ustasıdır. Onların vatanına dönme hakkını devlet korumalı ve onlara tazminat ödemeli. Ancak o zaman adalet yerini bulacaktır.
Gurbette yaşayan vatandaşlarımızın manevi gelişmesine yardım etme bizim borcumuzdur. Mesela 1 milyon Kazak yaşayan Özbekistan’da bir tane Kazakça gazete bile yok. Etnik grupların hakkları konusunda Kazakistan herkese önderlik edebilir. Ülkemizde basın, radyo ve televizyon 5 dilde hizmet vermekte. Bu halkları bir birlerine yakınlaştırır. Kardeş Uygur halkının bir kısmı yüz yıl önce doğu Türkistan’dan Jetisu’a gelip yerleştiler ve bugünlerde kültürlerini geliştirmekte. Dil Yasasında da etnik grupların hakları korunmuştur. Ülkemizde Uygur dilinde üç ayrı gazete yayınlanmakta, “Parvaz” seri yazılar antalojisi basılmakta, Jazuşılar Odağında uygur edebiyatı bölümü, “Mektep” basımevinde özel bir bölüm faaliyet göstermekte, Kazak Pedogoji Enstitüsünde uygur dili ve edebiyatı fakültesi, Bilim Akademisi yanından da Uygur Enstitüsü açılmıştır. Uygurların ülkemizdeki yaşam şartları, Özbekistan’da yaşayan Kazakların yaşam şartlarıyla kıyaslanamaz. Ama Kazak kültürünün Uygurlar arasında tanıtımı ve uygur kültürünün Kazaklar arasında tanıtımı hiç yapılmamakta. Uygur klasik yazarlarından sadece Bilal Kazakçaya çevirildi. Kazakların meşhur destanları uygur diline aktarılmadı. Yeni Hayat gazetesinin şubat ayı sayısında M. Obulkasımov’un “Bir Kitap Hakkında Söz” adlı makalesi yayımlanmıştır. Arap harfiyle basılan bu gazete sadece ülke sınırlarında değil, yabancı ülkelere de dağıtılır. Bu makalede profesör Suyunişaliyev’ın “Asırlar Poeziyası” adlı kitabı eleştirilmiştir ve makalede siyasi ve ilmi hatalara yol verilmiştir.H. Suyinişaliyev’in kitabında eksiklikler olabilir. Ama M. Obılkasımov, kendi makalesinde kitabı bir kenara bırakmış ve Kazak halkı hakkında kaba ifadelerde bulunmuştur. O, “Kazaklar eski kültürü olmayan, yazılı edebiyatı da olmayan, şehirler kurmayan, ekin ekmeyen bir halktır” diyor. Bununla da durmuyor, Kazakların “jer jannatı” dediği Jetisu bölgesini, Uygurların olduğunu iddia ediyor. Bir de, “XVI asırlarda Uygurlar, bu toprağı işgal etti” diye keşiflerde bulunuyor. Bu makale sahibinin ilmi bilgilerden de, ahlaktan da habersiz olduğu belli, ama bunun gibi yazıları gazete neden yayınlıyor? Söz konusu makalede Kazaklara hitaben söylenen bu kuruntuları gazete kurulu gözden mi kaçırmış? Aynı topraklarda yaşayan, bir havayı soluyan, aynı kaynaktan su içen Kazak halkına hitaben söylenen bu ağır sözler için, bir Uygur aydını basına çıkıp ta adaleti, objektif fikrini söyleyemedi. Oyundan yangın çıkabilir. “Yeni Hayat” gazetesi basın kurulu, Kazakistan topraklarında yaşayıp ta Kazaklara karşı nefret dolu nutuklarda bulunan şahısın hatasını ortaya çıkarıp, aldığı pozisyon için icap eden uyarılarda bulunacağını ümit ediyoruz.
– Rahmankul ağa, şimdi de şu anda meşgul olduğunuz ve geleceğe doğru planlarınızı dinlemek istiyoruz…
– Son çalışmalarım folklor sahasında uzun zamandan beri yasaklı olan konular, Kazak-Nogay jırları. “Orak –Ma-may”, “Karasay-Kazi”, “Kırım’ın Kırk Batırı” destanlarının bazı bölümleri üzerinde çalışıyorum. Bu destanların gelişme sürecini, şekil özellikleri, edebi derecesi ve Kazak folklorundaki yeri konusunda monografi hazırlıyorum. Kazakistan Yazarlar Kurumu, folklor kolu sorumlusu olarak, sözlü edebiyat ürünlerinin derlenmesi, araştırılması ve yayını işlerine katılıyorum. “Sovettik Turkologya”, “Juldız” dergilerinde yayın kurulu uyesiyim ve başka da sosyal kurumların üyesi olarak bir çok faaliyette bulunuyorum.
– Sizi halk daha çok Almatı Kazak Edebiyatı ve Sanatı Halk Üniversitesi rektörü olarak tanıyor. Üniversitenin yeni yıl için hazırlıkları nasıl? Özellikleri nelerdir?
