Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

o sözlerine adayların topladıkları oy sayısının eşit olması sebebiyle seçimin geçerli sayılamayacağını ekledi. Tercümanın bu duyuruyu kalabalığa aktarmasından sonra sesler yükseldi.

      Heyecanlı müzakereler başladı. Söze Abay karıştığında ise sesler kesildi. O ilçe başkanına bakarak Rus dilinde şöyle dedi:

      – Ben nahiye müdürü olarak şu genci tayin etmenizi rica ediyorum. Onun adı Şakarim, kendisi Kudayberdi’nin oğludur.

      Abay, Şakarim’i halkın görebileceği yere çıkardı ve kalabalığa seslenerek:

      – Şakarim’i seçsinler. Hepiniz onu tanıyorsunuz. Ben burada Kudayberdi’nin birçok dostunu görüyorum. O nahiye müdürüyken siz zengindiniz, barış ve birlik içinde yaşıyordunuz. Şimdiyse parçalanmış durumdasınız. Sizleri parçalayan seçimdir. Ancak bir atama sizi barıştırabilir, fakat güvenilir, rüşvetçi olmayan, yani tıpkı Kudayberdi gibi birine ihtiyaç vardır. Onun oğlundan daha iyisini bulamayız.

      Birden en coşkulu hatipler bile Şakarim’in adaylığını onayladılar. İnanılmaz gibi, ama Şakarim onlardan övgü dolu sözler işitti. Her şey rüya gibiydi. Şakarim fazla konuşmak durumunda kalmadı. Halkın yeni adaya sıcak baktığını gören ilçe başkanı, askerî valinin evrak işleri sorumlusuyla yaptığı kısa bir konuşmadan sonra Şıngıs nahiyesinin müdürü olarak Şakarim Kudayberdiyev’in tayin edildiğini ilan etti. Herkesten çok sevinen Abay’dı. Seçimler onun uruk içindeki gücünü ve tesirini göstermiş oldu.

      “Unutulanın Hayatı” adlı şiirinde Şakarim bu süreci kısaca şöyle anlatmıştır:

      Hatiptir o ve ustadır her işte;

      Böyle biri, herhalde, bırakmaz dizginleri,

      Diye iç çekerek karar verdi dedelerimiz

      Boynuma nahiye müdürlüğünü yükleyerek.

      Şakarim görevini henüz kongre bitmeden yapmaya başladı. Bazı sorunların anında çözülmesi gerekiyordu. Her şeyden önce ilçe başkanı nahiye müdürüyle onun yardımcısına ödenecek maaşın miktarını belirledi. Aylık tutarının düşük olması yeni nahiye müdürünü oldukça şaşırttı. Vergi miktarlarıysa yüksekti. Çadır başına ödenen vergi tutarı düşmek yerine artmıştı. İlçe başkanının sert ses tonundan itirazın kabul edilmeyeceği anlaşılıyordu. Vergiler parayla ödenmeliydi. Eğer ellibaşı konumundakilere halk vergileri hayvanla ödemişse nahiye müdürü hayvanları paraya çevirmek durumundaydı.

      Şakarim halkın vergi borcunun olduğunu biliyordu. Bunun içinde, ellibaşı konumundakilerin güya nahiye müdürlüğü göreviyle alakalı olarak topladığı ve halkın “kara vergi” adını verdiği haraçlar da vardı. Bu aslında yerel vergiydi. Şakarim hızlıca düşünerek “kara vergilerin” halk için ne kadar büyük bir talihsizlik olduğunu anladı. Oracıkta bu verginin tamamen kaldırılmazsa bile makul bir miktara çekilmesi doğrultusunda kesin karar aldı. “Acaba görevimle ilgili masrafları kendi çiftliğimden karşılayamaz mıyım?” diye düşündü.

      Asil düşüncelerinden başkanın nasihat niteliğindeki konuşması uzaklaştırdı. İlçe başkanı nahiye müdürünün çarın bozkırdaki gözü ve kulağı olduğunu söylüyordu. Bunun yanı sıra o, nahiyedeki işlerin hükümet siyasetine aykırı düşecek şekilde yürütülmemesi gerektiğini birkaç defa tekrarladı. Aksi takdirde nahiye müdürünün kafasını bizzat kendisi kesecekmiş.

      Şakarim sert nasihatlerden hiç etkilenmedi. Aklı daha çok çiftlik sorunlarıyla meşguldü.

      MERHAMET ŞİFRESİ

      Nahiye müdürlüğü ofisini obasına taşıyan Şakarim, tüm sorunların evde oturarak çözülemeyeceğini hemen anladı. Oba sakinleri, özel olarak çağırıldıklarında bile, nahiye müdürüyle görüşmeye pek de acele etmiyorlardı. Ona sadece zulümlere maruz kalanlar geliyordu.

