Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

1893’te Abay, Ust-Kamenogorsk’a gidip birkaç gün Mihaelis’in misafiri oldu. Bu olay daha önceleri Semipalatinsk bölgesinin dışına çıkmamış şair için inanılmazdı.

      Yazın Mihaelis Abay’ın yaylasına misafirliğe geliyordu. Onlar Şıngıstav’ın ferahlık ve enginliğinin tadını çıkartıyor, saatlerce sohbet ediyorlardı. Ozanlarla müzisyenleri dinliyorlardı. Akşamları yalnız kalarak kitap okuyorlar, sabahlarıysa okuduklarını tartışıyorlardı. 1881 yılının yazında, nahiye müdürü seçiminden hemen sonra Abay, Şakarim’i Mihaelis’le tanıştırmak üzere yanına çağırdı. Çok kültürlü, zeki ve bilgili Mihaelis genç adamı bilgilendirmek için hemen işe koyuldu. Ona coğrafya, tarih ve matematiğe olan ilgisini sorup okuması için kitaplar önerdi. Ayrıca şehre dönünce bazı kitaplar göndermeye söz verdi.

      Ömrünün son günlerine kadar Abay ona çok şey öğreten Rus arkadaşından minnettarlıkla söz ediyordu. Mihaelis ona çok iyi bildiği Rusya’nın demokratik hareket tarihini, Rusya halklarının durum analizini, Belinskiy, Nekrasov, Dobrolyubov, Çernışevskiy, Turgenev ve Pisarev’in eğitimle ilgili fikirlerini öğretmişti. Bunun yanı sıra okunması gereken kitaplar konusunda tavsiyeler vermişti. Daha önceleri eline geçen her kitabı okuyan Abay artık arkadaşının önerisi sayesinde Puşkin, Lermontov, Goethe, Dostoyevski, Saltıkov-Şedrin ve Tolstoy’un eserlerini sistematik bir şekilde okumaya başlar. Birkaç yıl içinde okuduğu Spenser, Darvin ve tarihçi Dre-per’in çalışmalarını Abay öğrencilerine anlatıyor, 1881’den itibaren uğraşmaya başladığı çeviri işini sürdürmek için eserler seçiyordu.

      Mihaelis’in göndermeye söz verdiği kitaplar Şakarim’in eline sonbaharda ulaştı. Ona basit gibi görünen bu bilimsel kitaplar ilk başlarda ilgisini çekmedi. Şakarim’in daha sonraları oğlu Ahat’a anlattığı şu olay dikkate değerdir:

      “Dolgopolov, Mihaelis gibi arkadaşları gelince Abay beni hemen yanına çağırırdı. Ben onlardan çok yararlı bilgiler öğrendim, iyi öğütler aldım. Dolgopolov’la Mihaelis’in sosyoloji bilimiyle ilgili anlattıkları benim için büyük bir dersti ve hâlâ aklımda.”

      Münferit grupların çıkar çatışması bir hayli yorucu olsa da Abay’ın da yönlendirmesiyle Şakarim nahiyeyi başarıyla yönetiyordu. O, bozkırdaki olayları dikkatle takip ediyordu, çünkü obalar arasında otlak konusundaki anlaşmazlıklar bazen durduk yere bile çıkabiliyordu. Hayvan hırsızlarıysa birilerinin sürüsünü çalmak için her an fırsat kolluyor gibiydi.

      Zıtlıkların doğası hakkında Şakarim sohbet esnasında Abay’ın dile getirdiği fikirlerinden dolayı haberdardı. Söz konusu görüşler “Sözler Kitabı”nda yer almaktadır. Üçüncü Söz’de Abay şöyle diyor:

      “Ebeveynler kendi sürülerini çoğalttıktan sonra sürülerle ilgilenme işini çobanlara devredip kendileri doya doya et yiyip, kımız içip, güzellere bakıp, hızlı atları izleyerek bayram havasında yaşamak için durmadan çocuklarının hayvan sürülerinin daha semiz olması için uğraşıyorlar. Bunun sonucunda onların kışlaklarıyla otlakları daralıyor ve onlar nüfuzlarıyla birlikte makamlarını kullanarak, komşularının topraklarını hileyle veya zorla satın alıyorlar. Toprağından olmuş kişiyse kendi komşusunu sıkıştırıyor veya doğduğu yerleri terk etmek zorunda kalıyor. Bu insanlar birbirine iyilik dileyebilir mi? Yoksulların sayısı ne kadar çoksa iş gücü de o kadar ucuzdur. Geçim sıkıntısı çekenlerin sayısı ne kadar çoksa boş kışlakların miktarı da o kadar çoktur. O benim iflas edeceğim zamanı bekliyor, ben onun fakirleşeceği anı bekliyorum. Yavaş yavaş bizim birbirimize olan üstü kapalı antipatimiz açık amansız bir düşmanlığa dönüşüyor ve biz hırslanıyoruz, birbirimizle mahkemelik oluyoruz, gruplara bölünüyoruz, düşmanlarımız karşısında üstünlük elde etmek için nüfuzlu kişileri rüşvet vererek kendi tarafımıza çekiyoruz, mevki için dövüşüyoruz.”

