Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

geleneklerdir. İnsanlar tahmin edilenden daha çok yolculara kapılarını açıyor ve muhtaç soydaşlarının karnını doyuruyorlardı. Zenginlerin de sanki ejderhalar gibi fakirlerin elinden malını, hayvanını, otlaklarını almadığı kesindir. İyilik ve merhamet geleneksel toplumda sadece lafta değildi, çünkü nesilden nesile aktarılan göçebe yasaları büyük önem taşıyordu. Kazak halkının efsanevî sabrı ve zor dönemleri sebatkârlıkla atlatma imkânı veren sağlamlığı buradan geliyor.

      Günümüz edebî eserlerinde de Kazaklar hakkında aralarında birlik olmayan insanlar şeklinde bir düşünce mevcuttur. Aslında genel olarak halk böyle değildir. Asırlarca Kazak halkı içinde karşılıklı yardımlaşma geleneği varlığını sürdürmektedir. Zengin uruk sahipleri Uruğun güvenliğini her zaman düşünmüş, muhtaçlara ilk olarak yardım eli uzatmışlardır. Esasında onlar kendi saadetleri için olduğu kadar tüm Uruğun refahı için zenginleşiyorlardı.

      1879–1880 yıllarının kış mevsiminde göçebe halk yeni imtihanlardan geçmek zorunda kaldı. Aşırı soğuklarla buzlanma sebebiyle oluşan yem yokluğu ve hayvan ölümü kıtlığa neden oldu. Kazaklar genelde kış için yem stoklamaz adına “tebin” denilen kar altındaki kışlık otlağa güvenirlerdi. “Tebin”, tepmek anlamına gelen Kazakçadaki “tep” sözcüğünden türemiştir. Buzlanma olduğunda hayvanlar toynaklarıyla karın altındaki geçen yıldan kalan otlara ulaşamazlar.

      Göçebe hayattaki kıtlık modern devletlerdeki ekonomik kriz gibidir. Rus idaresinin hesabına göre o yılda Kazak bozkırında 12,7 milyon hayvan ölmüştür. Bu toplam hayvan sayısının %80’idir. Akmola vilayetinde 820, Turgay vilayetindeyse 1,5 milyon hayvan ölmüştür. Semipalatinsk vilayetinde kayıp daha azdı, Şıngıstau’da ise soğuklar ancak bir hafta sürdü. Hayvanları da bu korudu.

      Şakarim görevinin ilk yılında, Abay’ın tecrübesinden yola çıkarak, sanki kıtlığın olacağını hissetmişçesine nahiyedeki ot biçme işini düzene koymaya başladı. Bundan birkaç yıl önce Abay, Akşokı’daki çiftliğinde, bir Rus dergisinden okuyup öğrendiği yem ambarlama yöntemini denemişti. Otun biçilmesinden sonra Abay yemlik otu ufalama talimatı verdi. Ufalanmış otu bir çukura koyup sıklaştırdılar ve üstünü budaklarla, otlarla kapatıp tuz serptikten sonra toprakla örttüler. O sene Abay stokları unuttu. Kış sert olmadığından hayvanlar “tebin”le beslenebilmişlerdi. Bir sonraki kış ambarlama çukurunu açtıklarında aile mensuplarının şaşkınlığı görülmeye değerdi. Yem, sanki yeni biçilmişçesine tazeliğini korumuştu.

      İlk fırsatta Şakarim de yem ambarlama işiyle uğraşmaya başladı. Biçilmiş otların bir kısmı kurutuldu. Geriye kalan kısmı Abay’ın yöntemine göre çukura kapattılar. Kışın ayazında her ikisi de işe yaradı. Soğuklar daha fazla devam etseydi felaket kaçınılmazdı. Yine de kıtlığı önceden tahmin edebilmesi, Şakarim’in saygınlığını önemli ölçüde arttırdı, ona kendisinin hiç aldırış etmediği geleceği görebilen adam unvanını kazandırdı. Kışın o, obaları dolaşmaya devam etti, çünkü çiftliklerin durumu endişe vericiydi. Hemşerileriyle ilginç sohbetler yapıyor, ihtiyarlara ailelerinin şecere detaylarını soruyordu. Hem en basit, hem gerçekten evrensel konularda bilgili olduğu açıkça görünüyordu. Abay hakkında, daha doğrusu onun derinliği, ifade gücü ve fikir doğruluğuyla her Şıngıstav sakinini etkileyen şiirleri hakkında konuşuyorlardı.

