saldırıya geçtiler. Bazen aniden gürleyen böylesi seslerin de çok faydası olur. Çünkü karşındaki, insanlık hâli olarak şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırır.
Biraz durakladıktan sonra kendisini toplayan Nusipcan grubu da birden pulemetle kurşun yağdırmaya başladı. Jantas’ın yanına yakınlaşarak geçmeye çalışan bir savaşçı, boylu boyunca “güm” diye yere düştüğü gibi, aşağıya yuvarlandı. Bu arada Jantas da “pat“diye yere düştü. Can havliyle başını kaldırdı. Ölmemiş. Pulemeti altında kalmış. Onu bir çekişte çıkardı ve atının arkasına pusuya yatarak, yakıncacık yerden pulemet kurşunları yağdıran düşmana karşı bu da pulemetini konuşturmaya başladı. Tepeden bağırış çağırış, ahlama oflama sesleri yükseldi. Patır kütür koşuşturmaca arasındayken, bir anlık gözünün ucuyla tepeye baktı. Üç atlı savaşçı, aynı anda tepeye yaklaşmıştı. Bunu görür görmez, yağmur gibi kurşun karşısında atının vücudunun siper olamayacağını anlayarak arka tarafındaki çalılıkların arasına yuvarlandı. Yüzünü gözünü kan mı yoksa ter mi birşeyler örttüğü için gözlerine perde çekilmiş gibiydi. Eklemlerinin bağı çözülmeye başladı. Tam bu sırada, başını ezecekmiş gibi gümbürtüyle gelen biri:
– Hadi, bin! diye gürledi.
Acı sesten ürkerek tüfeğini uzatmaya çalışırken, güçlü bir el onu sırtından tuttuğu gibi yerden kaldırdı. Tam bu sırada bir uyuşuklukla tatlı bir uykunun kucağına doğru kayarken, Keşapat’ın sesini tanıdı.
Jantas kendine geldiğinde, nerede olduğunu anlayamadı. Gözünü de açamıyordu. Kirpikleri birbirine yapışmış gibiydi.
“Kendine geldi.” dedi birisi sakin bir sesle.
– Allah’a şükürler olsun! diye ağlamaya başlayanın Keşapat olduğunu anladı.
Birşeyler söylemeye çalıştı, ama dilini oynatamıyordu. Kıpırdayacak gibi değildi. Birileri çizmesini çıkardı ve ayağını sardı.
– Kan durdu! dedi başka birisi fısıldayarak.
Biraz sonra kirpikleri kıpırdadı ve gözlerini de açabildi. Gözü açılır açılmaz, konuşma gücü de yerine geldi. ”Allah Allah.. demek ki iki uzvu hareket noktası birbirine bağlı!..” diye düşünüyordu.
– Ayak bileğin parçalanmış. Kemik paramparça! dedi Keşapat. “Kanı zor durdurduk. Fakat kırılmış olan kemik parçasını çıkarmak zorundayız. Yoksa etini çürütür. Kangren olursun.
– Elimden çek. Başımı kaldır, dedi Jantas kolunu uzatırken. Rakay, kerpeteni versene. İnsanın kendi eliyle yaptığı acıtmazmış. Kurşun, kemiğin bir köşesini koparmıştı. Jantas kendi eliyle, parçalanmış kemikleri kerpetenle çekerek kopardı ve diğerleri de yaraya barut döküp sardılar.
Gençler onu kaldırdılar ve bir kayanın altındaki ağacın gölgesine getirdiler. Yana dönüp yatmaya çalışıyordu:
– Sen yatma! dedi Keşapat. Gerilmiş kaşlarına tezat olarak gözlerinden sevinç fışkırıyordu. Şunu gördün mü? Kim bu? İki elleri bağlanmış, kapkara olmuş, ağaca bağlı birini gösteriyordu.
Jantas sesini çıkarmadı.
– Tüüh! Sen artık kimseyi tanıyamaz hale gelmişsin ya… dedi Keşapat onunla şakalaşarak. Senin ayağını ısıran karabaş, bu değil miydi?
Jantas, bir kere daha baktığında, tam karşısında kabukları pütür pütür ağaca bağlı, kısa boylu tıknaz birini gördü. Başını eğmiş, gözlerini yummuş hâlde duruyordu. Dağılmış siyah saçları alnını kapatmıştı. Defalarca dolanarak bağlanmış kalın urgan, onun üzerindeki grimsi ceketini buruşturmuş, göbeği açıkta kalmıştı. Kısa kalın ayaklarında can yokmuşcasına, dizleri bükülmüş, vücudunun bütün ağırlığını urgana yüklemiş, başı bir tarafa düşmüş, boynu incelmiş gibiydi.
– Canlı mı bu?
