Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

Batur onun yüzüne aniden baktı “Doğru mu?” dedi. Genç adam, “Avcılık mesleğinde en zor iş, tavşanla gelincik vurmaktır. Tavşan zıplamaya başlarsa durdurmak mümkün değildir. Gelincik ise otların ve taşların arasından sadece boynunu gösterir, vücudunu göremezsin. Başından vursan bile yaralı olarak kaçarsa, düştüğü yeri bulmak zor.” diye sürdürdü konuşmasını.

      – Nasıl yani? Tavşanı dururken mi yoksa kaçarken mi vurursun? dedi Osman Batur onu hâlâ sınamakla meşguldü.

      – Efendim, oturan tavşanın kaval kemiği görünür mü? Tabii ki kaçarken vuruyorum, dedi adam anlamamış gibi.

      – Kaçarken mi, dedin? Hep kaval kemiğinden öyle mi? Vay canına! Bu çok enteresan, dedi Osman Batur inanmayarak.

      – Tam dediğim gibi. Hep kaval kemiğinden.. diye tekrarladı adam, Osman Batur’un inanmadığını sezinleyerek.

      – Osman Batur, gülümseyerek başını eğdi:

      – İyi. Ama umarım dediğin doğrudur.

      Böyle söyledikten sonra Osman Batur yerinden kalktı, gocuğunu giydi, askıdaki kalpağını eline aldı.

      – Mapeş! Jantas nerede? Yiğitlerden bir ikisini çağırın bakayım. Şuralardan biraz tavşan avlayalım. Dediği doğruysa istediğini veririz. Yalansa, yoluna gider, dedi evden çıkarken.

      Avulun çevresi verimli otlu bir düzlüktü. Terisken, devekuyruk, şengel bitkileri karışık olduğu için tavşanın bol olması gerekirdi. Jantas ve Jetpis uzaktan kovalayarak bir tavşanı ürküttüler. Tavşan yana kaçtı. Yabancı genç adam, ayakta dururken nişan aldı ve vurdu. Sonra gidip hâlâ can çekişen tavşanı arka ayaklarından tuttu ve Osman Batur’un önüne getirdi. Kurşun gerçekten de kaval kemiğine gelmişti.

      Osman Batur seslenmedi. Jetpis ile Jantas’a “Yine…” diye işaret etti. Onlar da atlarıyla hızlanarak tekrar bir tavşan ürküttüler. Deri pantalonlu adam onu vurdu. Sonra bir tane daha vurdu.

      Osman Batur, yabancı gence imrenerek baktı.

      – Usta nişancıymışın dedi ona hoşnutlukla. Nasıl vuruyorsun?

      – Arka ayakları yerden kalkarken tetiğe basıyorum.

      Bu hâdiseyi görmek için Maliypa da gelmişti. Genç adamın bu lafını duyunca gözleri birden parladı. Usunun derinlerinden bir yerde bir şey parlamışçasına keyiflendi.”Acaip ya, her mesleğin sırrı var kendine göre. Onu sadece o sırrı çözebilen başarıya ulaşır. Nasıl akıllı, iyi adammış.”

      – Bu metodu kendiniz mi buldunuz? diye lafa karıştı.

      – Hayır. babam öğretti. Merhum bizi avcılıkla büyütmüştü.

      – Adın neydi? dedi Osman Batur.

      – Omari.

      – Güzel, Omari, beğendiysen elindeki tüfeği al, dedi Osman Batur gence.

      – Sağol, Batur! Güzel tüfekmiş. Dörtle vursam da hedefi vurur, dedi Omari sevincinden agzı kulaklarında, tüfeği döndüre döndüre incelerken.

      Osman Batur vedalaşıp giderken geri döndü. Biraz baktıktan sonra:

      – Ya Omari, bize katılmaz mısın? dedi yüzünde sıcak bir gülümsemeyle. Omarilerimiz çok. Bizde de üç tane Omari var. Büyen Omari, Taypak Omari ve ölez Omari. Bunların arasına Nişancı Omari olarak seni alırsak, köşemiz dört olacak gibi.

      Omari duraksadı, Osman Batur’un yüzüne doğru başını kaldırdı ve gözlerini kırpıştırdı.

      – Hepsi bebek yaşta çocuklarım var! dedi utanırcasına yere bakarken. Biraz düşüneyim.

      Bundan bir ay kadar sonra, Beytik Dağının Gök Çayır isimli kalın çam ormanlarıyla kaplı, bol sulu, yemyeşil bir bölgesinde konaklamış Osman Batur Avuluna Garnizon Baş Komutanı General Sung Shılıang geldi. Yanında Han Yuvın ve kırk kadar askeri vardı. Hepsinin alacalı aynı türden atları vardı. Kıyafetleri, takımları çok gösterişliydi.

