Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

endişesi hep vardı. Artık bir rakibinin olduğunu anlayınca Mauen’in huzurlu hali yerini kalbine kalıcı bir şekilde yerleşen gönül acısına bıraktı. Mauen’in ikinci eşi kabul etmesinin sebebi geleneklerin baskı yaptığı çaresizlikten kaynaklanmıyordu. Kocasını çok iyi tanıdığı için o, itiraz edip kendi istekleri yönünde ısrarlı davrandığı takdirde eşinin kalbini kıracağını, onu mutsuzluğa iteceğini, kendisinin de mutsuz olacağını biliyordu. Bize ulaşan bilgilere göre Mauen, Ayganşa’yı çadırın eşiğinde karşılayıp öptü ve “Hoş geldin, canım!” sözleriyle içeri götürdü. Yani Mauen birlikte yaşamayı kabul etmiş gibiydi, fakat başta annesi olmak üzere kaçırılan kızın akrabaları çok çabuk gelip evi bastılar. Ayganşa’nın annesi feryat ediyor, bağırıyor, kızını geri istiyordu. Tam bu sırada Ayganşa kararlılığını göstererek kesinlikle dönmeyeceğini belirtti. Şakarim ne yapacağını bilmiyordu. Beklenmedik ziyaretçileri misafir çadırına almayı denedi fakat gürültü daha da arttı. Gelenler kavgaya girişiyor, sıkıştırıyordu. Şakarim’in akrabaları mukavemet göstermeye hazır duruyordu.

      Obanın ortasındaki kargaşayı görüp dayanamadı Mauen. “Bu kadar rezaleti görmez olaydım!” dedi o ve eşyalarını toplayıp kaldığı çadırı terk etti. Mauen başka bir çadıra yerleşti ve o günden itibaren ayrı yaşadı. Daha uzak bir yere gidemezdi. Bilindiği üzere Kazak toplumunda boşanmak yasaktı.

      Ayganşa’nın kararlılığını gören akrabaları bir süre sonra Şakarim’i kadılar mahkemesiyle tehdit ederek elleri boş gitti. Aile reisinin eşlerine iyi imkânlar sağlayabildiği takdirde geleneksel Kazak toplumunda çok eşliliğin psikolojik sorun yaratmadığını düşünmek mümkündür. Aslında sorunlar vardı ve her ailede farklı şekilde çözülüyordu.

      Ayganşa’nın kaçırılması kargaşaya sebep oldu. Abay da üzgündü. Şakarim’in eve ikinci eş getirmesinden ötürü değil, bunu yapma şeklinden dolayı üzgündü. Ayganşa’nın dedesi, Şakarim’in Ayganşa’yı dünür düşmeden kaçırdığına öfkelenip sülalenin başı olması sebebiyle şikâyetle Abay’a gitmişti.

      Abay hemen yanına Şakarim’i çağırarak ona daha önce Kazak ve Nogay obalarının arasından su sızmadığını, onların sıkı bir ilişki içinde olup birbirine karşı hep saygılı davrandıklarını hatırlattı. Abay’ın çıkardığı hükme göre Şakarim, Nogay Hacının kızını kaçırdığı için elli deveyle beş yaşındaki yirmi atı suç bedeli olarak ödemeliydi. Her şeyi hesaplayan Abay cezanın beş gün içinde ödenmesi gerektiğini belirtti. Kararı çok adaletsiz bulan ve bu duruma şaşıran Şakarim, annesine gitti. O makul düşünmeye çalışıyor, bunun atalardan kalan gelenek olduğunu ifade ederek adalet istediğini söylüyordu:

      – Elli deve cinayet için ödenen bedeldir, fakat ben kimseyi öldürmedim. Bu kadar hayvanı niçin vermeliyim? Üstelik benim bu kadar hayvanım yok.

      Abay kararından vazgeçmiyordu, çünkü kızın babası adalet talep ediyordu.

      Şakarim’in yapabileceği bir şey kalmadı. Tölebike’nin tavsiyesiyle o, varlıklı amcalarından, yani Abay’ın ağabeylerinden at, inek, koyun topladı, onlara kendi hayvanlarından da ekledi ve dört gün sonra Nogay obasına elli deve bedelinde hayvan ve at sürüsü gönderdi.

      Gönderilen sürülerin dışında hayat tecrübesi bol olan Abay bir süre sonra Kunanbay sülalesinden bir kızı Nogay obasından bir delikanlıya gelin verdi. Buna karşılık Nogaylar da kendi kızlarını Kazak obasına vermeyi kabul ettiler ve Kazakların ifadesiyle “bin yıllığına dünür oldular.”

