tuzlu kuyusundan öteye geçince Takırpınar, büyük Jırıkbastav, Sanbastav, küçük Takırbastav gibi pek çok pınar vardı. Çölün içerilerine doğru gidildikçe, böylesi pınarlar neredeyse hiç yoktur. Kimbilir ne zamandan kalma, belki de hırsızların, haydutların kazdığı, sonradan tek tek atlıların, bazen geyik avcılarının gecelediği Jiydeli ve Seksevül Kuyularının, bunca kalabalığın su ihtiyacına yetmeyeceği aşikardı. Buradan daha ilerilerde Üçbulak, Kökbastav (Gökkaynar) gibi su kaynaklarına ulaşmaksa, çok uzak bir ihtimâldi.
Bu yıl hava durumu oldukça değişken. Sıcaklar erken bastırdı. Öğle sıcağında tepeden vuran güneş, insanların da hayvanların da hayatını zehir ediyordu. Çok uzaklarda, ufukta görünen kum tepelerinin üstünden dupduru, gümüş rengi bir nehir çıkar. Yeryüzünde daha önce hiç görülmemiş kadar taze ve temiz su, atlayarak, oynayarak, kıvrıla kıvrıla akar. İlk aşkın saf dalgaları gibi dalgalanarak, inip çıkarak, bazen aniden hareketlenerek, gerile doğrula uzak mesafelere kollarını uzatır. Adeta hikâyelerdeki gibi acaip bir mutluluk saçarak insanı heyecanlandırır. Sanki nazik bir el, uzaktan sallanıyor ve tılsımlı bir dünyaya; şefkatli, huzurlu, bir kucağa davet ediyor gibidir.
Güneşin harareti geçince, akşam serinliğinde develerini yedeğe alan göç kervanı, uzun bir yolculuğa başladı. Jiydelibulak’a yaklaştıklarında önlerinden keşif kolları çıktı. Onlar, dün akşam Jiydelibulak’a Fethullah Bölüğünün geldiğini, o zamandan beri bu düşmanların Kapas, Keles yüzlükleriyle amansız çatışmalar sürdürmekte olduğunu haber ettiler.
Göç kervanı ortalıkta kalakaldı. Birbirine çarpan develer bağırdı. Yorulan, acıkan ve sinirlenen sarı tabanlı uzak yol hayvanı develer, kızgınlıktan etrafa köpüklerini saçtılar. Sırtlarına eyer takımı batan atlar, geriye doğru kaykılıp şahlanıyor ya da toynaklarıyla yeri kazıyorlardı. Su kaynaklarına yetişmeye imkânı olmayan göç kervanı, yönünü yeniden kamçı vurulan tarafa çevirdi ve kumluk alana geri döndü. Şafak sökerken bütün avullar, geldikleri yere dermansız yuvarlanıverdi. Taşıdıkları suları bitmiş ihtiyarlar, başlarına birer gölgelik kurdular ve kafayı vurup yatıverdiler.
Dün akşam haberciler bütün avulları dolaşarak, liderlere, yaşlılara Osman Batur’un fermanını iletmişlerdi:
– Değerli kardeşler, avuldaşlar, kader birliğindeki Kerey kardeşler! Bugün başımızda bütün dertlerden daha büyük iki dert var: Birincisi, göç kervanında yayan kalmak; ikincisi, açlık ve susuzluk. Bu iki tehlikeden sağ salim kurtulmak için çare elbirliği ve ağızbirliğidir. Hâlsiz, zayıf ve fakirleri yolda bırakmayın kardeşler! Göç için yeterli hayvanı olanlar, zenginler, çevrenizdekileri bir damla suya muhtaç etmeyin! Önce çocukları, sabileri, ihtiyarları korumaya alın. Bundan sonra, her kim kendi derdine düşerse, Allah’a, ata-baba ruhlarına karşı zalimlik ederse ve bunun yüzünden açlıktan ölen, göçten geri kalan, susuzluktan yiten olursa; ben o avulun liderleriyle görüşeceğim. Bunu unutmayın, Müslüman evlatları!
Osman Batur’un bu buyruğunu bütün halk kabûl etti. Herkes birbirine yardım etti; sularını, azıklarını bölüştü. Bir barınaktan diğerine tabaklar, bardaklar, çaydanlıklar dolaştı.
O gece sabaha karşı, İğdelipınar (Jiydelibulak)dan haberciler yetişti. Sovyet Destekli Millî Ordunun ele geçirdiği su kaynakları bakımından zengin bölgeyi almak mümkün değilmiş. Nusiphan Alayının hemen arkasından gelen Rus Bölükleri minometleri kullanarak, Jiydelibulak çevresindeki tepeleri de, pınarın bulunduğu alanı da darmadağın etmişler ve bölgenin altı üstüne geldiği için yürümek bile zorlaşmış. Oraya daha önceden ulaşan Kapas, Keles, Manat yüzlükleri de, onların arkasından gelen ve Nusiphan Alayıyla çarpışarak göç kafilesini tehlikeden uzaklaştırmayı hedefleyen Jeksen, Keşapat ve Jantas yüzlükleri de iki günlük çarpışmada çok zayiat vermişler ve geri çekilmeye mecbur kalmışlar.
