Marhabat Baygut

Ses Rengi


Скачать книгу

teselli onun için. Yıkılmak üzere olan zavallı okuldaki öğrencilerin sayısını arttırmaya yardımcı olurlar hem. Köydeki iki üç öğretmenin Sıpeken’i başlarının üzerinde tutmalarının nedeni işte bundandır. Artık Yeleken’e gelecek olursak Stalin’i sövüp duran Ürpeken’in bile onun yanında az da olsa susması gerekir. Yeleken, zamanında zengin toprak sahipleri listesine alınıp sürgün edilmiş. Sonra döndüğünde paçadaki biti başına çıkacak kadar sefil yaşam sürmüş, çok sıkıntılı yıllar geçirmiş. Savaşta esir düşünce kaçarak memlekete döndüğünde hem eş dost sırtını dönmüş, hem devlet yetkilileri baskı yapmış. Bunlara bir de eşinin erken ölümü eklenecek olursa küçük bir şeyde kanının beynine sıçramasına, saldırgan yapısına anlayış göstermek mümkündür. Yaşlı adamların hepsi anlıyor. Teşekkür ederiz.

      – Hadi gidelim, dedi Yeleken. – Git diyecek, saygıyla sofraya davet edecek kimse var mı ki? Toz toprak içinde kalan Şarkakpa’ya bombayı atıverip arta kalanını şu Evliyaata ile Çim-kent’teki fosfor aslanlarının ağzına eşit bir şekilde döküversen keşke!

      – Bir tek sen sağ kurtulup tek başına kalakalsan, bir kenardaki tepeden alaylı alaylı baksan değil mi? dedi Arzımbet. – Hadi kalkacaksak kalkalım. Yoksa ılık çaydan da mahrum kalırız. Bismillah!

      Şarkakpa, eski zamanlarda cennet kadar güzel bir şehirmiş. Şimdi de şehri aratmayacak güzel bir ilçeye dönüşebilir. Arka tarafında dağ, ön tarafında göl. Konırdağ’dan şırıl şırıl akan su ne muhteşem! Dağın yamacında koyunlar otlayıp kuytu yerlerinde atlar kişnese keşke… O bölgeler az gelecek olursa Bilikgöl’ün çayırı da duruyor boş boş. Dağ tarafından şırıl şırıl gelip bıcır bıcır bir şeyler söyleyen, fakat köyde istenmediğinden çocuk gibi küsüp bataklığa batan pınarın durumu ise şudur. Her bir evin etrafını çevreleyip bahçe ekilse ne bolluk, ne bereket olurdu. Kimse bunu yapmadı, millet şehre geçti. Böylece köyden devlet kuşu uçtu, akıllar azaldı, bünyeler zayıfladı, beyazlar kir tuttu, kısmetler kesildi, köpek havlamak yerine ulumaya geçti. İnsanları bilincini yitirip geleceği kararan Şarkakpa’nın zifiri karanlıkta toz ve toprak içinde kalarak can çekişmesi tüyleri ürpertiyor.

      Ürpeken ötecek olursa her şeyin sorumlusu o bıyıklıdır. Yeleken konuşacak olursa bir zamanlar zengin toprak sahiplerinden alıkoydukları varlığa sahip çıkamayan fakir fukara suçludur. Sıpatay, Hruşçev’i yerer, Andropov’u över. Ojan, herkese, özellikle de Brejnev’e çok minnettar. Arzeken’e göre ise kaderine eziyet yazılmış Kazak halkının her yerini saran marazdır.

* * *

      Aniden ortaya bir haber atılıp hemen yayılıvermişti. O haber Şarkakpa’ya da bomba gibi düşmüştü. Bomba haber şuydu: İkinci Dünya Savaşı engellilerine, o sıcak savaşa katılan herkese birer araba tahsis edilecek! Tamamına. Herkese. her birine birer birer. Araba. Şöyle böyle araba değil, eskiden altmışlı yılların ortalarında ancak çok nadir insanlara tahsis edilen küçük, basık ve böcek gibi arabamsı araçlardan değil. Bildiğimiz “Moskviç” markanın yeni modellerindenmiş. Bununla ilgili olarak ilçe yöneticilerine gazilerin listesinin yeniden yapılması, belgelerin tekrar düzenlenmesi talimatı verilmiş. Elbette gazilere gıcır gıcır arabaları bedava hediye edivermeye bizim engin devletimizin imkânı henüz yoktur. Belki de olabilirdi, ancak sosyalizm yapısı ilk başlarda doğru bir şekilde başlamasına rağmen sonraları bir o tarafa, bir bu tarafa çekilerek yolundan saptırılmış, parçalanmıştı. Bu yüzden de İkinci Dünya Savaşı gazilerinin tahsis edilecek arabanın tutarının yarısını, yüzde yetmiş beşini, belki de tamamını ödemeleri gerekebilirmiş.

