Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

en önemli özelliği, böyle durumlarda, telaşa kapılmadan sabırlı hareket etmeyi bilmesiydi. Şimdi de aynı sabrı gösteriyor ve telaşlanmıyordu. Fakat endişesiz değildi. Hangi taraftan nasıl tuzaklar kurulabileceğini hesaplayarak hepsine karşı tedbirler düşünüyordu. Düşman tarafının önden, arkadan, sağdan, soldan yaptığı atışlar, Osman Batur‘un kendisine kurulan pusuyu anlamasına yetti. Vaziyet? pusunun gerçekleşmesine imkân verecek gibiydi. İş kötü. Yalnız başına. Tek bir mavzer. Pulemet bile değil. Saldırırlarsa, ezecekleri aşikar. Belki şimdi yaparlar. Belki şu dakikalar, Osman Batur‘un bu dünyadaki son dakikalarıdır. Bunu düşünürken, teyemmüm yaptı ve iki rekat namazını sessizce kıldı. Kelime-i şehadet getirdi.

      İnadına hava da hâlâ kararmadı. Deminki pamuk bulutların üstünde oturdu kaldı. Düşman çemberi de gittikçe daralmakta. Onlar da güneş batmadan önce kendisini ele geçirmeyi planladıkları için aceleci davranıyorlar. Osman Batur, kimbilir kaç tanesini vurdu; ama sayıları hiç de azalacak gibi değil. Biraz daha yaklaşıp saldırırlarsa, onu ele geçirmeleri mümkün.

      Dört yönünde dönen hesapları Osman Batur da tahmin ediyordu. Batısında ve güneyinde Beskajı Takımı, kıpırdayanı uçurur. Nişancı. Öbür iki tarafı somun pehlivanları. “Vurursak vururuz, vurmazsak boşa harcarız“ mantığıyla kurşun savurup duruyorlar. Osman Batur, “eğer fırsatı yakalarsam, o taraftan çemberi yarmayı denerim.“ düşüncesini aklından geçiriyordu.

      Yağmur gibi kurşunlar Osman Batur‘un başını kaldırmaya fırsat vermiyordu. Aniden karşı tarafın bir kenarından bir vaveyla yükseldi. Daha biraz önce her tarafı tarayan pulemet sesi diniverdi. Böyle bir fırsatı yakalamak için pusuda bekleyen Osman Batur da mavzerini doğrultarak düşman saflarını biraz seyreltmek için ileriye baktı.

      Tam o noktada gözünü diktiği hedeften bir atlının kendisine doğru uçarak gelmekte olduğunu gördü. Anında kalbi çarpmaya başladı ve bir an “vuruvereyim” düşüncesi kafasından geçse de biraz duraksadı. Arkasında, çevresinde kimse yoktu. Yalnız başına geliyordu. “Eğer deli kaçık biriyse de yakına gelince hesabını görürüm.“ diye sabretti. Tam bu sırada:

      – Janibeeek13! Janibeek! Aytuvgaaan14! Aytuvgaaan! sesini duyunca kendi kulaklarına inanamadı. Bir an durakladıktan sonra sese doğru koşmaya başladı.

      Süvari atını yana döndürerek:

      – Batur Aga! Gel! Atla! dedi.

      Osman Batur, onun Maliypa olduğunu anladı. Boş üzengiye ayağını takar takmaz ata atladı.

      Maliypa dünden beri Osman Batur’un yanındaydı. Mermi heybesini taşıyordu, silaha mermi diziyordu. Bazen Batur’u dinlendirip sipere kendi geçtiği de oluyordu. Demin önde giden grupların arasındaydı. Osman Batur’un geçikmesinden endişelenerek, kendi kendine “Batur Ağam, bir tuzağa düşerse!..” ihtimâliyle geri dönerken, buraya gelmişti.

      Maliypa atının başını çevirdi ve eğer takımına dayadığı pulemetle etrafı sağlı sollu tararken uçarcasına gitti. Kaşla gözün arasında çemberi yararak girdiği gedikten geri döndü ve sık ağaçlıklı tepelerin arkasında kayboldu. Tehlikeden uzaklaştıktan sonra atın dizginini çekti, sağ ayağını eğer takımın ön tarafından geçirip aşağıya atladı. Atın dizginini tutarken:

      – Batur Ağam, eyere oturun, dedi dizgini Batur’a sundu.

      Osman Batur ağzını açıp bir şey diyemedi. Bir süre bekledikten sonra sesi titreyerek:

      – Helâl sana Malipa, yiğit kadınmışsın dedi .

      III

      Develerin yularını gevşek bırakmadan yavaşça ilerleyen göç kâfilesinin ön safları, sabah aydınlığıyla çölün içindeki büyük bir vahaya geldi ve yüklerini indirdi. Burıltogay Nehrinden çıktıklarından beri ikinci defa konaklıyorlardı. En önde Şakabay Avulları. Onlardan sonra Karakas, Molkı, Jedik, Jantekey15 ve karışık Şubarkerey Avulları arka arkaya geçici barınaklarını, yâni iytarka-koslarını diktiler.