Göç kafilesinin önündekiler eşyalarını tekrar yükleyip yola çıkacağı zaman, Jiydelibulak’i bırakıp geri çekilen askerler de kafileye geri döndü. Atları yorulmuş, savaşçıların kendileri de bitkinlikten siyahlaşmış yüzleriyle, dudakları susuzluktan, yorgunluktan çatlamış, gözleri çukurlaşmış, avurtları çökmüş hâlde kendi evlerinin yolunu tuttular.
Jırıkbastav tarafından ümitlenerek, doğuya doğru giden göç kafilesi ve Jiydelibulak’ın güneyinden başlayan kumluk araziden geçmekte olan göç kafilesi öğlene doğru gidiş yönünü tekrar değiştirmek zorunda kaldı. Yine sağ tarafa, Kubı Çölü’nün ortalarına, uçsuz bucaksız çöle yöneldi. Jırıkbastav’da Moğolistan’ın Dandar Alayı pusuda bekliyormuş. Oradan geri dönen Jılkaydar, Jamet, Toktıbay yüzlüklerine rastgelmişler ve Şakabay, Molkı Avullarındaki sivil halka pulemetle ateş açmışlar. Zayiat çok. Canını kurtaran halk çaresizlikten Kubı Çölü’ne doğru kaymaya başlamış.
Sıcakta, uzun göç zahmetine ne insan ne de hayvan dayanamadığı için, öğle vakti kalabalık göç kervanı, geniş bir alanda yine mola vermek zorunda kaldı. Çöldeki felaket şimdi sadece insanları değil, hayvanları da tehdit etmeye başladı. Kendilerini zor taşıyan sığırlar ağızlarından tükürükleri akarak, soluk soluğa, zar zor yürüyordu. Atlar da gemlerini şıkırdatarak, yol kenarındaki akşöpleri yemek için başını bile döndürmeden sadece devekuyruk ve jantak gibi bitkilerin gölgesine burnunu sokarak bir damla nefes almaya çalışırken, yutkuna yutkuna gidiyordu. Sadece develer ve koyunlar şimdilik problemsiz görünüyordu.
Şimdiki yolculuğun hedefi, daha da uzak. Taa uzaklardaki Üçbulak’a yetişmek lâ zım. Oraya yetişmek, atlı bir adam için değil; bu çoluk çocuk, ihtiyar hâlsizlerin bu ağır yükleriyle ulaşması imkansız gibi bir şeydi. Bu yüzden, artık sadece geceleri göç etme kararı alındı. Akşam oluncaya kadar, ağıllar dolusu koyunlar ortaya alınarak seçildi, ayıklandı. Sağlam görünenler halka paylaştırıldı ve ihtiyarların tecrübelerine başvurularak zayıf hayvanlar kesildi. Özellikle kuyruk yağları ve kemiksiz etleri ayrıldı; atların ağzına tıkıldı, yedirildi. Kuvvetli erkekler azgın, sinirli atların kulaklarından tutup ağzını zorla açarak dilini çekmek suretiyle, dilim dilim kuyruk yağlarını hayvanların boğazına doğru tıkıverdiler.
Bu sıralarda Jırıkbastav’da Mogol Alayına yenilerek kaçıp kurtulan Jılkaydar, Jamet, Toktıbay Bölükleri sivil halkın yanına dönmüştü. Osman Batur, Jılkaydar’ı göç kervanının sonunu korumaya bıraktı. Kendisi Küniyaz Molla, Jeksen ve Jantas gibi bir grup genç savaşçıyla ön saflara doğru gitti. Önceki senelerde çölde saklanırken kullandıkları Seksevil ve Jıngıldıkuyu gibi kuyular vardı. Onları keşfetmek için yola çıktılar.
Gece yarısı, Osman Batur, yanındaki yiğitlerle bir tepeye çıktı ve ön tarafı çenesiyle işaret ederek:
– İşte, Şıraljın Kuyusu orda, şu görünen tepenin döşünde! dedi atını mahmuzlayarak.
Aceleyle atı tırısa geçmiş hâlde vardı ve gözlerine inanamayarak durakaldı. Şaşırdı. Kuyu yoktu. Tekrar atını mahmuzladı ve karşıdaki tepeye çıktı. Ay aydınlığıyla da olsa çevreyi doğru tanımıştı. Eskiden buralarda çok dolaşmıştı. Kuyu burada. Tam şurada olmalıydı. Yanılması mümkün değil. Osman Batur, Jeksen’e:
– Sen etrafı kolaçan et. Gelip gidenlerin izi var mı bir bak, dedi.
Jeksen çok geçmeden geri geldi:
– On kadar atlının izi var. Millî Ordu askerleri olmalı. Çünkü atlarına kırılmamış arpa yedirmişler, dedi tahminini ispatlamak istercesine.
– Doğru. Ben de öyle sanıyorum, dedi. Osman Batur kuyunun tahmini ağzına geri dönerek, Kuyu burada. Kapatmışlar, dedi.
Atından indi ve kuyunun etrafını tekrar dolaştı. Hâlâ