Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

şu tepenin başına götürün, dedi Gülzâde’nin cesedini.

      İki asker, onu yakın bir tepeye taşıdılar. Ziyakan onların tüfeklerinin süngüsünü çıkardı ve Masakbay’a doğru fırlatıverdi.

      – Kazın burayı. İşte şuradan şuraya kadar, dedi ve süngüsünün ucuyla bir dikdörtgen çizdi.

      Masakbay aşağıda atların başında oturdu. Ziyakan yüksekçe bir tepenin başına yalnız olarak tırmandı. Öfkeden kısılmış gözlerini soğuk dürbüne dayadı ve bomboş sahrayı baştan sona süzdü. Koyu yeşilimsi toza bulanmış Burıltogay Nehrinin sisli siluetine uzun süre takıldı kaldı. Oradan yukarılara Sarıtogay’a baktı.

      Burıltogay ve Sarıtogay, ikisi bir nehir. Baştarafı Büyük Şingil, Küçük Şingil olarak bölünen nehrin Bulgın’a dökülen kısmına Sarıtogay, Şekürtü’den aşağıya giderken Karabulgun, Düre’den geçen kısmına da Burıltogay adı verilir. Bu nehir, giderek Ülingir Gölüne ulaşır.

      Şimdi bu nehir boyunda hayat çok canlı. Osman’ın Kuvvetleri ve onlara katılan Kazakların hepsi orada. Şamsiyya da Kaliman da orada. Güzel güzel kadınların hepsi oralarda. Onların yaşadığı yerde nehir suyu bile sessizce, gürültüsüz akıp gider. Kimseye mecbur olmayan hür hayat da oralarda, Osman’ın yaşadığı yerlerde. Ama burada patron dolu. “Hepinizin tepesinde ben varım!“ diyen Ruslar, patronluk taslar. “Sovyet Destekli Millî Ordu’nun Altay bölgesindeki komutanı olarak tayin edildim.” diye Yusipcan horozlanır. Altay bölgesinin gerçek sahibi benim diye General Delilhan4 (Sügirbayev) şişinir. Ziyakan, bir an bunların arasında olmaktan pişmanlık duydu. Amacına ulaştı mı? Ulaşamadı. Onu geriye ittiler. Daha dünkü Konkay, yüzbaşı haliyle bir bölüğe komuta eder. Onun kadar bile olamadı. Şimdi albaylık rütbesi sümüklü oğlanların omzunda bile olabilir. Güvenmiyorlar da “Sür getir, arkamızı topla!” emirleriyle yamçılık ettiriyorlar.

      Üzülerek yere baktı. İki asker aceleyle Gülzâde’ye mezar kazıyorlar. Onların ilerisinde daha önceden birçok göç kafilesinin kullandığı eski yol görünüyor. “Zavallı Gülzâde, buralara nasıl geldi? Birinin göç kervanına takıldı herhalde. Vaktiyle “Kızın nasıl?“ diye soranlara göğsünü gere gere göstereceğin güzellikte bir taze çocuktu. Fidan gibiydi. Kader işte. Kaç yaşındaydı bu? Agalak’ta doğmuştu. Ondan beri… ya.. bu sene on dokuzunda. Onun sadece on altısını insan gibi yaşadı. Ondan sonra…“diye Ziyakan gözünü yumdu. Düşünmeye cesareti yok. “Zavallı… hayır! Sabi sübyan. Günahsız, terü taze haline geri döndü. İnsanlığın bu kepaze hayatından kurtuldu. Zalimlik, zulüm, nefsi emmare, insanlığın alçalışı gibi dünyevilikten ayrıldı, hepsinden yukarılara çıktı. Ne yazık ki aklı usu yerinde değildi. Yoksa, gerçekten günahsız insandı…”

      Gülzâde‘nin mezarı çok derin kazılmadı. Normalde şeriata göre kadın kısmına insanın göğsüne gelecek kadar derin mezar kazılırdı. Fakat Masakbay vurulan insanın şehit olduğuna hükmederek, şehitlere cenaze merasimi yapılmasa da onların cennete gideceğini söyledi. Ziyakan‘ı inandırdı. Cesedi kaldırmak için yaklaşırken Ziyakan gürledi:

      – Kes! Renksiz yüzü daha beter renksizleşti, zor nefes alıyordu. Başını çevirip askerin birine bağırdı: “Çıkar üstündeki paltonu!”

      Ziyakan, askerin paltosunu mezarın dibine kendi elleriyle serdi. Sonra Gülzâde‘yi göğüs hizasından kucaklarken, kendisine yardımcı olmaya çalışarak ellerini uzatan askere bağırdı.

      – Çek ellerini! Tutma onu pis ellerinle! dedi iğrenen bakışlarla.

      Cesedin yüzünü kıbleye döndürerek sağ yanına yatırdı. Ellerini ayaklarını düzledikten sonra ikinci askere yine vuracakmış gibi baktı:

      – Getir paltonu!

