eserinde bu konuların çerçevesinden çıkamamış ve şiirdeki tüm olaylar iki obayla sınırlandırılmış mekânlarda geçmektedir.

      Şakarim, sonraki şiirlerine has olan büyük felsefi hükümlere ulaşmayı başaramamış. Sanatsal açıdan da “Nartaylak ile Aysulu” daha sonra yazılmış eserlerle kıyaslandığında zayıftır, fakat birçok araştırmacıyı eserin tarihi şaşırtmaktadır. Tüm yeni baskılarda “Nartaylak ile Aysulu” şiirinin tarihi, Şakarim’in şairliğin zirvesinde olduğu 1929 olarak verilmiştir. Eleştirmenlerin fikrine göre usta biri zayıf bir eser yazmış olamaz. Söz konusu şiirin ilk versiyonunu 1885’te tamamlayan Şakarim onun mükemmeliyetten çok uzak olduğunun farkındaydı. Ahat, babasının şu sözlerini aktarmaktadır:

      “Sanatsal açıdan “Nartaylak ile Aysulu” şiiri “Dubrovskiy” ve “Leyla ile Mecnun” şiirlerinden daha zayıftır. Bu, büyük bir ihtimalle, onun aceleyle yazılmış olmasından kaynaklanıyordur, fakat bu şiir piyese dönüştürülürse ilginç olacaktır.”

      Kısacası Şakarim, eserinin yeterince iyi olmadığını kabul ediyordu, fakat onun başka bir edebî türe uyarlanabileceği yönündeki ümidini yitirmiyordu.

      1929’da Karabulak tepesindeki Sayat-Kora adlı köyde Şakarim daha önce yazmış olduğu söz konusu şiiri mükemmelleştirmeye çalışıyordu, ancak insanın bilge olmasında gençlik hatalarının rolü büyüktür. Onları ortadan kaldırmak veya mükemmelleştirmek imkânsızdır. Yeni bir şiir yazmak daha kolaydır. Şakarim, şiirin mükemmeliyetten uzak biçimini biraz düzeltmeler yaptıktan sonra olduğu gibi bırakmaya karar verdi.

      1885 yılının Ağustos ayında Şakarim’in Tobıktı Uruğunun son resmi başkanı olan dedesi Kunanbay seksen bir yaşındayken yaşamını yitirdi. O çoktandır işlerden elini çekmiş, hizmetlerine layık olmadığı düşüncesiyle nahiye müdürlüğü seçimlerine de katılmamayı prensip edinmişti. Son yıllarını dua etmeye, kendine has dinî fikirlerin ve dünya görüşünün anlamını kavramaya adamıştı. Son zamanlarda hastalanmış ve zamanla yataktan hiç kalkmaz olmuştu.

      Kunanbay’la birlikte koca bir çağ da yok oldu. Büyük bozkır düzlüğünü etki alanlarına bölen uruk başkanlarının bozkırdaki hâkimiyeti de son buldu. Onun yerine Kazakların nahiye sınırları içerisindeki iyi otlaklarla çayırlar için birbirine düşman olmasına sebep olan yeni bir idari yapı geldi. Uruk başkanları için meçhul olan yetkilerle donatılmış nahiye müdürlüğü görevi için yapılan klan mücadelesi, yerel idarecilere ciddi ölçüde zenginleşme vaat ediyordu. Eski ataerkil kültürün normlarını tutunanlar yeni oyunun kurallarına artık uygun değillerdi. Bu yüzden hükümdarlığı kaybeden, fakat nahiye müdürlüğü görevi için yapılan kavgaya katılıp da onurunu yitirmeyen Kunanbay gibi bir şahsiyetin dünyaya veda etmesi Kazak tarihi devrinin tamamlandığı anlamına gelir.

      Hacı Kunanbay’ı İslam geleneklerine göre toprağa verip, taziye yemeğine katıldıktan sonra misafirler seneyi devriye vesilesiyle verilecek anma yemeğine tekrar gelmek üzere dağıldı. Kazaklarda büyük insanların ölümlerinin yılında “as” (aş) adı verilen büyük çaplı anma yemeği düzenlemek âdettendi. Söz konusu aşa Kazak bozkırının çeşitli yerlerinden çok sayıda insan gelirdi. Misafirler için çadırlar kurulurdu. Oyunlar, güreşler, “bayga” adı verilen uzak mesafe at yarışları düzenlenirdi. Çok sayıda hayvan kesilirdi.