– Bu ay halk üniversitesinin 26. yıldönümü. Bu çeyrek asır içerisinde Kazak edebiyatı, kültürü ve folklorunun 1.5 bin yıllık tarihi ile ilgili 378 ders verildi. Bununla birlikte tarihi, dili ve kaderi yakın halkların edebiyatı ve kültürünü de tanıtmayı kendi görevimiz biliriz. Halk üniversitesinde Rus, Özbek, Uygur, Ermeni, Kırgız, Alman edebiyatı özel dersleri verildi. Önümüzdeki sene Tatar ve Kore kültürü günleri organize etmeyi planlıyoruz. Halk üniversitesinin amacı, Baykaldan Balkan’a kadar yaşayan Türk-Moğol halklarının manevi abidelerini nasihat emektir.
Halk üniversitesinin bir görevi de, atışma geleneğini, jırşılık ve kuyşilik mekteplerini desteklemektir. Bu senenin özelliği şudur, bu sene kültür miraslarımız ve kardeş halklar arasındaki manevi bağa yönelik çalışmalarımız olacak.
– Sohbetiniz için çok teşekkür ederiz. Hayırlı çalışmalar dileriz.
Verdiği Söz Yeminden Sağlam Olan Halk
(“Örken” gazetesi muhabirinin sorularına verilen cevaplar)
– Son yıllarda çıktığı kökünü, soyunu unutanlara mangurt denilmekte. Bu terim, Şıngıs Aytmatov’un “Borandı Beket” romanından sonra mı kullanılmaya başladı, yoksa eskiden de kullanılan bir terim miydi. Mangurt ne anlama geliyor, o ne zaman ve hangi sebeplerden dolayı ortaya çıktı. Onun tarihi içtimai sebepleri ve eğitici tarafı hakkında bilgi verebilir misiniz?
– “Mankurtluk” kavramı halk arasında eskiden biliniyor. Konuşma dilinde “mankurt muşsun ya” tavrını çok duyuyoruz. Bu söz destanlarda ve masallarda da sık rastlanan bir kelimedir. Son zamanlarda arhaizme dönüşen bu kelime, Kırgızların zirve yazarı Şıngıs Aytmatov’un “Borandı Beket” romanından sonra çok kullanılmaya başladı. Zamanında bu kelime için meşhur yazara küsenler de oldu. Mankurt kelimesinin anlamı çok ağırdır. Mankurt demek tarihî bilincini yitirmektir, ait olduğu ailesine değer vermemektir, kendi öz kültüründen haberi olmamaktır, hiç tereddüt etmeden kötülük yapmak demektir ve de kendisi cahil de olsa kendisini bir şey saymaktır, bir sözle özetleyecek olursak, kendi annesini düşünmeden vuran yaratıktır. Bu ve başka da kötü nitelikler, niyetler bir arada bulununca mankurtluk ortaya çıkar. Kazaklar arasında bunun gibi mankurtler ve yarı mankurtlerin çok olmasının sebebi ortadadır. Bu ilk önce kendi halkının zengin tarihinden habersiz olmaktır. Çok eskileri demiyoruz ama son 1.5 bin yıllık tarihimizi, öğrenmek isteyenlere imkanlar vardır günümüzde. Çok eskilerdeki Hunlar, Saklar, Uysin-Kanlı devrini demiyoruz, bizim çağımızın V-VII asırlarında yaşayan Türk Kağanlığı devrinden bugüne kadar türlü tarihi olaylar yaşandı. Şu anda okullarda 1.5 bin yıllık tarihimiz okutulmaktadır. Maalesef bizim Rusça konuşan aydınlarımızın bir çoğu, bu malumatlardan habersiz yaşıyorlar. Bilmediği için de halkının tarihi ile gurur duyamıyor. Bir taraftan onları da suçlayamıyoruz. Çünki, tarihimiz hakkında okunacak kitaplar, araştırma yazıları ve eserler çok az. Türk Kaanatı, Oğız-Kıpçak Birliği, Karahanlılar Devleti, Altın Orda dönemi, Kazak hanlığının teşekkülü, v.s konular hakkında köklü monografiler var mı? Bunun gibi nice köklü araştırmalara konu olabilecek meseleler el değmeden bir kenarda hala bekletiliyor. Bugünlerde belgesel yazılardan “Kazaklar XV asırda fayda oldu” ifadesini sık sık okuyoruz. Bu düşünce cahillik göstergesidir. Oysa bu kadar büyük ve kutsal toprakları yurt edinen bu halkın bir kökü, soyu olmaması mümkün mü? XV asırda havadan, gayıptan mı fayda oldu? İşte bu görüş, tarihimizi araştırmamıza engel oluyor. XV asırda KAZAK adını alan Kazak halkının (bu hanlığı kuran boyların) en az 1.5-2000 yıllık tarihi vardır. Yani bu demek oluyor ki, Kazak halkının temelini oluşturan boylar ve kabileler, ta eski zamanlardan beri bu topraklarda yaşaya gelmişlerdir. Tarihimizi etraflı bir şekilde anlatamadığımız için, bazıları, eski Türk dilli abidelerin Kazaklarla bir ilgisinin olup olmadığını sorup duruyorlar. Eski şecerelerimizin durumu buysa, “yakın tarihimizi de iyi biliyoruz” diyebilir miyiz. Bunun için söylemesi zor olsa da itiraf etmek gerekiyor: BİZ TARİHİMİZİ