Yerlan Sıdıkov

Şakarim


Скачать книгу

pek de uygun olmayan bir şey oldu. Şakarim âşık oldu.

      Genelde o eve kapanır, ilkbaharda ise nahiyenin uzak çiftliklerini denetime çıkardı. Bir keresinde o geceyi bir Nogay obasında geçirmek zorunda kaldı. Tobıktı Uruğu mensupları Kazak bozkırlarına Kazan’dan gelen Tatar (Nogay) asıllı İskak tarafından temeli atılmış obayı bu şekilde adlandırıyorlardı. Kunanbay, Tatar göçmenden hoşlandı ve onu himayesi altına alarak ona otlak olarak kullanabileceği yerler verdi. İskak, küçük kardeşi Mahmut’u da bozkıra taşıdı. Onlar çok çabuk zenginleşti, obaları bile “zenginler obası” olarak tanınıyordu. Mahmut’un büyük ailesi Kazak ortamına uyum sağladı ve Şıngıstav’da artık “yerli” sayılmaya başladı. Aile reisi oluşmuş her türlü sorunu çözmeye yardımcı olduğu Kunanbay’la iyi ilişkiler sürdürüyordu.

      Şakarim’i de hayat tecrübesi olan Mahmut, büyük hürmetle karşıladı. Onu başköşeye oturtarak onuruna koyun kesti. Nogay obasının kızları güzellikleriyle meşhurdu. Muhtar Avezov da “Abay Yolu adlı romanında 1892’de Abay’la Dilda’nın sevgili oğulları Abdrahman’ın (Abiş’in) evlendiği Mahmut’un torunu Magrifa’nın çekiciliğini anlatabilmek için birçok kayda değer sanat üslubu kullanmıştır.

      Şakarim de bu güzellere kayıtsız kalamadı. Onu Mahmut’un oğlu Ibıray’ın büyük kızı, on yedi yaşındaki Ayganşa’nın güzelliği hayretler içinde bıraktı. Güzel, mevzun endamlı kız, annesine misafir karşılamaya yardım ediyordu. Şakarim gözlerini ondan alamıyor, bundan böyle sihirli rüyadan gelmiş gibi görünen bu kız olmadan yaşayamayacağını hissediyordu. Onunla konuşmayı çok arzuluyordu. Misafirin torununa olan ilgisi aile reisinin gözünden kaçmadı. Mahmut, evli erkeklerin sevdasını hoş karşılamadığını net bir şekilde belirtti. Nogay boyunda birkaç kadınla evlenen kimse yoktu, bu yüzden o, üçer eşe sahip olan Kazak zenginleriyle ilgili şakayı bile yersiz buluyordu.

      Şakarim ertesi gün, Ayganşa’yla yüz yüze konuşma imkânı bulabildi. Sohbet Şakarim’in kıza olan hayranlığını daha da arttırdı. Genç adam kızın güzelliği karşısında büyülendi ve onun etrafa yayılan iyiliğini görüp ruhları arasındaki yakınlığın göklerde önceden belirlendiği düşüncesine kapıldı. Şakarim’e bu kızı daha görmeden seviyormuş gibi gelmeye başladı, fakat Ayganşa, annesiyle babasının karşı olması nedeniyle onunla görüşemeyeceğini açık açık söyledi.

      Şakarim aynı gün içerisinde Nogay obasından ayrıldı ve daha yeni hissettiğini düşündüğü gerçek mutluluktan mahrum kalacağı düşüncesi bile onu üzmeye yetiyordu. Eşi Mauen’in sitem dolu bakışı geliyordu gözlerinin önüne. Ona ne demeli, bundan sonra nasıl yaşamalı? Çok eşlilik geleneğini uygulama imkânı var mıdır? Ataları dört eşe kadar alabiliyordu, fakat onların aile uyumunu ne şekilde sağladığı (veya ailede uyumun olup olmadığı) konusu onun için bir bilmeceydi. Gerçi ailedeki ilişkilerin yüzeysel tarafından Şakarim haberdardı.

      Kendi akrabalarından hiç kimse onun ikinci defa evlenmesine herhalde karşı çıkmayacaktır, fakat bunu zeki ve samimi hayat arkadaşı Mauen’e nasıl söyleyecekti? O “tokal”a, yani “ikinci eş”e nasıl davranacaktı? Ayganşa’nın akrabaları nasıl ikna edilirdi? Onu tekrar görüp göremeyeceğini Şakarim bilmiyordu, fakat gerçek mutluluğa ancak onunla ulaşabileceğini hissediyordu. İnsanın gençliğinde sevdikleriyle birlikte olamaması en korkunç şeydi, ancak kısa bir süre sonra özgür bozkır rüzgârı, ruh dinçliğini alışılmış hale getirdi. Şakarim’in kafasındaki sis de dağıldı. Güneş, oklarını yakındaki tepelere çevirerek batmaya hazırlanıyordu. Şakarim başını kaldırıp doğduğu Şıngıstav’a baktı. Kayalar tıpkı pırlanta gibi parlıyordu. “Bu dünyada niçin yaşıyorum? Sadece doğduğum ve yaşamak zorunda olduğum için mi? Fakat sevmeden, sevdiğine ulaşamadan nasıl yaşanır?” diye soruyordu o etraftaki tepelere.