      Genç nahiye müdürüne uzak obalara kadar gitmek zor gelmiyordu, çünkü doğduğu bozkırı dolaşmak onu hiç sıkmıyordu. Bozkır onun mahrem duygularını uyandırıyordu. Geniş alanda düşünmek Şakarim’e daha kolay geliyordu. Ufak tepe silsilelerinin bulunduğu tekdüze, uçsuz bucaksız düzlüğün neresi ilginç, diye düşünülebilir. Ender olarak ağaçlar çukurluklarda küçük ormanlar oluşturmuş durumda. Biraz ötedeki çalılara benzeyen boz benekler birden yamaç boyunca ilerlemeye başlıyor. Bu, akşama doğru çadırların bulunduğu yere dönen hayvan sürüleridir. Bir obadan başka obaya geçerken yol üzerinde bulunan mimarî yapılar sadece etrafı taşlarla çevrili mezarlardır. Gerisiyse şeffaf saflığıyla sonsuz mutluluk duygusu aşılayan sır dolu, ebedî doğadır, fakat mezarlar sadece öteki dünyaya dönüşü simgelemekle kalmaz aynı zamanda göçebelerin kalplerinin kapısını çalan tarihin ta kendisi oluverir. Her mezar taşı Uruğun münferit boyunun tarihidir. Mezar tepesinin ardında hasret dolu nazik bir bedenin yanı sıra tüm soyun bozkır sakinlerinin hafızalarında yaşayan tarihi gizlidir.

      Tepe ve vadilerin yanından geçerken Şakarim halkın daha iyi yaşaması için nelerin yapılabileceğini, nahiyede ne tür reformlara ihtiyaç olabileceğini düşünüyordu. Kendisini çevreleyen alanın çapına uygun olarak genel konularda düşünmek istiyordu, fakat aklına bir şey gelmiyordu, gerçi gelmesi de belki imkânsızdı. Rus idaresinin tüzük ve yasaları oba hayatının sığması gereken çerçeveyi oldukça katı bir biçimde daraltıyordu.

      Şakarim, kendisini en çok endişelendiren güncel sorunlara dönüyordu. Onun canını en çok sıkan şey, Abay’ın da dediği gibi Uruğun parçalanmasına neden olabilecek iki aile arasındaki düşmanlıktı. O bozkırda barış ve mutluluğun hüküm sürmesini içtenlikle diliyordu. Şakarim belagatini soydaşlarına iyi ilişkileri, müminliği, huzurlu emeği nasihat etmek için kullanıyordu.

      – Kıskançlık, hırs, tembellik insan ruhuna aykırı şeylerdir. Bu yüzden Allah’ın verdiğiyle yetin ve dürüstçe çalış, diyordu o genellikle.

      – Neden insanları düzeltmeye çalışıyorsun? Sen işlerinle uğraş, iç çatışmalarıysa görmezden gel, diyordu yaşlılar Şakarim’in yaptıklarına anlam veremeyip.

      – Gözlerini kapatabilirsin, fakat kalp gözünü nasıl kapatırsın? Dilini tutabilirsin, fakat düşünceyi tutmak imkânsızdır. Niyetler temiz, işlerse hayırlı olmalıdır, – diye cevap veriyordu bozkır bilgelerine has çok süslü genç nahiye müdürü.

      1879 yılının ilkbaharında ailede çok beklenen olay meydana geldi. Mauen, Şakarim’in hayatın anlamı hakkındaki düşüncelerini alt üst eden ilk çocuğunu, sağlıklı bir bebek dünyaya getirdi.

      Kutlamak için tüm oba toplandı. Kıymetli konuk olarak sevgili Kunanbay dede de teşrif etti. O, çocuğa isim verebilmek için fısıltı eşliğinde uzun süre mısralar üzerinde parmağını gezdirerek Kuran inceledi. Bu tür durumlarda sıkça yaptığı ukalalığa bu sefer yer vermeden Kunanbay ismi kutsal kitapta arayıp buldu ve çocuğa Abusufyan (1879–1925) adını verdi.

      Mutluluktan uçacak gibi olan Şakarim, görevini daha yüksek enerjiyle yapmaya başladı. O, oba sakinlerine iyimserlik ve şairlik için daha uygun olan özel bir ilham aşılayarak hiç usanmadan bir obadan diğerine gidiyordu. Aslında insanlarla iletişimde de ilhamın faydası büyüktü. Şakarim’i insanlar gülümseyerek karşılıyor, genç nahiye müdürünü gördüklerine seviniyorlardı, onun hür yaşam hakkındaki konuşmalarını dinleyip sanki önünde en az yüz yıl varmışçasına kurduğu planlarına hayret ediyorlardı.

      Şaşırtıcı, ama Şakarim’in müdürlük yaptığı dönemde Şıngıs nahiyesinde gerçekten de refah hüküm sürdü. Nispeten tabii. Komşular otlaklar yüzünden daha az tartışır olmuşlardı.