Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

iyice canı sıkılmış, sinirlenmiş, hidddetlenmiş bir hâlde tir tir titrerken:

      – Şu yüksek kum tepesini gördünüz mü? Tam orada mavzerle ateş eden, Konkay’ın ta kendisi. Yanında çok adam yok. Belki altı yedi kişiler. Dikkat ediyor musunuz? Bu tepe, buranın en yüksek tepesi. Eğer orayı ele geçirirsek, onun aşağısındaki bütün Konkay Takımını paramparça edeceğiz. Böylece diğer yandaki Rus askerleri de bu tarafa geçemezler. Öyleyse, şu tepeyi almamız lâzım. Onun için ben, Konkay’ın tam sırtına kadar yalnız giderim. sipere atlar, girer ve doğruca Konkay’ın elindeki mavzeri kaparım. Oradakileri Konkay’la birlikte halleder, size tımak7ımı sallayarak işaret veririm.

      – Deli cesareti!

      – Ölümüne mi susadın? dedi, daha önce nice çarpışmalara girmiş arkadaşları.

      – Ihtimâl yok, ama tevekkül Allah’tan! diyerek onu göndermek istemeseler de, canları burunlarındaydı ve bıçak iyice kemiğe dayanmıştı. Hiddetten neredeyse patlayacak hâlde olan Jantas, hiçbirini dinlemedi.

      – Ben ölürsem, Şakabay8ın bir kadını, yine bir oğlan doğurur, diyerek gocuğunu çıkardı, ağırlıklarını üzerinden attı ve bir belaya hazırlanırcasına :

      – Siz, o tepeye doğru nefes aldırmadan ateşe devam edin! dedi.

      Jantas, anında kayboldu. Tüye kuyruk, jıngıl ve sekseviller9 onu saklamak için elbirliği etmiş gibiydi. Arkadaşları Konkay’ın sipere yattığı tepeyi hallaç pamuğu gibi atmaya başladılar.

      Et kaynatımı bir vakit geçtikten sonra, Konkay’ın siperlendiği tepeden sadece bir el mavzer sesi duyuldu; siperden yuvarlanarak kaçan iki kişi birbiri arkasından yere düştü. Hemen ardından da Jantas’ın tımakı havada göründü.

      Jantas’ın arkadaşları fırlayıp tepeye vardıklarında, dar siperin içine zar zor sıkışmış, elleri arkasından bağlanmış, yüzükoyun yerde yatan Konkay’ı ve ensesinde kartal gibi oturan Jantas’ı gördüler. O, düşmanın tam sırtından gizlice gelmiş, Konkay’ın tam ensesinden sipere atlamış, elindeki mavzeri çekmiş almış ve tetiğe basıvermiş. Konkay’ın askerleri şaşkınlıktan kurşuna karşı kurşun atmayı bile beceremeden kaçmışlar.

      Konkay’ı koşum takımı olmayan bir ata bindirdiler, ayağını atın karnından bağladılar ve arkaya doğru yönelttiler. Jantas, bu yüksek tepeye iki tane ağır pulemet getirip kurdu. Nehirden bu tarafta mevzilenen bütün düşman siperlerini temizledi. Bu tepelere mevzilenerek Smirnov Alayına karşı kuvvetli bir savunma hattı kurdu.

      Bu sırada başka cephelerdeki çarpışmalar da şiddetle devam ediyordu. Böyle yattıkları yerde çarpışıp durmayı faydasız bulan Osman Batur, savaş devam ederken, akşama doğru karanlık basar basmaz, belli etmeden bütün meydanı boşaltarak çekilip gitmeyi planladı. İkindi vakti civarında Keşapat, Manat, Nurkojay10 yüzlükleri nehri geçmiş ikiye ayrılmış, Smirnov Alayıyla Fethullah Alayına karşı savaşa devam ederken, Keles ve Jeksen yüzlüklerinin önünü açmak için bekliyorlardı.Tam bu sırada İbrahimbay Alayının üç taburu birden saldırdı ve Keles ile Jeksen yüzlüklerinin ara bağlantısını kesti. Keles askerleri savaşmadan nehrin öbür yakasına geri çekildiler.

      Osman Batur, Jeksen yüzlüğünün arasındaydı ve Jeksen’le beraber bir tepede oturuyorlardı. Onların yanında yedi sekiz kadar nişancı vardı.

      – Sen yüzlüğü geriye çekmeye başla! dedi Osman Batur Jeksen’e. “Ben, bunları engelleyeceğim.”

      Jeksen, genç olduğu için hürmetle:

      – Önce siz gidin, Batur Aga; burasını bana bırakın! dedi.