      Yaz kış kimsenin uğramadığı, hayvanların yayılmadığı bu vahada otlak alanları hâlâ semiz görünüyordu.Yağmurun çok yağdığı senelerde sele yol açan çayların iki yakası, şimdi de selev, biydayık ve akşöp bitkileriyle doluydu. Ara ara kızıl kuvray, jıngıl, tüye kuyruklar da görünüyordu. Kum tepelerinin eteklerinde daha yeşermemiş jantak, terisken, karagan gibi bitkiler de çoktu.

      Beli uyuşmuş ve zorla gelmiş olan develer jantak ve sarı yapraklarını iştahla koparıyor; burulmuş, yorulmuş atlar akşöp bitkisinin dibine yapışmış, ran otuna dalıyor, arada sırada denk gelen sargalların sarı dallarını dibinden koparmaktan başlarını kaldıramıyordu.

      Güneş bir kılıç boyu yükselince, sonuncu avullar da gelip yerleşmeye başladı. 500 ailelik bu topluluğun çarçabuk dikilmiş barınaklarına ve hepsinin sahip oldukları hayvan sürülerine büyükbaş mallar da eklenince, senenin on iki ayında bomboş duran sahranın bu bölgesinde adım atacak yer kalmadı.

      Az sonra çeşitli aralıklarla Osman Batur mücahitleri de konak yerine yetişti. Bazıları kavuştuğuna sevinirken, çatışmada kaybedilenlerin evlerinden hazin ağıtlar duyuluyor ve yürekleri dağlayan acılar yaşanıyordu. Böylesi ölümlere, kayıplara artık alışmaya başlayan bazı ailelerin üyeleri, nehirden getirdikleri güğüm ve testilere koydukları suların damlasını ziyan etmeden, çay yapmaya başladılar. Rüzgârsız, kıpırtısız ılık havada akşam güneşi battı ve gecenin parlak aydınlığı mavi gökyüzünü kapladı.

      Susuzluğunu gideren, biraz yemek yiyerek kendine gelen Osman Batur, yüzbaşıları çağırarak ertesi günkü görevler hakkında fikirleşti. Sovyet Destekli Millî Ordu tehlikesinin önemli bir tuzağından şimdilik kurtuldukları doğruydu. Fakat bu tuzağı tam atlattıkları da söylenemezdi. Artık bütün kuvvetler onların peşine düşmese bile, büsbütün başıboş da bırakmayacaklardı. Moğolistan Kızıl Ordusunun Dandar Alayının, Narmantı Dağlarına keşif kolları gönderip, Dabısın’a kadar gelmiş olmalarına bakılırsa, Osman Batur’u destekleyen sivil halkı, Beytik Dağlarına göndermeden yolda durdurmayı planlıyor olmalıydılar. Fethullah Bölüğü ile Nusiphan Alayları da daha nehrin öbür tarafına geçememişlerdi. Buna rağmen en büyük tehdit, bu çöl tabiatında insanlara içecek su, hayvanlara yeşil otlak bulmak meselesiydi. Narmantı Dağını sol tarafta bırakarak Beytik Dağları’na doğru gidilse; pınarlar, kuyular bolca bulunurdu. Şimdi o bölgelerde Moğollar pusuda bekliyorlar. Bu durumda Sovyet Destekli Millî Ordu, Osman Batur’a bağlı sivil halka eziyet için onları Kubı Çölü’nün iç taraflarına doğru gitmeye zorlayacaktır. İşte bu yüzden Osman Batur, uzak yakın bütün kaynaklardan doğru haberler alıp kesin bir plan yapıncaya kadar, sivil halka göçü başlatmama ve birkaç gün bu bölgede bekleme kararına vardı.

      Osman Batur’un tahmini doğruydu. Arkaya, nehir boylarına giden keşif kolları, 40-50 kadar atlı askerin güneydoğuya doğru gitmekte olduğunu, Kubı Çölü’nün kumuna sinmiş izlerinden anlayarak rapor ettiler. Nusiphan Alayı ile Fethullah Bölüğünün izleri takip ederek geldikleri haberi de ulaştı.

      Osman Batur, öncü birliğin Beskajı Takımı’nın olduğunu, onların Jiydelibulak (İğdelipınar), kontrole gönderildiğini anladı. Ka-pas, Keles, Manat askerlerini derhâl o bölgeye gönderdi ve her şeyden önce Beskajı Takımını yok etme emrini verdi. İlâve olarak Şekürti’nin yukarılarından Kubı Çölünün kenarına varmış olan ve doğuyu hedefleyerek ilerleyen Jılkaydar, Toktıbay yüzlükleri ve onların peşinden gelen