destekliyordu demek ki. bu durumda, kendisinin bel bağladığı dağlar yüce, dayandığı beller, güçlüymüş demek ki“ şeklinde ruhani bir inançla gelen can sevincini hissetti yüreğinde. Yüreğinde olağanüstü bir mutluluk güçlendi ve yükseklere doğru kanat çırparcasına havalandı. Fakat hiç sesini çıkarmadı, Herşeyi kendi içinde hapsetti. Bu mutlu duyguları başkalarının anlamasından kıskanırcasına saklamak, şairin söylediklerini sadece kendinde tutmak istermiş gibi içine kapandı. Sadece yanında oturan Küniyaz Molla, heyecandan haykırarak yerinden kalktı:
– Vayy, şairim benim, neredesin canım kardeşim? Gel buraya, alnından öpeceğim!” diyerek heyecanla seslendiği zaman, Batur kendine gelir gibi oldu.
Tam bu sırada Keles Batur yerinden kalkmış, Küniyaz Molla’nın kolları arasında duran ve Osman Batur’a doğru başını eğerek selam veren şairi elinden tutarak sahneye yeniden çıkardı, Kamber Hanımı da çağırdılar ve ikisine de iki tane “tay tuyak” diye adlandırılan beş yüz gram ağırlığında gümüş hediye ettiler.
Bundan sonraki üç gün boyunca da devamlı davetler, yemekler birbirini izledi. Urumçi şehrinin vâlisi Kadıvan Hanım, Urumçi şehri adına; Alen Vang ile Maliye Bakanı Canımhan Hacı, Salis ve Zekeriya, Urumçi’deki Kazak-Kırgız Cemiyeti olarak davet verdiler. En son olarak da, bütün eyaletteki Uygurlar Cemiyeti adına Mehmet Emin (Buğra) ile İsa Yusuf (Alptekin)’un davetine icabet edildi.
Osman Batur’un endişesi, misafirperverlikle ilgisi olmayan çok başka bir konu üzerinde yoğunlaşıyordu. Sung Shiliang’la beraber yaptıkları birkaç toplantıdan sonra, bin kişilik bir ordu kurmak için anlaşmaya varıldı. Jang Jijung ile Sung Shiliang –iki general- ikisi ile defalarca teke tek konuştuktan sonra; Osman Batur’un Çin Cumhurbaşkanı Çan Kayşek’in nezdinde kahraman bir kişi olduğu hatırlatıldı ve onun Çan Kayşek hatırına Nankin’e gitmesi; Gomindahuy’a (Gomindang idaresi), yani bütün Çin parlamentosuna katılması teklifi yapıldı. Osman Batur, buna çok istekli görünmedi. Sonradan, Jetpis’in tercümanlığı aracılığıyla, bizzat onu ve diğer silah arkadaşı Keles’i bu toplantıya göndermeyi düşündüğünü ifade etti.
Osman Batur’un gerçekleştirmek istediği en büyük maksat, Urumçi’de bulunan Amerikan Konsolosu Pakston ile görüşmekti. Urumçi’ye gelmekteki gayesi de zaten buydu. Amerikalı Konsolosun da Kazaklara ne kadar yardımcı olabileceğini bizzat görüşerek, kendi tecrübeleriyle anlamaktı. Son senelerde, birçok memleket temsilcisiyle tanışmış. Ruslarla, Moğollarla görüşmüş ve gerçek niyetlerini anlayınca, onlardan bütün ilgisini kesmek durumunda kalmıştı. Şimdi Çinliler de Osman Batur’u avuçlarına almak ve kendilerine çekmek için herşeyi deniyorlardı. Fakat Osman Batur, bunların karakterini de daha önceden çok iyi bilirdi. Başları derde girdi mi, “ağam, paşam” derler ve bulutun rengi döner dönmez, kendilerine güven gelir gelmez, geçmişte verdikleri sözlerin hepsini unuturlar; vaadler, yeminler hatırlanmaz ve daha önce hiç karşılaşmamış insanlar gibi yabancılaşıverirlerdi. Yarın, öbür gün, böyle bir ihtimâl karşısında bize destek verebilecek Amerika adında bir zirve var mı; yok mu? Bunu öğrenmek gerekiyordu. Böyle bir düşüncenin gerçekliğini öğrenmek amacındaydı.
Sonunda, buna da fırsat çıktı. General Sung Shiliang, sözünü tuttu. Temmuzun 17’sinde kendi makam arabasıyla Ma Shiangshiang (Omar) isimli Düngen’ı Suy Mogu’ya gönderdi ve Osman Batur’u görüşmeye çağırdı. Yanında başka kimseyi getirmemesini, eğer getirecekse, sadece çok güvendiği bir, iki kişiyi getirmesini tembihledi. Osman Batur, kendisinin vazgeçilmez danışmanı Küniyaz Molla ile Jetpis, Keles ve Jeksen’ı götürmek istedi. Bayan Hanım, Şamsiya’yı çağırarak gizlice fısıldadı. Sonra Osman Batur’u odaya çağırdı ve kapıya nöbetçi dikti:
– Batur, tanıdık yerde, kendiniz, değerlisinizdir. Ama tanımadığınız yerde, kıyafetiniz, hürmet görür. Kıyafetlerinizi değiştirelim, diyerek Batur’un elbiselerini değiştirmesine yardım etti. Terzi elinden yeni çıkmış kıyafetler giydirerek uğurladı.