      Bu geleneğe, yüklü miktardaki masrafları bazı ailelerin kaldıramaması sebebiyle, her zaman uyulmuyordu. Fakat Hacı Kunanbay sıradan biri değildi, onun oğulları da muhtaçlardan değildi. Bu yüzden bozkırda tüm sene boyunca verilmek üzere olan aşın büyük bir ihtimalle 1851’de Kunanbay’ın babası Oskenbay’ın ölüm yılı dolayısıyla verdiği meşhur yemeği geride bırakacağı konuşuluyordu. Bir yıl sonra 1886 yılının Ağustos ayında Kazaklar, babası Kunanbay’ın ölüm yılı dolayısıyla Abay’ın aş vermeme kararı aldığını duyduklarındaysa çok şaşırdılar.

      Akrabalarına Abay bu kararı aşa gelecek birçok avare insanı ağırlamak için büyük masrafların yapılacağı, uruk obalarının telafisi imkânsız zararlara gireceği ve sıradan insanların geçim olanağından mahrum kalacağı sebebiyle aldığını açıkladı. “Farz edelim ki biz çok sayıda insana ikramda bulunduk, belki fakirleri de doyurmuş oluruz, fakat ondan sonra insanlar bir yıl boyu nasıl yaşayacaklar? Aştan vazgeçip bir yıl boyu yoksulları doyurmak daha iyi değil midir?” dedi Abay.

      O, akrabaların aş için hazırladığı hediyelerle hayvanların Semipalatinsk’e götürülmesi yönünde talimat verdi. Aşı da Şakarim’le birlikte şehir camisinde ibadet edenlere verdi. İmam Kunanbay’ın ruhuna dua okudu. Eşyalarla erzaklar, olması gerektiği gibi, yoksullarla muhtaçlara dağıtıldı.

      Abay bununla yetindi ve Kazak toplumunda dedikoduya maruz kaldı. Herkes onu Kunanbay’ın ölüm yılı vesilesiyle yemek vermeyerek asırlarca devam eden ve halkı birleştiren geleneği bozmakla suçluyordu. Fazla uzak olmayan Bayanavul’da yaşayan ve Şakarim’in akranı olan Maşhur Jusup Kopeyev (1858–1931) adlı ünlü şair, Abay’ın kötü bir mizaç sergilediği fikrindedir. Düşüncesini o, Abay’ın “Yaz” adlı şiirine cevaben kaleme aldığı ve 1 Aralık 1889 tarihli “Dala Uvalayatı” gazetesinde yayımladığı yazısında ifade etmiştir.

      “Gazete okurlarına duyurulduğuna göre yayımlanmış şiirlerden biri Kunanbay’ın oğluna aitmiş. Şiirden şairin fakir olmadığı anlaşılıyor, fakat onun halk için faydalı işler yapmayı arzuladığı belli olmuyor… Biz Ibıray (İbrahim) efendinin sanatının Kunanbay’ın sanatından üstün olduğunu duyduk. Ve madem o zengin olduğunun altını çiziyor, bunu somut olarak teyit etmelidir… Biz bugün Kunanbay’ın hayatta olup olmadığını anlayamıyoruz. Kunanbay’ın yaşadığını söylemek için onda canlı insana has davranışları görmeliyiz, fakat göremiyoruz. Eğer o öldüyse bu durum duyurulmalıdır, ama o da yok.” diye yazıyor Maş-hur Jusup Köpeyev.

      Maşhur Jusup böylece alaylı bir şekilde Abay tarafından yapılmış sözde hatayı ima ediyordu. Geleneğe göre saygın kişinin ölüm haberi komşular aşa davet edilerek duyurulur. Davet yoksa demek ki kimseye ölüm haberi verilmemiştir. Dolayısıyla kimse ölmemiştir veya ölen kişi tanınan biri değildir.

      Kunanbay’ın evlatlarını cimrilikle, aş için harcama yapmak istememekle suçlayan başka insanlar da vardı. En çok da Abay’la Şakarim’in şiirlerinde bozguna uğrattığı kişiler öfkeleniyordu. Onların hoşnutsuzluğunu şiir daha çok arttırıyordu, çünkü Kunanbay’ın oğluyla torununun kaleme aldığı eserlerin gün geçtikçe artan şöhreti sayesinde söz konusu faaliyet adamlarının tarihte birer zalim olarak kalma olanağı zaman ilerledikçe fazlalaşıyordu. Daha sonra Abay tüm saldırılara “Kureku Sakinlerine Cevap” şeklinde tanınan hicivli bir şiirle karşılık verdi:

      Parçalanmış alınların bahtsız sahipleri,

      Öyle gideriz, zayıf düşünce de yaşamı sözsüz bırakırız.

      Kâğıt kurşunlardansa kimse ölmüyor,

      Yaşam boyunca biz övüngenler için hedefiz.

      Tuhaf, ama Kunanbay’ın