      Tobıktı toprağında barış sağlanmış oldu, fakat Şakarim’in ailesinde barış hemen hüküm sürmeye başlamadı. Suç bedelinin ödenmesiyle ilgili hikâye Şakarim’in maddi durumunun iyi olmadığını gösteriyor. O, borçlarını ödemek için hayvan sayısının arttırılması yönünde çabalamak zorunda kaldı. Yani Ayganşa’yla evlenme kararında duygulardan başka hiçbir etken yoktu. Şakarim’le Ayganşa aşklarını kaderin darbelerinden koruyabildiler ve Nogay obasındaki ilk görüşmede oluşan o heyecan duygusunu hayatları boyunca yitirmediler. Onların Gafur (Abdulgafur) (1883–1930), Cebrail (bebekken öldü), Kabış (Abdulla) (1887–1932), Ahat (Abdulahad) (1900–1984), Ziyat (1903–1937) adlı beş oğlu ve Külziya (Kampit, erken yaşlarda yaşamını yitirdi), Jakim ve Gülnar (Güllar) (1912–1970) adlı üç kızları oldu.

      ŞAİRİN ENDİŞESİ

      Şakarim av için iyi bir tüfeğinin olmasını hayal ediyordu ve bir yıl sonra Abay’ın çadırında yeni bir “vinçester” marka tüfeği görünce onun gözleri parladı.

      Bu av tüfeğini Abay, oğlu Magaş için Semipalatinsk’te yaşayan tanıdık bir Rus tüccara sipariş etmişti ve nihayet kullanılması rahat olan “vinçesteri şehirden getirdiler. Tüccar ürünün Varşova’dan getirildiğini söylemişti.

      – Abay ağabey, bu tüfeği gerçek bir avcı kullanmalı. Magaş ise henüz üç yaşında, ona sıradan bir çifte yeterli olur, dedi Şakarim.

      – Ne kadar gerçek bir avcı olduğunu bilemiyoruz. Önce ustalığını bir göster.

      Şakarim “vinçesteri alarak Dogalan Dağı’nın civarına gitti. Şansı yaver gidip karşısına dağ keçisi sürüsü çıktı. İkisini vurdu. Dağ keçilerinin derisiyle etini Şakarim, Abay’ın obasına götürdü.

      – Öyle görünüyor ki, “vinçester” tam sana göre. Al, hediyem olsun, fakat avcılıktaki başarıların için değil. Oğlunun doğması onuruna armağanım olsun, dedi Abay gülümseyerek. Şakarim de gülümsedi. Evet, bir ay önce oğlu Gafur dünyaya gelmişti.

      “Vinçesteri o nerdeyse hayatının sonuna kadar bırakmadı. 1930 yılında tutuklandığında tüfeğe de el koydular, fakat yaşamının son anları olan 1931’in Ekim ayında geri getirdiler.

      Oğlu Gafur’un çocukluk ve gençlik çağlarıyla ilgili hiçbir bilgi bize ulaşmamıştır. Bu yüzden onun korkunç 1930 yılındaki acılara direnen sarsılmaz ruhunun ne şekilde oluştuğunu anlamak zordur. Akrabalarının anlattıklarına göre Gafur ölçülü ve sağlam karakteriyle babasına benzermiş. Babasının ona çok zaman ayırdığı, özel bir dünya görüşü geliştirerek eğitimi ve terbiyesiyle ilgilendiği bellidir. Gafur’un, babası Şakarim’in en sevgili oğlu olduğunu söylemek mümkündür. Zaten Şakarim’e iktidarla yüzleşme esnasında cesurca direnme ve 1931’deki ölüm tehlikesine karşı koyma gücü veren de Gafur’un şiddete boyun eğmezlik sembolü haline gelen ölümüdür.

      Gafur’un doğumu, Şakarim’in hayatında belirli bir dönüm noktası anlamına geliyordu. Şahsi çiftliğiyle ciddi bir şekilde uğraşmaya başlamalıydı. Büyümekte olan aileyi geçindirmeliydi. Geleneksel üretim yöntemi koşullarında bu, hayvan sayısının mümkün olduğu kadar arttırılması gerektiği manasına geliyordu. Aileyi refaha götürecek başka bir yol yoktu, fakat sanat yolunun belirlenmesi gerektiği konusundaki sürekli düşünceler Şakarim için en büyük eziyetti. Her insanın hayatını planlarken yaşamını anlamlaştırmayı amaçladığı bir gerçektir. Şakarim hakikati idrak etme, mükemmelliğe ulaşma ve ideal arayışları konusunda usanmadan fakat şimdilik belli belirsiz tarzda düşünüyordu. Felsefesinin bu genel paradigmalarını somut davranış ve eserlerle doldurmalıydı. 1883 yılında biri eski zamanlardan gelen efsaneler, diğeri İslam kuralları olmak üzere iki istikamet onun aklını tamamen işgal etti. Tarihî bilgiler çoktandır, yani o, Kazak aile ve boylarının şeceresiyle ilgili malumatlar toplamaya başladığından beri kâğıda geçmek için can atıyordu. Ataları hakkında, büyük Kazak hanı Abılay hakkında Şakarim birçok unutulmaz hikâyeyi dedesi Kunanbay’dan dinlemişti. Dedesinin eski tarihle ilgili bildikleri açık ve her zaman