      – Yüzlüğün kaderi senin ellerinde. Çabuk toplan ve geri çekil! Burada, öyle korkulacak tehlike yok. Ama ben buradan ayrılırsam bütün askerlerin morali çöker. Tez atla! dedi Osman Batur. Kendisi savaş alanından giderse, savaşın genel gidişatının tersine döneceğini düşünüyordu..

      Jeksen’lerin geri çekilmeye başlamasından kısa süre sonra, Osman Batur’un yattığı tepenin arkasından kurşunlar yağmaya başladı. Osman Batur, bu tepelerin arkasından şaşırmadan gelebildiklerine bakarak, bunların Beskajı Mangası’nın olduğunu tahmin etti. Osman Batur yanındakilere:

      – Fırlayın, aşağıya eteklere doğru inelim; kaçarken vurmaya devam ederiz! diye bağırdı ve kendisi de sürüne yıkıla aksak ayağıyla koşmaya başladı.

      O kadar güçlü bir saldırıydı ki, her şey bir anda olup bitti. Osman Batur’un yedi arkadaşından sadece biri ona katılabilmişti. O da put kesilmiş arkasına bakakalmıştı. Osman Batur:

      – Kap!11 dedi hiddetle.

      Güneş hâlâ batmamıştı. Batıdaki yüksek dağların ucundaki bulutlara kızıllığını sürmeye yeni başlamıştı. Karanlık olsaydı, belki gözden kaybolmak mümkündü. Fakat daha erkendi. Beskajı‘lar onları görmüş, tanımış olduklarından tam hedefi vuruyorlardı. Osman Batur, bunları düşününceye kadar yanındaki yoldaşı da yere düştü.

      Osman Batur, kaşla göz arasında yalnız kaldığını sezdi. Atların dizgincisi aşağı eteklerdeydi. O tarafa doğru eğilerek koşmaya çalıştı ama önündeki Jantak, Tüyekuyruk gibi çalılıkları dümdüz eden pulemet ateşi onu durdurdu. “Kap! Eyvahlar olsun! Beni canlı yakalamanın yolunu bulmuşlar!..” diye düşünen Osman Batur, aniden geri dönüp, tepeden akan suların çukurlaştırdığı bir doğal sipere girdi, biraz nefes aldı. Bu doğal siper. İnsan boyu derinliğindeydi. “Ölmeyen insana ölü balık bulunurmuş.“ dedikleri doğruymuş, diye düşündü bir an. Kendi durumunu değerlendirirken, aklından “Böyle oturup kalmak da, karşı saldırıya geçmeden kaçmak da olmaz.“ düşüncesi geçti. “Çünkü onlar her taraftan kuşatarak yakalayacaklar. Yakınlaştırmamak gerek. Kimin kafası görünürse vurmak ve gecenin koynuna girinceye kadar dayanmak lâzım.“ Osman Batur, saklandığı siperin diğer tarafından, belindeki kamçısının ucuna geçirdiği tımakını kaldırdı. Anında tam tımağın alın hizasından kurşunu yapıştırdılar. “Nişancıymış! Beskajı olmalı… Tımakın12 kunduzluk takılan yerinden vuramazsa hedefi tutturamayacağını biliyor.“ diye düşündü.

      Biraz sonra siperin yukarı tarafına koştu. Arada sırada kamçının ucundaki tımağını kaldırıyordu. Kendisi de epeyce kurşun harcadı. Şimdilik kimse yaklaşamıyordu. “Hepsi de uzakta tepe başındalar. Onların da canı tatlı tabii…” diye düşündü Osman Batur.

      Osman Batur, ne kadar yol aldığını tahmin edemiyordu. Bir süre sonra bu doğal siper de geride kaldı. Önünde dümdüz bir alan uzanıyordu. Az ileride yüksek bir tepe gördü. “Ah, oraya yetişebilseydim. Yükseğe mevzilenmek savunmanın en güzeli…“ diye düşündü.

      Karşıdakinin Osman Batur olduğunu anlayan düşman askerleri de her taraftan kuşatarak hızla geliyorlardı. O ise tez elden tepeye yetişmek için çırpınıyordu. “Öldüm, bittim!“ derken tepeye yetişti ve nefes alabildi. Şimdi farkediyordu ki, bütün çevresi kuşatılmış. Her tarafta düşman askerleri. “Yakalanmak, buna denir.” diye acındı kendine. “Yok bu mümkün değil. En sonuncu kurşunu kendime ayırmalı. O zamana kadar çarpışacağız…“

      Omzundaki deri heybe dolusu kurşunu vardı. Heybe hafiflemiş gibi. Gocuğunu çıkarıp yere yaydı ve heybedeki kurşunları üstüne