      Bununla Gülzâde’nin yüzünü örttü. Nehir boyundaki kurumuş dal budaklardan birkaç kucak getirtmişti. Onları acele etmeden dizdi. Üstünü otlarla örttü. Sonra toprakla iyice kapattı.

      – Elveda canım, beni affet! Ahirette buluşuruz, dedi Ziyakan sesi titreyerek.

      Masakbay bildiği duayı okuyup yerinden kalktığında, yüreği ağzına geldi. Hâlâ beti benzi atık hâlde olan Ziyakan, mavzerini çıkarmış, kapkara suratla duruyordu.

      – Mirza! dedi Masakbay, onun niyetini anlamış gibi.

      – Konuşma, çekil şuradan, dedi Ziyakan ona dişlerinin arasından. Sonra iki askere bütün nefretini kusmaya başladı. “Ulan, zebanîler, kıpırdamayın! Durun! Mezara yakın gelin. Sizin pis kanınızı burada akıtacağım. Maskara olmuş, akıl usu kalmamış, insanlıktan çıkmış bir zavallıya, günahsıza bu hayatın rezilliğini çok gördünüz. Sizin gibi zalimlere, Gülzâde için, temiz pak bu genç can için, ben de bir hüküm vereceğim. Hiç olmazsa aklı başında sağlıklı biri değildi. Bu fâni dünyada felekten yediği sille yetmemişti. Yarım canlı bu zavallıya yaptığınız ihanetiniz için, insanlıktan çıkmış arsızlığınız için, ikinizin de canını cehenneme göndereceğim!” dedi. Gözleri kan çanağına dönmüştü..

      – Mirza!…, – Sayın Albay, diye Masakbay ile günahkâr askerler aynı anda yalvarmaya başlamışlardı ki, Ziyakan mavzerin tetiğine basıverdi. Silahın ağzından çıkan mavi duman havaya yayılıncaya kadar basmaya devam etti. Başını dikleştirdi, göğsünü gerdi, taş gibi soğuk, yemyeşil gözlerini kısarak yaklaştı. Daha canlarını teslim etmemiş olan askerlerin son nefeslerini vermelerini bekledi. Rahatlamıştı. Mavzerin ağzına üfledi ve kılıfına geri koydu. Masakbay’a dönerek:

      – O iki atı şu tarafa götür, koşum takımlarını çıkar da salıver, dedi.

      Ziyakan, asker kampına döndükten sonra da kimseyle konuşmadı. Akşam oluncaya kadar bir tepede yalnız başına oturdu. Akşam olup da karanlık çökmeye başladığında kervanı harekete geçirdi, yola çıktılar.

      – Aşağıya doğru! Sarıbulak’ın doğusunu geçip Öndirkara’ya doğru! dedi Masakbay’a kısaca. Kimseye sezdirme. Sabah olmadan yetişmeye çalış. Ben arkadayım.

      – Mirza, dedi Masakbay. Ziyakan’ın niyetini anlamıştı ve tepeden tırnağa silahlı askerlerden çekiniyordu.

      – Hepsi de coğrafî özelliklerden habersiz angutlar. Gecenin karanlığında nereye gittiklerini anlamazlar bile, dedi Ziyakan inandırıcı bir tavırla.

      – Sadece bocalamadan, sallanmadan işi devam ettir.

      Şafak sökerken, etraf seçilmeye başlar başlamaz, durmadan yol alan asker kervanı Burıltogay Nehrine yakınlaşmıştı. Bıdırmak kumluğunun kenarına geldiklerinde Ziyakan, kervanı acele durdurdu.

      – Bölük dur! diye komut verdi. Olağanüstü hâl durumunda olduklarından bütün askerler silahlarını bir araya topladılar. Kendisi mavzerini kılıfından çıkararak nöbete geçti ve Masakbay’a bütün tüfeklerin şarjörlerini çıkarıp toplamayı emretti. Sonra yola tekrar düzüldüler; kervan, hiçbir eksiği olmaksızın topluca Osman Batur’un Karargâhına yollandı.

      II

      Osman Batur’un mücahitlerinin peşine Sovyet Destekli Millî Ordunun askerleri düştü. Yüzbaşı Yusiphan Yasinov komutasındaki Tarbagatay Üçüncü Atlı askerleri Kara Tünke Sarıtogay cihetinde, Narmantı”ya kadar yayılan Jılkaydar askerlerinin önünü kesmek, onları geri çevirmek görevini üstlendi. Smirnov grubuna Kürti Nehrinden aşağı inmek, Akdala’yı boydan boya geçmek ve batıdan tekrar geri dönerek Osman Batur’un mücahitlerini çembere almak emri verildi. Kalan iki taburun arasında kahramanlığıyla ün salmış Fethullah Bölüğü ile Beşkajı; Şekürti