      Osman Batur, onlar için özel bir Kazak çadırı kurdurdu. Kapas ve Jeksen yüzlükleri de iyi giyinmiş olarak yolun iki tarafında dizildiler, merasimle karşılandılar. Han Yuvın’ın isteği üzerine nöbeti iki taraf ortak yaptı. Misafirlerin konakladığı bölgeye özel izinle Osman Batur ve onun iltimaslı adamları, Keles, Kapas, Jeksen, Jantas, Ziyakan ve Jetpis gibi on kadar kişi girebiliyordu.

      Sun Shiliang ile Osman Batur gündüzleri hep beraber oldular. Osman Batur, Generali yakında Moğollarla çarpıştıkları Sarışokı’ya ve Koyırteki’ye bizzat götürdü. Sun Shiliang, Moğol askerlerinin nereden, nasıl saldırdıklarını, uçakların nereden havalandıklarını, zengbirekler (top) ve ağır makinalıların nerelere yerleştirildiğini, Osman Batur mücahitlerinin onları hangi yönlerden geri püskürttüğünü, hepsini, gördü ve öğrendi; sekreterine rapor halinde yazdırdı. Moğollardan ele geçirilmiş olan askeri kıyafetleri ve madalyaları kabûl etti. Özellikle o zaman alınan vâlizden çıkan askeri çorap, savaş haritası, Yüzbaşı Dandar imzalı Rusça savaş emri gibi özel eşyaları görünce, sevinçten ellerini birbirine vurdu.

      – Osman Batur, bir askerî akademide mi eğitim aldınız? Nasıl muhteşem savaşmışsınız! Savaş sanatını çok iyi biliyorsunuz. Eskiden Çin’de Ju Gilian isimli bir komutan varmış. Tastamam ona benziyorsunuz!” dedi samîmîyetle onu överken. Bu savaşta, Osman Batur’un mücahitlerini çok stratejik biçimde yerleştirdiğini hayretle gördükten sonra ilâve etti: “Siz, bu sefer, vatan için büyük hizmet ettiniz.”

      Daha sonra Sung Şiliang kendi düşüncelerini Osman Batur’a çekinmeden anlattı.

      – Şimdi bizim Çin‘deki, Da Gung Bao ve Şıng Bao gibi birçok gazeteler, bu sizin Beytik savaşınızı çok tafsilatlı yazdılar. Fakat onlar tek taraflı yazmışlar. Onlar “İle tarafı Moğollar vasıtasıyla Osman Batur’u yok etmek için savaş başlattı” dediler. Hatta bizim generallerden Jang Jıjung ve Tao Siyu da öyle muhafazakar düşünüyordu, diye her zamanki iki yüzlülüğünü ederek. Beşinci Atlı Korpus Komutanı Ma Çingşang, Moğolların güçlendirilmiş bir batarya askerinin sınıra saldırdığını, yetiştirdiği zaman ben bunun gelişigüzel bir çatışma olmadığını, vatanımız topraklarının bölünmezliğiyle ilgili büyük bir mesele olduğunu anlamıştım. Şonjı’daki Birinci Süvari Tümeninin İkinci Alayının komutanı Han Fang’e Beytik Dağına “acele gidin” diye emir verdim. İlâve olarak yedi ayrı konuda çalışma yaptım. Bunlar, otomobil yolu, deve kervanları, arabaları alarak gerekli araç gereç, yiyecek giyecek, mühimmatları taşımak; Şonjı ile Beytik arasındaki coğrafi durumu incelemek için keşifçi çıkarmak ve danışmanları göndermek gibi konulardı. Dış Moğolistan askerlerinin sınırlarımıza yaptığı saldırı hakkında Nanking’deki Savunma Bakanlığına, Lanchou’daki Güneybatı Çin Bölge İdaresine telgraflar gönderdim. Önceleri general Jang da, Tao da benim fikrimi acelecilik diye kabûl etmediler. Ancak sonradan Cumhurbaşkanının kendi eliyle yazdığı telgrafı okuyunca kafaları biraz çalıştı.

      General Sung’ın konuşmalarını bugün Jetpis tercüme ediyordu. Bu sırada Ziyakan, Osman Batur’a doğru eğildi ve :

      – Chiang Kai Shek’ten bahsediyor, dedi.

      – Böylece Cumhurbaşkanı’nın telgrafında “İle ile Moğollar birleşerek Urumçi’ye ve Kumul’a saldırırlarsa, biz direk yardım gönderemeyeceğiz. Bu durumda Şıngjang’ı kaybedebiliriz. Bu konuya önem vermek için dünyayı bundan haberdar etmeliyiz.” diye yazdığını duyunca, benim fikrimi desteklemekten başka çareleri kalmadı.

      – Siz, ne düşünüyordunuz? dedi Ziyakan.

      – Ben,