Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

“hoşgeldin” diyeceği yerde yüzünü kapatarak uzun süre ağladı. Hiç konuşmadan, uzun süre, boğulurcasına, sessiz gözyaşı döktü. Ağlaması kesildikten sonra, özel nöbetçiyle gözetlenen, elleri ve ayakları bağlı yatan Nusiphan’ın yanına gitti, yüzüne tükürdü, alnına kara çaldı ve döndü. Onun at gibi hırıldayan iğrenç sesini unutamadığı için, vücudu titremeye ve kendinden iğrenmeye başladı. Akşam karanlık basınca gitti, deredeki hem bulanık hem de buz gibi suda gusül abdesti aldı ve ancak ondan sonra kocasının yanına gelip yattı.

      Ertesi sabah Nusiphan’ı dışarıda bağlı durduğu yerde birisinin vurmuş olduğu malum oldu. Çok yakından, tam da alnının kabağından vurmuşlar. Keşapat liderliğindeki savaşçılar, bu işe üzülmediler; hatta sevindiler. Sadece sonradan duyduğu zaman Osman Batur:

      – Öldürmek, en hafif cezadır. Cezanın büyüğü, utanç azabına salarak ona köpek zulmünü yaşatmaktı ve asıl önemlisi de buna diri olarak katlanmasıydı. Kolay kurtulmuş! dedi hayıflanarak.

      VIII

      Altın Obanın dibinden, Oranbulak yaylasından çıkan yüz kadar kişi, yolda iki kere geceledikten sonra, Urumçi’ye yarım günlük yol kalmışken, biraz mola verdi. Ön taraftan, uzaklardan Çin Hükümetinin üzerinde mavi gökyüzü ve beyaz güneş olan bayrağı, ile merasim için düzenlenmiş çeşitli renklerdeki bayraklar görünüyordu. Yaz sıcağında, gökyüzüne buhar yükseliyordu. Gümüş Nehir, atlayarak akıyor; dupduru dalgalar, bazen büyük bir bina, bazen garip bir saray, bazen de yüksek bir dağmışcasına çok değişik kılıklara bürünüyordu. Sıcağın da etkisiyle, bu grubu karşılamaya gelen insan kalabalığı, olduğundan daha da kalabalıkmış gibi görünüyordu. Bunu herkesten önce farkeden Jeksen, iki günden beri kendi hâlinde, dağınık şekilde seyahat etmekte olan grubu, düzene davet etti.

      Bu, Urumçi’ye General Sung Shiliang’ın daveti üzerine gelen Osman Batur grubuydu. Geçen seferki kendi ziyaretinden sonra, çok geçmeden General Sung, Osman Batur’u davet için Ziyakan’ı göndermişti. Osman Batur, o sırada, Ziyakan’ı bir kenara çekerek yalnız konuşmuştu:

      – Bu Çinli, şu General Sung Shiliang, güvenilir biri midir? diye sormuştu.

      Ziyakan, bu sefer düşünmeksizin:

      – Samîmî olmak gerekirse Batur, hiçbir konudan emin değilim, demişti açıktan açığa.

      Sonrasını Osman Batur, kendisi çözdü:

      – Pekala, gideceğim. Generalin kabûl resmine katılmak ve onun misafiri olmak, benim için de büyük itibardır. Yayla, biraz sararsın; halk, iyice yerleşsin. O zaman gidelim. Temmuz ortalarında. Sonra General cenaplarından iki ricam olacak. Birincisi, biz Kazaklar, hep tabiatla içiçe, bozkırda keçe evlerde yaşadığımız için, bu temmuz sıcağında Urumçi’nin kapalı, havasız, tuğla evlerinde kalmaya dayanamayız. Eğer kabûl olunursa, General, bizi şehrin dışında bir yerlerde kurulan Kazak çadırlarında misafir ederse, seviniriz. İkinci bir ricamız daha var ve bu, hepsinden de önemlidir. Daha önceden bize, Amerika’nin Urumçi‘deki Konsolosluğundan Makınan (Douglas Mackiernan) gelmişti. Ona da bahsedilmişti. Urumçi‘de onların lideri Pakston (Konsolos Hall Pakston) varmış. Bu sefer. General, beni onunla görüştürsün, istiyorum, dedi.

      Bu konuda Generalin kabûl cevabı da gelmişti. Sonrasında, Osman Batur, bu seyahat hazırlığını hemen başlattı. Bu seyahatin planlanması için Jeksen görevlendirildi. Başkaları gibi değildi Jeksen. Acelesi, telaşı olmaz. Herşeyi yerli yerine oturtmak için bütün detayları düşünür ve işi dört dörtlük yapmadan bırakmazdı. Her-şeyden önce de onun riyasız sadakati yok mu… İşte Osman Batur, ona güvenirdi.

