sizin nasıl biri olduğunuzu merak etmiştim. Dışarıdan, başka kaynaklardan çok çeşitli söylentileri de duyuyoruz. Artık sizinle işbirliği yapabileceğimize kesinlikle inandım, dedi yerinden kalkarak bembeyaz elini uzatırken. Osman Batur da onun uzattığı elini kendisinin iri, sert eliyle sıkıca tuttu.
Pakston ile Osman Batur’un karşılıklı birbirlerini sınamaları böylece sona erdi. Şimdi iki taraf da birbirlerine hürmetle yaklaşarak, önemli gördükleri konuları konuşmaya giriştiler.
Pakston, Osman Batur’a kendi durumunu, Amerika’nın kuvvetli ve büyük bir güç olduğunu anlattıktan sonra ilk soru olarak, – Sizin bizden talebiniz nedir? diye sordu.
– Ben sizden herşeyden önce erkeklik, erlik istiyorum! dedi Osman Batur.
Pakston, birden döndü ve Osman Batur’un yüzüne gözlerini dikti. Onun cevabı, hem manalı hem de astarlıydı. Herkesten farklı bir karakteri olduğu aşikârdı tabiî. İşte bu yüzden gâliba, konuşma tarzı biraz dobra, ters gibi görünse de, sözleri, gerçekten yüreğinden çıkan sözlerdi.
– Sonra?.. dedi Pakston.
– Sonra.. biraz önce kendiniz de bahsettiniz. Ben de eskiden beri Amerika’nın gelişmiş, endüstriyel gücü ilerlemiş, her türlü silah ve mühimmatı olan, onları yapabilen, hatta atom bombasını bile îcad eden, daha da ötesi bütün Mançuryayı istilâ ederek Çin’i tamamen ele geçirmeye çalışan, dünyada Samuray namıyla ün salan Kanton Ordusu’nu, büyük Japonya’yı, atom bombasıyla yenen bir ülke olarak tanıyorum. Bizim Kazak Halkının toprakları büyük olmakla birlikte nüfusumuz az; gücümüz yok, eğitimimiz yok; üstüne üstlük, bizden güçlü komşularımızın arasında kalan bir halkız, dedi ve durakladı. “Bu Sung Mirza, şimdi yardım ediyor olmasına rağmen, günün birinde, bizden şüphelenmeyecek ve bizi kontrol altına almayacak diyemem.” demek istemesine rağmen, kendini tuttu. Kendi kendisine “Kâfirin gönlünde olsan da, gözünün önünde olma,” deyimini hatırladı.
– Bu yüzden.. diye ilâve etti. …Bize iyi ve yeni silahlar veriniz. Size en başından biraz bahsedeyim. Biz önceleri Sovyetler Birliği’nden, Moğolistan’dan silah yardımı aldık. Fakat onların hiçbirini bedavaya vermediler. Bizim vatanımızın Altay Dağları olduğunu bilirsiniz. Bu dağlar, bütün dünyada Altın Dağları olarak bilinir. 1764’te burada ilk altın madeni açılmıştı. O tarihten beri bu bölgeye herkesin ağzı sulanıyor. Eskiden sizin vatandaşınız N.R. Donberoy isimli Amerikalı da gelip görmüştü. İşte biz, aldığımız silahları o altınlar karşılığında aldık.” dedi Osman Batur. Daha sonra Pakston’dan yüzünü çevirdi ve Küniyaz Molla ile Jetpis’e baktı. “Jet-pis, sen benim dediklerimi General’e anlat. Hadi Küniyaz Molla, siz de bu sözleri, Pakston Mirza’ya kendi dilinden anlatınız.”
– Bu baş belasını unutmuş da olabilirim belki!.. diye yüzünden kanı çekilen Küniyaz Molla, biraz durakladıktan sonra, ağzında sıcak patates olan birisi gibi, dilini kıvırıp bükerek İngilizce tercümeye başladı.
Osman Batur’un söylediklerini deminden beri Çince tercümeden dinleyen Pakston, aniden İngilizce’yi duyunca şaşırdı ve önce Mackiernan’a döndü. Arkasından, Hindistan telaffuzuna yakın bir İngilizceyle, biraz da duraksayarak konuşan kişinin, deminden beri dilsizmişcesine oturan uzun karabıyıklı, seyrek kara sakallı, avurtları çökük kara Kazak’tan olduğunu anladığında, gözlerine inanamamışcasına bakakaldı. Sung Shiliang da kendisine Çince tercüme yapan Jetpis’i yarım kulağıyla dinlerken Küniyaz Molla’nın İngilizce çevirisini şaşkınlıkla izliyordu.
Küniyaz Mollanın çevirisini dinledikten sonra, bir süre daha şaşkınlıktan sessiz kalan Pakston:
– Osman Mirza, sizin ne maharetli adamlarınız varmış! diye şaşkınlığını dile getirdi.
Geçenlerde, Osman Batur hakkında sohbet ederken, Pakston Sung Shiliang’dan Osman Batur’un nasıl biri olduğunu sormuştu.