      Bazı köylerin ak sakallıları ile kara sakallıları belgelerini tastamam edip uzaktaki ilçe merkezine yolculuk yapmış bile diyorlar. Birtakım köyün birçok yaşlı adamları da bırak araba almayı, ne arabayı sürmeye, ne de binip oturmaya durumları olduğunu, çay ve şekeri zorla aldıklarını, devletin kendilerine bakacaklarına inandıklarından o hâle geldiklerini söylemiş, köpeğin bile yemeyeceği o demir parçasını verip güya memnun edeceklerine parasını vermelerini istemişler. Şöyleymiş de, böyleymiş. Değişik değişik söylentiler varmış ortalıkta.

      Şarkakpa’nın yaşlıları içlerine kapanıp sessizliğe bürünmüşlerdi. Hatta toz ve topraktan uzakta bulunan tepede toplanmayı bile bırakmışlardı. Araba meselesi beş ihtiyar adamın kafasını karıştırıp birkaç gün içerisinde iyice yaşlandırmıştı.

      Hepsinden iyisi yine Ojan’dı. Karadağ’daki kızı “Araba verecekleri doğru ise alırız. Kenardaki paramız yarısını da, yüzde yetmiş beşini de ödemeye yeter. Tamamını isteyecek bile olsalar hiç merak etmesin”, demiş.

      Sıpatay sıkıştı. Alkol ve sigara düşkünü çocuklarının bir tanesi bile en ufak fikir belirtmemiş, kendilerinde alıp almamasını söyleyecek güç bile bulamayıp biralarını kafalarına diktikleri hâlde kalakalmışlar. Çocuklarından destek istemek için Karadağ’ı geçip Janatas’a kadar giden zavallı Kamıtayak Kanım-kül boşuna masraf yapmış, yorgun argın zor dönmüş.

      Ürpekbay ürpermiş. Yine de belli etmek istemeyip Stalin’i hedef aldığı gibi arabaların hiçbirini beğenmeyip burnu havalarda oturuyormuş. Bırak yarısını, çeyreğini bile ödeyecek hâlinin olmadığını kabul edecek gibi değilmiş.

      Yelemes’in evine üçüncü günün gecesinde uyku saatlerinde iki genç adam gelmiş. İsteklerini üstü kapalı iletip tekliflerini fısıltıyla söylemişler. Kısacası arabayı kendisi alıyorsa ne âlâ, ancak öyle bir düşüncesi yoksa hakkını bu iki kardeşinden birine versinmiş. Üstüne üç bin somu hemen şimdi bırakırlarmış. Yeleken öyle düşünmüş, böyle düşünmüş. Oflayıp puflamış, tansiyonu yükselmiş ve bir, iki gün içerisinde cevap vereceğini söyleyip yatağa uzanmış.

      Sıpatay, abdest almaya dermanı yok, siyah ibriği bir yanda, kendisi diğer yanda otururken ona da Şarkakpalı fosfor madeninde çalışan bir delikanlı uğramış. Genç adamın ne dediğini, ihtiyarın ne cevap verdiğini net bilen kimse yok. Sonuç itibarıyla ertesi gün Sıpatay bahadıra seksen yıllık yaşamında bir defa nasip olmayan tatil paketi gökten inivermiş ve Evliyata yakınındaki kaplıca evlerine doğru yol gözükmüş. Madendeki ağır aracın sahibi hafif araçla gelip götürürken çarpık bacak karısı dört toklu ile tek keçenin arasında elini sallayıp kalakalmış.

      Aradan iki gün geçer geçmez Yelemes ihtiyar iki bin somu uçkuruna gizleyip yakınlardaki bankası olan ilçeye doğru yolculuk yapmış.

      Bu köyün beş ihtiyarı bir araya gelmeyi, sırlarını paylaşmayı bıraksalar da tüm sırlar geçen senelerde Bilikgöl’ün kimya fabrikasının atıklarından katliam olan balıkları gibi her şey su yüzüne bir bir çıkıyordu.

      Dördüncü gün olmalı, Ürpekbay ihtiyara da sıra gelir. Okulda öğretmenlik yapan Yensebek evine yemeğe davet eder. Soğuk yüzlü, hastalıklı görünen ve selamlaşır selamlaşmaz sırtını dönme alışkanlığına sahip bu öğretmenin evinde o güne kadar hiç bulunmamış meğerse. Bir köyde oturup nasıl olur da bir kez bile ayak atmamış! Bu zamanda bunun gibi ilginç şeyler çok yaşanır. İşte şimdi o eve doğru gidiyor İkinci Dünya Savaşı gazisi, büyük lider Stalin’in gerçek düşmanı Ürpeken. Yensebek’in kapısının önü tertemiz parlıyor, tıpkı göl yılanları daha şimdi yalayıp gitmişler. Kendisi desenli takke giymiş, iki elini birden uzatarak selamlaştı. Göle bekçilik yapan büyük oğlunun elinde havlu. Genelde yan bakan ve içindeki çirkinlik yüzüne vuran bodur gelin de pek çirkin görünmüyordu.

      Evine girenin çıkmak istemeyeceğini söyleyenler haklıymış.

      – Masaya mı oturalım aksakal? dedi Yensebek. – Yoksa yer daha mı iyidir?

      Ürpeken