Osman Batur’lar geldiği zaman, General Sung Shiliang’ın yanında, daha önceden Osman Batur’un ziyaretine gitmiş olan Mackiernan isimli Amerikalı vardı. Osman Batur, onu hemen tanıdı. Birlikte üç dört gün geçirmiş ve onu Altın Obanın zirvesine götürmüştü. Orada Mackiernan Beytik Dağlarının haritasını çizerken, Moğol sınır muhafızlarının birisinin kurşunu Mackiernan’ın şapkasını uçurmuştu. Oldukça korkmuş olan Mackiernan, geri Osman Batur’un evine döndüğü gece de rahatlayamamış ve gece boyunca kabuslarla uyanmıştı. Osman Batur ona şakayla karışık olarak:
– Mirza, kurşundan korkanlar, bizim avula gelmesinler. Çünkü kurşun korkakları gelip bulur, diye gülmüştü.
İşte, o zaman gördükleri Mackiernan, şimdi karşılarındaydı ve görür görmez yerinden kalktı ve Osman Batur’u sıcakkanlılıkla karşıladı. İnsanlıktan nasibini almış biriydi.
Tam bu sırada, Sung Shiliang, Osman Batur’a yanında oturan başka birisini tanıştırdı.
– Osman Batur, sizin çoktan beri tanışmak istediğiniz Başkonsolos Pakston Mirza budur. Mackiernan Mirza ile önceden tanışıyordunuz, dedi Osman Batur’a karşı oldukça iltifatkâr bir tavırla.
Osman Batur da, Pakston da karşılıklı birbirlerini sınarcasına bakıştılar. Pakston da Mackiernan gibi iri yapılı, beyaz yüzlü, sarı saçlı, kalkık burunlu, yakışıklı biriydi. Osman Batur’dan önce konuşmaya başladı.
– Osman Mirza, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Siz kahramansınız, yürekli adamsınız. Sizin kahramanlıklarınız hakkında önceden de çok şeyler duymuştum. Sadece ben değil, sizi Amerika Birleşik Devletler Hükümeti de tanır. Özellikle bu seneki Beytik Dağı olayları, sizin ününüzü bütün dünyaya duyurdu. Bizim ABD Başkanımız Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churcill ve dünyadaki birçok memleket, sizin mücadelenizi dikkatle izlediler. Biz sizinle dostuz, dedi ağır ağır konuşurken ve içeriye kaçmış gözlerini dikmiş bakarken.
– Amerika’yı duymuştum. Mackiernan Mirza’yla konuşmuştum. İnsanlık sahibi bir kişidir. Eğer hepiniz böyleyseniz, sizlerle işbirliği yapmak mümkün gibi görünüyor, dedi Osman Batur, özellikle onları sınamak maksadıyla.
Pakston gülümsemekle yetindi ve:
– Eğer Mackiernan Mirzayı beğendiyseniz, bizleri de beğenebilirsiniz ümidindeyim, dedi şakayla karışık.
– Bunu söylemekteki maksadım… dedi Osman Batur, yüreğindeki samîmîyeti saklamak gereğini duymadan.. ”Ben Kazak’ım. Biz çevredeki birçok memleketle ilişkiye giriştik. Çoğunun hatırını kırmamak için onların taleplerini geri çevirmedik. Fakat onlar, kendi çıkarlarına uygun olmadığı zaman, hemen bizi sattılar. İşte bu yüzden Kazaklar’ın, kimseye güveni kalmadı ve biz bundan oldukça korkan bir halk olduk.”
– Onlar size gününüzü gösterecekler. Bütün suçu size yüklerler de herşeyden sizi sorumlu yaparlarsa, ne yaparsınız? diye sordu, mavi gözlerini dikerek dimdik bakan Pakston.
– Ben, şahsen hiç kimseye kötülük yapmadım. Kazaklarda bir atasözü vardır: “Kurt da yoldaşına kötülük yapmaz.” diye. İşte biz bunu öğrenerek büyüdük. Ama onlar, olmadık taleplerde bulunurlarsa, kimsenin gözünün yaşına bakmayız.
– Peki bize karşı?
– Sizlerin böyle vefasızlıklar yapmamanızı dilerim.
– Peki böyle bir ihtimâl oldu farzedelim!? dedi Pakston. Özellikle sınamak için sormuştu bu soruyu.
– Benim en kıymetli kutsalım, halkımın esenliği; vatanımın, toprağımın bütünlüğü. Eğer ona dokunmaya kalkan