      Tüm bunları Şakarim defalarca bilge amcasından duymuştu. Nahiyedeki sorunları çözerek kendisi de tecrübe kazanıyordu. Hizmetinin inceliklerini kavrayınca Şakarim, sınırlı yetkilere sahip nahiye müdürünün göçebe hayatta aslında fazla bir şey değiştiremeyeceğini anladı ve zaman geçtikçe bu görevin kendisine göre olmadığını düşünmeye başladı.

      Gerçekten de o dönemde Çarlık idaresi tarafından önerilen yönetim şekli bozkır hayatını geleneksel hukuka göre sürdürmek isteyen çoğu Kazak’ı zorluyordu. İdare, sert bozkır koşullarında güvenli hayatın sağlanması için çok fazla seçenek bırakmıyordu. Üstelik nahiye müdürlüğü görevi vergilerin çileden çıkardığı ve mevsimlik göçlerin geleneksel güzergâha göre yapılmasını engelleyen kuralların öfkelendirdiği Kazak çoğunluğunun tepkisini kazanmaya da neden oluyordu.

      Zeki, saygın şahsiyetler gizli lider şeklinde kalmayı tercih ediyorlardı. Nahiye müdürlüğü görevini ise vekiller yürütüyordu. Yönetim gücünün artık eskiden beri bozkırda olduğu gibi şahsi haysiyet ve niteliklerle belirlenmediğini açıkça gören Abay da böyle yapmaya başladı. Kazak kahramanları gibi halkın hoşlanmadığı hanları tahttan indirmek geçmişte kaldı, çünkü artık hanlar seçilmiyordu. Kendi idare yapısını ısrarla tatbik eden Rus yönetimine ise Kazaklarda karşı koyacak güç yoktu.

      Bu yüzden de Abay “Sözler Kitabı”nın Kırk Birinci Sözünde şöyle diyordu:

      “Kazak’ı eğitmeye, düzeltmeye niyetlenen kimse iki üstünlüğe sahip olmalıdır. Birincisi, büyükleri korkutarak ellerinden çocuklarını alıp farklı bilim alanlarına göre okutmak, ebeveynlerine ise bu eğitimin ücretini ödetmek için büyük mevkie ve nüfuza sahip olmalısınız. Böylece yaşlanan ebeveynlerin işlerini devralacak genç neslin doğru yolda yürüyeceğinden ümit edilebilir.

      İkincisi, ebeveynlerden rüşvet karşılığında çocuklarını alarak yukarıda bahsedilen şekilde okutmak için çok zengin olmalısınız.

      Fakat kimse günümüz insanlarını korkutacak nüfuza sahip değildir. Tüm ebeveynleri ikna etmeye yetecek kadar zenginlik de kimseye verilmemiştir. Korkutmazsan veya rüşvet vermezsen Kazak’ı herhangi bir konuda ikna etmek imkânsızdır. Babalardan kalarak anne sütüyle geçen cehalet, eti delip geçerek kemiklere kadar ulaşmış ve ondaki insanlığı öldürmüş.

      Nasıl yaşanır? Bundan böyle ne yapmalıyız?”

      Bozkır yaşamının bu “lanet olası” soruları Şakarim’i rahat bırakmıyordu ve son “Unutulanın Hayatı”nda o, göçebelik dünyası uyumunun neden kaybolduğunu anlamaya çalışarak defalarca nahiye müdürü olduğu döneme dönüş yapıyor. Genellikle Şakarim aile bireyleriyle yakın obalardan gelen misafirlerden oluşan dinleyiciler karşısında açıklıyor düşüncelerini:

      Benim cahil halkım,

      Sen yoksulları sevindirmezsin.

      Söz akını, tıpkı sel gibi yükseklerden gelen

              Dökülüyor, kaderleri değiştirmeden.

      Benden daha günahsızlar az değildir

      Kara cahiller de, okumuşlar da.

      Fakat kaderlerin gizemini onlar

              Bozkır azatlılarına açıklayamaz.

      Yirmi ile kırk arasında

      Hayat hep kolay gibi geliyor,

      Fakat yıllar geçti boşa…

      Cahil halk, talihsiz yoksullar ve şairin tutumunu belirten lirik kahraman kader üçgeninde bir araya gelmiş. O kendisini daha temiz, daha bilgililerle kıyaslamıyor, sadece kaderlerin gizemini açıklamak için bir arayış içerisinde bulunuyor. Boşa geçen