Marhabat Baygut

Ses Rengi


Скачать книгу

hepsi doğru mudur, yoksa herkes aklına eseni mi yazıyor acaba?

      – Yeter, kızıl kurt gibi uğuldaşmayıp Şarkakpa’nın saygın ihtiyarları, soylu aksakallar gibi sırayla konuşsanıza.

      – Şu hâlinize bakmaz, gençlere kızarsınız bir de.

      – Burada böyle oturuyor olmamız bile muhteşem.

      – Soylulukta bir değer, ihtiyarlıkta bir hayır kaldı mı diye neden sormazsınız? Zaman değişti, köy bozuldu kardeşler.

      Şarkakpa Köyü’nün toz toprak ve pislikten uzakta bulunan yüksekçe bir yerinde her zamanki gibi akşama doğru toplanan beş ihtiyar grubuna bisiklete binmiş bir çocuk yaklaştı:

      – Dede seni ninem çağırıyor, dedi çocuk bir ayağını yere değdirip. – Karadağ’dan ablam geldi, sabun getirmiş, ninemle ikisi senin gömlek ve pantolonlarını yıkamak istiyorlar.

      Ojan ihtiyar yerinden kalmaya yeltendi, etrafına kibirli bir bakış attı güzelim ata benzemeye çalışarak.

      – Sevindiği şeye bak zavallının, dedi Yelemes ihtiyar arkasına dönüp tükürerek. – Torununa “sen” demeye nasıl izin verdin? Neden “siz” diye kibarlık etmez? Şu karına selam söyle gömlek ve pantolonlarını yıkayıp durmasın, anladın mı? Kışlık kıyafet Eylül’de eskir derler. Biliyorum çamaşır yıkamayı pek sever. Dükkânda kumaş da tükeniyor, onu da düşünsün.

      – Tükenmeyen ne kaldı ki?

      – Hey ya. Sabuna bile babamız askerden gelmiş gibi seviniyoruz.

      Ojan gidince dört ihtiyar kaldı.

      – Karısı var köyde, sabun temin eden kızı var şehirde, bu da mutlu Allah canını almasın, dedi eşi olmayan Yelemes ihtiyar.

      – Gözünü sevdiğim Andropov hiç olmazsa beş sene kalsaydı bizim çektiğimizi kimse çekmezdi.

      – Hey ya, iyi dedin. Bir çift laf etmeden de düzeni kurmuştu, ne yazık ki…

      Dört ihtiyar hep birlikte kısa bir süre sessizce oturdu. Bir an kendilerine doğru gelen yaşlı bir kadını gördüler. Dördü birden yaşlı kadına bakakaldı.

      – Bu hanginizinki? dedi Arzeken.

      – Kim olacak, Kamıtayak Kanımkül’dür. Ayağa kalk Sıpatay bahadır! dedi Yelemes.

      – Yüksekteki eti beğenmeyen kediliğini bırakmazsın değil mi uyanık dostum, diye Sıpatay da Yelemes’e hemen laf yetiştirdi. Karısı bunların bulundukları tepeye yan bakış atıp elini alnına götürerek doğu yöndeki Konırdağ tarafına baktı. Sonra çıplak ayağına giydiği lastik ayakkabısını çıkarıp çakıl taşlardan temizledi. Çarpık bacakları az bir şey gözükünce yaşlılar hep birlikte yere bakar gibi yapılar.

      – Toklularından biri yok, üçü gelmiş bir şekilde. Sense yan gelip yatıyorsun bakıyorum, dedi karısı Kanımkül. – Kalk hadi. Sen şu topalın evinden aşağı doğru iyice bir bak. Ben de yukarı doğru sürüneyim. Ramazan için sakladığın hayvanı biri keser de yerse elin boş kalakalırsın zavallım.

      – Arzımbet’e topal, Sıpatay’a zavallı dedin. Yelemes’le bana söyleyeceğin bir şey yok mu? dedi Ürpeken.

      – Sen otur oturduğun yerde ağız kavafı. Kemiği kurumuş Stalin’den söz etmeye devam et istersen, dedi Kanımkül hiç lafını esirgemeden. – Yelemes’e dul kalmasını söyleyen ben değilim. Karısının kanını delik yapmadan emip erkenden öldürmüş, rahatına kavuşmuş bu zalim.

      – Al işte, ağzının payını aldın işte. Sen ağız kavafı, ben de zalim oldum, dedi Yeleken yüzü kızararak.

      – Kazakların kutsal kabul ettikleri yedi hazineye kadın dâhil mi, dâhil değil mi? Bir tanesinin köpek olduğunu iyi biliyorum da, dedi Arzeken.