– Hem de nasıl? Tüyleri bile yıpranmamış. Yiğitler, onun omuzlarındaki Rusların taktığı haç ile dört köşe apoletleri koparıp, attılar. Başka hiçbir şey yapılmadı.
– Yamulmuş halini görünce sordum da… dedi Jantas.
– Bunlar, tabiat icabı böyle korkak, tavşan yürekli olurlar. Geçenlerde Oşın (Osman Batur) bir hatırasını anlatmıştı ya. “Afyonkeşler korkak olur. Onların canlarından daha tatlı hiçbir şey olmaz. Vatanlarını bile satarlar.” demişti ya hani… Bu da onlardan biri olmalı. Esir düştüğünden beri aklı başından gitti! dedi Keşapat nefretle.
– Normalde herkes kahraman… İnsanın insanlığı, kahramanın kahramanlığı, böyle başına bir iş gelince belli oluyor, diye düşündü biraz kendisini övermişcesine, kurşunun parçaladığı ayağını uzatırken.
Sovyet Destekli Millî Ordunun meşhur bir albayını esir eden Keşapat’ın keyfi yerindeydi. Hem neşeli hem konuşkan olmuştu. Her zaman çabuk kızan, bu adamın kara yağız, hemen kızarıveren yüzünde bugün, çoktandır görülmemiş bir rahatlık vardı. Eskisinden daha yüksek sesle yaptığı konuşmalarının ahenginde de bir mutluluk sezilmekteydi.
– Ata babaların ruhu, yardıma geldi. Bunların köküne kibrit suyu döktük!” diye iri vücudunu çabucak kaldırarak, çocuk kıvraklığıyla hareket ediyordu. “Bu sart, şaşkınlıktan mavzerini nasıl kullanacağını unuttu da arabanın kabinine vurdu. Kendi silahını kendisi parçaladı ahmak!”
Hikâye şöyle olmuş:
Sovyet Destekli Millî Ordu’nun Sekpiltay’dan acele emir üzerine gelen Çavuş Jangerey Takımı, göç kervanının arkasından yetişerek, ikindi vakti Karaötkele gelmiş ve askerler çabucak yemek yedikten sonra gece boyu yola devam etmişler. Sabaha karşı Sarıbastav’a yetişmişler. Kaşuv’ın Kuyusunda göç kervanının en sonuncu avullarından birinin koyun sürülerine rastlamışlar. Oradan hızla çatışma mahalline gelip ve Nusipcan askerlerinin pusuya yattığı noktanın tam sırtından mermi yağdırmaya başlamışlar. Nusipcan’lar şaşkınlıktan arabaya bindikleri gibi kaçarmışlar. Yolda pusuya yatmış olan Jangerey şoförü vurunca, araba durmuş. Tam bu sırada da Keşapatlar yetişmiş. Geceden beri kırk kadar askerini kaybeden ve arkadan gelecek yardımı beklemeye ancak dayanabilen Nusipcan ve yirmi kadar askeri de böylece tutsak edilmiş.
– Nasıl yani? dedi bilmece gibi zaferi daha tam anlayamamış olan Jantas.
– Ne nasılı? Jangerey Batur, daha önceden de bizim tarafa geçmeyi kuruyormuş. Bu sefer, Nusipcan’a yardım konusu, onun aradığı fırsat olmuş. Sonra, sırası gelmişken “Al sana yardım” diye Nusipcan’ın sırtından aniden saldırmış. Karşı çıkanların hepsini yere sermiş ve arabayı da yakmış. Gördün mü bak, ar ve namusu olan Kazak balaları böyle olur. Bu iş sadece bununla kalmaz; görürsün bak, Millî Ordu saflarından daha nice Jangereyler çıkar da bize katılır. Ben buna inanıyorum. Bak işte kendisi de geliyor.” dedi Keşapat, başında kalpak, üstünde sırma sarı ceketi ile kendilerine doğru hızla yaklaşmakta olan orta boylu yiğidi çenesiyle işaret ederek.
Jangerey, kartal kaşlı, yüksek burunlu ve esmerdi. Aşağı yukarı Jantas yaşlarında; çökmüş gözlerinde endişe var gibi çekingen haliyle gözlerini kırpıştırarak bakıyordu. Jantas’la kısaca selamlaştıktan sonra Keşapat’a döndü:
– Batur, şimdi sırtüstü yatma vakti değil. Bildiğim kadarıyla Yüzbaşı Konkay Bölüğüyle Teğmen Aveskan Taburu da kuşluk vakti burada olacaklar, dedi çekimser bir ifadeyle.
– Doğrusun. Ben Jantas’a bakmak için…Yoksa… dedi Keşapat, herkesin koşuşturduğu bir zamanda