– General Mirza, lütfen gerçeği söyleyin. Bu Kazaklar nasıl insanlardır? demişti. O zaman, Sung hiç duraksamadan:
– Siz Amerikalılar, herkesi dış görünüşüne göre değerlendirirsiniz. Ama biz Asyalılar… diyerek, duraklamış, sonra “..bunlar, Kazaklar; bunlar cahilin dik alasıdırlar; ama kahramanlığın da dik alası bunlarda vardır,” demişti. Bu değerlendirmeyi, Çin’in 2400 sene önceki alimi Lao Zın’ın sözleriyle ispatlamıştı. Çin’in bu filozofu eskiden “Ezelden beri dünyanın kilidini elde tutanlar; halkları, hiçbir şey öğretmeden cahil olarak tutanlardır. Çünkü cahiller, kahraman olur.. Buna karşılık, eğitimli olmak, değerli değildir. Tam tersine, halkı cahillikten ayırmamak gerektir. Eğer insanlar çok akıllı olursa, aklını kullanarak kötülüğe sapabilirler..” diye öğütlemiş Çinlileri.
Pakston, bunu hatırladı ve başını salladı. Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra iç geçirdi. Şimdi herşeyi daha iyi anlamaya başlamıştı. Bundan sonraki kararlarını verirken, onun Anglosakson kanından gelen dürüstlük ve mantığı üste çıktı.” Osman Mirza, sizinle tanıştığıma gerçekten memnunum. Eğer tanışmamış olsaydım, içimde mutlaka bir pişmanlık olacaktı. Sizi ve sizin sayenizde Kazak halkını da bugün daha iyi anlamaya başladım. Sizlere elimden gelen yardımı yapmaya karar verdim. Biraz önce siz silah, mühimmat yardımı konusundan bahsettiniz. Öyle silahlar bizde var. Fakat onları kullanabilecek, silah kullanmayı bilen kadroya ihtiyacınız var. Bunun için siz, öncelikle, Amerikaya gelebilecek ve teknolojiyi öğrenebilecek öğrenciler gönderin. Bu birinci teklif..” dedi Pakston duraksayarak, Osman Batur’un cevabını beklermiş gibi.
– Olur. Biz de zeki çocuklarımızı göndereceğiz. Buna hazırız, dedi Osman Batur sevinçle.
– İkinci olarak… Pakston sözüne devam etti. “…Amerikalılar ve Amerika Hükümeti, sizden hiçbirşey istemez. Bütün istediğimiz sizin de bizim gibi saygın, eşit, egemen, bağımsız, hür ve mutlu olmanızdır. Sizin bu uğurda yaptığınız savaşta biz, elden geleni esirgemeyeceğiz!” dedi ve yerinden kalkarak Osman Batur’la ikinci defa büyük hürmet göstererek tokalaştı.
Bu hareket ve sözler, Pakston’un samîmîyetini gösteriyordu. Bundan sonra, masasının çekmecesinden çıkardığı Palenin marka tabancayı Osman Batur’a hediye olarak sundu.
– Size gösterdiğimiz özel saygının bir hatırası olarak bu küçük hediyeyi kabûl buyurmanızdan büyük mutluluk duyacağım! derken oldukça samîmî görünüyordu.
Osman Batur, Urumçi’ye geldiğinden beri bütün istedikleri yerine geldiği için, sevincinden bütün gece uyuyamadı. Bayan Hanım’la ikisi için özel bir ev ayırmışlardı. Fakat bu evde geceleri hiç kimse yatmıyordu. Bayan Hanım, uyumak için her gece, gizlice bu evden çıkar ve Zavkiya’nın yanına gidip yatardı. Osman Batur’un ise nerede uyuduğunu kimseler bilmez; ancak şafakla birlikte herkes, onu evlerin biraz ötesindeki tepenin başında görürdü.
Osman Batur, bu sabah da aynı adetini tekrarlayarak evlerin yakınında bulunan bir tepede otururken, uzaktan Urumçi tarafından gelmekte olan bir otomobilin tozunu farketti. Anlaşmaya göre, bugün Çin ordusuna mensup askerler buraya gelecekler ve çeşitli askeri tatbikatlar ve gösteriler yapacaklardı. Erkenden geldiklerine bakılırsa, bunlar olmalı..” diye düşünen Osman Batur, evlerin bulunduğu tarafa doğru yürüdü. Bayan Hanım, Keles ve Küniyaz Molla ile birlikte kahvaltıya oturdular. Dünden beri oldukça sevinçli olan Osman Batur’un bu neşesi devam ettiği için, kahvaltı sırasında Küniyaz Molla’ya iltifatkâr davranıyordu.
Bugün, Urumçi ziyaretinin son günüydü. Eyâlet Başkanı Jang Jıjung gelmemiş, yerine General Sung Shiliang’ı göndermişti. Bunlarla beraber, bütün ziyaret boyunca Osman Batur’a yakın duran Kazak, Kırgız, Uygur ve Dünganlerin hepsi; Alen Van ve