      Soğukların gelmesiyle Şakarim, Karaşokı’daki kışlağına kapandı. Çiftlik işleri kışın da azalmıyordu. O, eşyaları tamir ediyor, hayvanlar için ek yapılar yapıyor, koşumların demir parçalarını çekiçliyordu. Akşamların birinde zamanı faydalı kullanmak için ufak bir kütüphane oluşturmaya karar verdi. Kitaplar uzun süreden beri sevgiyle ve özenle toplanmaktaydı. Kazaklarla diğer Türk halklarının tarihini yazma isteği kaybolmadı. Bu istek aksine daha da güçlendi ve gerçek boyutlar kazandı. Abay’ın da yardımıyla elinde gerçek bir araştırmacı gibi dikkatle incelediği Arap tarihçilerinin kitapları da vardı.

      Abay ona; Abülgazi Bahadır Han’ın “Türklerin Soy Kütüğü”, Nacip Gasımbek’in “Türklerin Tarihi” ve Türklerin tarihiyle ilgili bilinen en eski eser (XI. asır Türk edebiyatı) olan Yusuf Balasaguni’nin “Kutadgu Bilig”, yani “Mutluluk Veren Bilgi” adlı şiir kitabı gibi konuyla alakalı birkaç kitap daha temin edecekti.

      Vaat edilen tarihî eserleri beklerken Şakarim İslam tarihçisi ve halife döneminin ilahiyatçısı İbn et-Tebari’nin “Târihu’l-Ümem Ve’l-Mülûk”, yani “Peygamberler ve Hükümdarlar Tarihi” adlı meşhur kitabını tekrar tekrar okumayı severdi. İslam historiyografisinin babası kabul edilen İbn et-Tebari söz konusu eserini 914 yılında tamamlamıştır. Şakarim’de biri Arapça, diğeri Eski Türkçe (Çağatayca) olmak üzere kitabın iki nüshası vardı. Onların karşılaştırılmalı incelemesine o, birçok akşamını ayırmıştır.

      Otobiyografi niteliğindeki “Unutulanın Hayatı”nda şu satırlar yer almaktadır:

      Bilimin gücüne inandım ben cesurca,

      Kolumu sıvayıp işe koyuldum

      Ve kalbim serbestçe şarkı söylemeye başladı

          Üzerimden kirli tozu temizleyince.

      Şarkı ve söz yazarken döktüm ter

      Yeni bir anlam kazanır söz diye

      Özel bir özenle

          Hür düşüncelerimi teyit ederim.

      Hafız, Firdevsî, Sadî, Fuzulî, Nizamî gibi doğulu şairlerinin el yazması şiirlerinin kopyaları raftaki en güzel yerleri almışlardı. Onların yanında beyaz kâğıtla kaplı “Binbir Gece” kitapları vardı. Üst rafta Kuran bulunuyordu, sonrasında İslam hukukuna göre, tıpkı annesi Tölebike’de olduğu gibi “İslam İbadeti” ve “Muhtasarın” yer alıyordu.

      El yazma kitapların arasında okumuş Kazakların kendilerince Kunfuzı (vurgu son hecede) dedikleri Konfüçyüs’ün özlü sözleri de vardı. Sıkı bir iplikle tutturulan kitabı Abay ona akılda kalan bir nahiye müdürleri kongresinden sonra hediye etmişti. Kış akşamları yağ lambası ışığında Çinli bilgenin hikmetli nasihatlerini okurken onların kendi hayat prensiplerine yakınlığı Şakarim’i hayrete düşürüyordu.

      “Gerçek iyilik insanın yüreğinden çıkar. Tüm insanlar iyi olarak doğar,” cümlelerini okuduktan sonra o: “Hakikaten öyle!” diyordu yüksek sesle.

      “İnsanların ne söylediğini bilmeden onları tanımak imkânsızdır. İyi bir insan gördüğünde ondan daha iyi olmaya çalış. Kötü birini gördüğünde kendi kalbini tanı.” diye nasihat ediyordu Konfüçyüs.

      Nahiye müdürlüğü tecrübesi o kadar çok fikrin doğmasına neden oldu ki Konfüçyüs’ü okurken Şakarim bir anda, tıpkı sıtma sayıklaması gibi kafasında beliren sözleri hızla yazıya geçirmeye başladı. “Yalan konuşmayı kendisine yasaklamayan kötü niyetten kendisini alıkoyamaz.” diye yazmıştı o. Konfüçyüs’ün kitabını açınca cevabı anında bulmuştu: “Küçük bir mum yakmak karanlığı lanetlemekten daha iyidir.

      “Gerçekten de öyle. Karanlık halkı ne kadar tenkit etsen de onun eğitimine hiç olmazsa ufak bir katkıda bulunmadığın sürece hiçbir şey değişmeyecektir,” diye düşünüyordu Şakarim. O günden itibaren genç nahiye müdürü filozoflarla şairleri okurken kafasında oluşan fikirleri yazıya geçirmeye başladı ve onları yıldan yıla çoğaltarak hayatının sonuna doğru “Anlamlı Sözler” adı altında topladı.

      Oluşturduğu kütüphaneyle Şakarim sonraki dönemlerde hep gurur duymuştur. Kitapların sayısı fazla olmasa bile