      O tarihten beri Jeksen, tam bir ay boyunca, durmadan didindi durdu. Öncelikle Osman Batur‘un kendisine karşı duyduğu güvene çok seviniyordu. Bu seyahat, Kazakların kendi aralarında yapılan düğün dernek, taziye ziyareti, vefat edenler için verilen “aş töreni“ gibi bilinen ziyaretlere benzemiyordu. Bu, genel anlamda Kazak adına; özel anlamda ise Osman Batur‘un şanına şan katacak önemli bir seyahat olacaktı. Bu seferki fikir alışverişlerinin hepsi de, Kazakların kâlûbelâdan beri düşmanı olan Çinlilerle olacaktı. Başka bir ifadeyle Çinlilerle Kazaklar, General Sung Shiliang ile Osman Batur, Çinli subaylarla Kazak yüzbaşıları, Çinli askerlerle Kazak savaşçılar açıktan açığa olmasa da kapalı şekilde yarışacaklardı. İki taraf birbirlerinin gücünü, potansiyelini deneyeceklerdi. İyi niyet gösterilerinin arkasında, vazgeçilmez kin; dostluk gösterilerinin arkasında yekdiğerini gözetleyen düşmanlık vardı. Birbirlerine gülümserken bile fırsat kollarlar; yekdiğerini överken bile bir gediğini bulmaya çalışırlardı. Söz verirken, yemin ederken bile birbirlerine kötülük yapma yollarını ararlardı.

      Bu bakımdan Osman Batur‘un fikirleri ve yaptıkları da ortada. Şimdi Jeksen, bütün bunları göz önünde tutarak hareket ediyordu. “Kaç kişi gidilecek? Nasıl atlar seçilecek, nasıl eğer koşum takımları alınacak, nasıl silahlar götürülecek?” gibi sorulara cevap gerekiyordu. Çinlilerin de bunları Kazak adetlerine göre misafir edecekleri umulurdu. Belki at yarışları, pehlivan güreşleri, kız kovalamaca, buzkaşi tipi kökpar yarışları gibi millî Kazak oyunları da olabilirdi. Kesinlikle ozanlar yarışı da programda olacaktır. Hatta bu sıcak yaz gününde ve özellikle kuzuların semirdiği bu mevsimde et ve yağ yutma yarışlarının olması da mümkündü. Herşeye hazırlıklı olmak gerekiyordu. Kazak geleneklerine göre, halkın, kabîlenin namusu ve şerefi söz konusu olacak böylesi topluluklara iştirâk etmeden önce, çok hazırlıklar yapılırdı. Böylesi örnekler Kazakların Orta Jüz‘ünden Kerey Boyunda da çok vardı. Eskiden bir tören için gidecek olan yiğitlerin arasındaki pehlivanlara, evliya babamız Janibek Batur, kendi elleriyle yağ yutturarak sınamış ve çoğunluk arasından Bulanbay‘ı seçmişmiş. Daha önceden kimsenin tanımadığı bu Bulanbay‘ı Janibek Babanın niye seçtiğini sormuşlar. Janibek Baba, “Bulanbay, yağı hüp diye yutarken bileğimi titretti ve onun etkisi kolumu koltuğumdan koparacak kadar güçlüydü.“ demişmiş. Daha sonraları ise Jurtbay Mirza zamanında, Nayman Boyuna dâmat olarak gitmekte olan Kaskar isimli gence, Jurtbay Mirza “Dâmadın bineceği atın eyer koşumlarını ben vereyim.” demiş. Çünkü eskiden Kazaklarda yiğitler, birbirlerini atın üzerinden devirmece oyunu oynarlarmış. Bunun için özel olarak demirkır donlu atlar seçilirmiş. Eyer koşum takımı özel hazırlanır, eyer takımının kolanlarının sağ taraftan, diğerlerini de sol tarafından bağlatırlarmış. Böyle olursa, eyer koşum takımının devrilmemesi için denge oluşturulurmuş. Önceden yapılan bu tip hazırlıkları, Jeksen iyi biliyordu. Çünkü bu önlemler alınmazsa, boyların şan ve şerefine gölge düşer; el âleme alay konusu olurlardı.

      Bütün bu hazırlıkların hepsini tamamladığı hâlde Jeksen, son olarak düşündüğü et ve yağ yutmaca yarışı için uygun kimseyi bulamadı. Teskenbay aklına geldi. Yemek konusundaki iştahı oldukça iyiydi. Kol kadar kuyruk yağlarını, ortasından bir kere bile ısırıp koparmadan yutardı. Bembeyaz yağları iki eliyle sağdan soldan ağzına tıktığını bir görseniz…Sadece onun bu hâlini seyreden kimselerin bile midesi bulanırdı. Fakat o, şimdi burada değildi. İşte öyle birisini bulamamıştı. Bu düşüncesini Jantas‘a açtı. Cevap olarak bir kahkaha aldıktan sonra:

      – Hah sana! Çinli mi? Çinlilerin sana koyun kesip vereceğini mi sanıyorsun? Çocuk musun? Sen Çinlilerin arasında yaşadın mı hiç?

      – Yok ya, dedi Jeksen şaşırmış bir hâlde. Hapiste yattığım iki sene boyunca, bir dilim bile yağ görmedim dersem, inanır mısın? Dahası, Çinliler yağ değil, bir denk ot üzerine bahse tutuşurlar, onu yerler. Üzülme! dedi.

      Böylece, Jeksen‘in en sonuncu problemi de hallolmuş oldu. Herşey hazır ve nazırdı. Herşeyin hesabı yapılmıştı.

      Şimdi,