      – Karı kız milletini sen daha iyi bilmez misin? Onu neden bize soruyorsun? diye esnedi Ürpekbay. – Stalin, tüm halkın aklını alıp iyice aptallaştırmıştır. Hepimiz etraflı ve tam düşünemeyip hayatımızı yüzeysel biçimde yaşıyoruz. Ülkenin yarını ne olacak, iyice gerileyip bozulan köyün ne olacak? Gelişeceği yerde geride kalıp alaya alınan şu okuluna bak. Öğrenci sayısı da az. Geçen Cumartesi yapılan düğünün kanlı kavga ile bitmesine ne dersin? Ya dünkü Nazar’ın cenazesi? Adam başına beşer somdan jırtıs8 dağıtılmasaydı kim gelirdi? Kim yas tutup defnederdi? Şarkakpa’da doğan çocuklarının birinin bile elinden iş gelmez. Benden çoğalanların dahi içinde Allah kahretsin adam olacak birini bulamazsın. Bunların hepsi öncelikle Stalin’in suçudur.

      – Ne yani, Stalin Şarkakpa’ya gelip geceyi Şaripa’nın koynunda mı geçirmiş? – Arzımbet tekrar değneğiyle ağaç bacağını kaşıdı.

      – O gelmedi, ama yaşamı senin gibi yetkililer batırdı. Nazar neyse, bundan iki hafta önceki yamuk kafayı düşünsene! Sadece bir çocuğu vardı cenazede. Diğerleri nerede? Neden gelmediler? Böyle şeyleri görünce korkmadan, ürkmeden nasıl rahat yemek yer insan?

      – Yemeği bulursan yersin, dedi Arzeken.

      Üçü de sessiz.

      Etraf kararmaya başlasa da havada hâlâ kötü kokulu toz vardı. Üç ihtiyarın kafaları zonklayıp gözlerinin önü de kararmaya başlamış gibiydi. Pek hoş olmayan durumlarını birbirlerine belli etmemeye çalışarak birbirlerine hem sevmeyen, hem de kıyamayan bakışlar atıp yüzlerini buruşturuyorlardı. Lakırdıları bıçak gibi kesilmişti.

      Bu sessizliği Ürpeken bozdu.

      – Yönetici olup o bıyıklı için çalıştığın yıllarda aklını yitirmediysen yedi hazinenin hiç olmazsa yarısını bilmez miydin? diye Arzekene doğrudan laf çarptıktan sonra kibarca gülümseyip ortamı yumuşattı. – Bilmiyorsan öğren: ilki Hz. Hızır, ikincisi talihtir. Her ikisi de başına konan devlet kuşudur. Üçüncüsü akıl, dördüncüsü sağlık, beşincisi zevce, altıncısı rızık, yedincisi köpektir. Hey Arzımbet! Hey Yelemes! Bu yedi hazinenin tamamına her birimiz şahsen sahip olmasak da şu köyümüz, ülkemiz sahip değil miydi? Bize ne oldu da böyle soysuzlaştık? Allah Hızırımızı Konırdağımız, talihimizi Bilikgöl edip yaratmamış mı baştan! Bedenden ayrılan can, gözlerini sevdiğim ruhlar bize hep destek olup kollamaz mıydı? Onlar neden ürktüler? Bunu bir düşünsenize. Neden Konırdağ’ın koruyanı, Bilikgöl’ün bileni yok? Neden sahipsizler? İnsanlar neden hayvana dönüştüler?

      Arzımbet karanlıkta değneğinin ucuyla toprağı karıştırdı.

      – Bizden zenginlik ve yönetimi alıkoyarken sunduğunuz cennet ve sağladığınız güzel yaşam bu olmuştur da ondan, dedi Yelemes yüz ifadesini hiç değiştirmeden.

      Üçü tekrar sessiz kaldı.

      Tepenin kimsesiz tarafı titredi. Yer sarsılmış gibi oldu. Toz kokusu yağla karışıp üç ihtiyarın sinir hücrelerini uyardı. Üçü birden öksürdü, üçü birden aksırıp hapşırdı.

      Şarkakpa’da yaşayıp oradan elli kilometre kadar uzaktaki fosfor taşı çıkarılan madende çalışan dört beş erkek vardı. Onlar böyle karanlık çökünce böyle yeri titreterek gelirler, ortalık henüz ağarmadan tekrar giderlerdi.

      Üç ihtiyar sessizce biraz daha oturdu. Eylül ayı yaklaşmış olmasına rağmen hava hâlâ bunaltıcıydı. Ürpeken diğer ihtiyarlara kıyamıyor, kalmak istiyor. Ancak eşi rahatsız olduğundan mızmızı da çoktur. Şu Arzeken de içindeki zehri köydeki sayısı az ihtiyarlara aktararak rahatlamış, oturuyordu. Bir zamanlar yönetici olduğundan ona saygı duyan da, karaağaçtan yapılma bacağından dolayı