      Çayır kuşunun gökteki ötüşü, kanat çırpan altın kartalın acı sesi doğada sürmekte olan yaşamı hatırlattı. Güneş, sevinçli bir şekilde dünyanın sonsuzluğunu anlatıyordu. Sağda kalan tepe kızılımsı sırtını onun ışınlarına dayamıştı. Öndeki derenin yanında rüzgâr eşliğinde kırmızı yapraklarıyla neşeyle hışırdayan ufak bir orman göründü. Onun coşkunluğu, kendisini artık mutsuz hissetmeyen Şakarim’e geçti. Sadece bir haftalık veya bir aylık bir zamana ihtiyaç vardı ve çözüm mutlaka bulunacaktı.

      Kafasında ansızın karşısına çıkan Tatar güzeli ile ilgili mısralar oluşuyordu. Bu, siyah badem gözlerin büyülediği ve gönlünü çaldığı lirik kahramanın duyduğu heyecanı, güneşinse sevgilinin güzelliği karşısında mahcubiyet duyup gözden tamamen kaybolduğunu anlatan oldukça uzun bir şiirdir:

      Sen zavallı yüreksin, ateş gibi yanıyorsun,

      Fakat ümitlerim boş karanlıktaki dumandır

      İrade de, sebatkârlık da, akıl da buharlaştı,

      Kalbimde boşluk ve hüzün oluştu.

      Neşeye sebep olmadı gözlerime görünmen

      Ve büyülü ağlarda şaşırdım ben.

      Sen baktın bana başımı döndürdün,

      Artık hayatımı sana feda ederim ben.

      Halkın nazarında, temiz ve dürüst olan Şakarim’i ikinci kez nahiye müdürü olarak seçtiler.

      O dönemde Abay’dan hoşlanmayan bozkır kodamanlarının iftirasıyla açılmış mahkeme davası yüzünden şair dört yıl boyunca Semipalatinsk’e gidip gelmek zorunda kaldı. Şakarim, Semipalatinsk’te zamanının çoğunu daha önce bir okuma odası şeklinde olan ve ilçe idaresinin ek binasında yer alan şehir kütüphanesinde geçiriyordu. Kütüphanenin genişletilmesinde siyasi sürgünler önemli rol oynuyordu. Farklı zamanlarda ceza sürelerini Semipalatinsk’te geçiren Aleksandr Lvoviç Blek, Çernışevski’nin öğrencisi Yevgeniy Petroviç Mihaelis, geleceğin anarşizm düşüncesinin savunucusu ve kuramcısı Apollon Andreyeviç Karelin ve ihtilale meyilli demokrat Nifont İvanoviç Dolgopolov varlıklı insanları hayır işlemeye davet ediyorlardı. Kütüphanenin kurulmasına Semipalatinsk tüccarları Pleşeev’le Habarov, Pavlodar tüccarı Derov ve Krasnodar tüccarı Yudin maddi katkıda bulundular. Kütüphanenin oluşturulmasında siyasi sürgünlere Kolmogorov ve Zemlyanitsın gibi âlimler de yardım ediyordu. Zaten yeni şehir kütüphanesi de 20 Eylül 1883 tarihinde Zemlyanitsın’ın evinde açıldı.

      1885 yılının yazında Semipalatinsk kütüphanesini Djordj Kennan adlı Amerikalı gazeteci ziyaret etti. “Sibirya ve Sürgün” adlı kitabında o şöyle yazıyordu:

      “Şehrin ortasında içinde ufak antropoloji müzesiyle tüm Rus dergileriyle gazetelerinin yanı sıra oldukça iyi bir kitap koleksiyonunun bulunduğu okuma salonunun yer aldığı sade ahşap bir bina vardır. Böyle bir kitap koleksiyonu aydınları ve onu oluşturanlarla kullananları onurlandırıyor.”

      Eski okuma salonunda sadece 274 kitap vardı. Kütüphanenin açıldığı daha ilk seneyse kitap sayısı 750’ye ulaştı. Bunlardan 94’ü felsefe ve sosyoloji, 75’i tarih, 120’si doğa bilimiyle ilgili kitaplar olup 410’u edebi eserdi. Kitaplar 130 kişi tarafından kullanılıyordu. En aktif okuyuculardan biri Abay’dı. Batı ve Rus edebî eserlerini okumak, tahlile dayalı bilimsel araştırma yapmak onun uğraşlarındandı. O, Dreper, Darvin, Bokl ve Spenser’in eserlerini inceliyor, ansiklopedik sözlüklerle danışma kitaplarını okuyordu, fakat en çok ilgisini Rus edebiyatı çekiyordu.

      Şehir kütüphanesi sayesinde Abay’la Şakarim sürgün Ruslarla tanıştılar. Özellikle de yazları Şıngıstav’a gelip kendilerini ziyaret eden Mihaelis ve Dolgopolov’la arkadaş oldular.

      Aralarındaki