Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

Gördünüz mü sadece kumla doldurmamışlar. Devekuyruk, şıraljın ve jantak gibi bitkileri de doldurmuşlar ve kuyu suyunu kısa zamanda arındırılamayacak kadar kullanılmaz hâle getirmişler. Şimdi dinleyin! Jeksen, Jantas ikiniz birkaç kuvvetli yiğitle taa ilerde ufukta görünen Aybalta‘nın Geçidine doğru akan yıldızı gördünüz mü? O arada yüksek, uzun bir geçit var. Bu geçidin tam ortalarındaki daralan yola Aybalta Geçidi derler. Ondan dosdoğru geçince, şu görünen Çolpan yıldızının sağında Seksevil Kuyusu var. Seksevil bitkisi kullanılarak yapılmış, derin, bol sulu bir kuyudur. Oraya yetişin ve o kuyuyu temizleyerek biz gelinceye kadar hazır bekleyin. Bir aksilik çıkmazsa öbür, gün ilk göç kervanları oraya yetişecektir” dedi ve arkasından “Kaç tanesi canlı yetişir, Allah bilir.” diye derinden iç geçirdi Osman Batur. “Hadi şimdi, sağlıcakla. Haydi yiğitler, biz arkada kalanlarla göç kervanını burda bekleyelim.”

      Osman Batur, bunu söyledikten sonra kör kuyunun çevresindeki yeşillik tepeciğine gidip atından indi. Etrafta seksevil ve jıngıldan başka kum tepelerinin eteklerinde jantak yaprakları sallanıyordu. Bundan başka hiçbir bitki yok. Tamtakır. Sadece kuyunun aşağılarında ara ara şıraljın, kara kuvray, akşöp ve biydayık karışık yeşilimsi bir alan var. Bunun bir kenarına Osman Batur ile Küniyaz Molla, eyer takımını, yastık; kalan keçeleri de döşek yaparak yatıverdiler.

      Günlerden beri açlıktan susuzluktan bitkinleşen binek atları, isteksizce her bir bitkiden biraz koparıp yemeye başladılar; arada sırada kuyu tarafına gelip toprağı kokluyorlardı.

      Osman Batur:

      – At denen hayvanın sezgisi çok kuvvetli değil mi? Hayvancağızlar toprağın altındaki suyun varlığını bile seziyorlar, dedi.

      – Geçmişte, Canibek babamız zamanında göçerken, Kerey Boyu, Kalba Dağının eteklerine doğru giderken, yine böyle bir çöle rastgelmişler. O zaman Canekeng (Canibek isminin hürmetle anılışı) Avulunun bir ihtiyar beyaz aygırı, bir tomar şiy bitkisinin dibini koklayarak ayağıyla yere vurmaya başlamış. Muhterem Janekeng de hemen anlamış. O şiy bitkisinin dibinden kuyu kazdırmış. Atamızın hürmeti mi yoksa verimli bir kuyu mu bilinmez, bel hizasına gelince kuyudan dupduru tertemiz su çıkmaya başlamış. Zamanla büyük bir göle dönüşmüş. Halk ona Kökiyrim adını takmış. İşte Janekeng zamanında bütün halkı bir araya toplayan Kökiyrim Kurultayı orada açılmış, diye hikâye etti Küniyaz Molla.

      Osman Batur iç geçirerek:

      – Janekeng mukaddes bir kahramandı. Şansına o dönemlerde hayat da şimdiki gibi sıkıntılı değildi, dedi. ”O zamanlarda kurak yerde kuyudan su çıkarmış; şimdi ise insanların azdığı şu devirde, açık kuyunun suyu toprağa gömülmekte, pınarların suyu çekilmekte. Zamanın gidişatı bizi nereye götürüyor? Kerey Boyunun evlatları, şu Altay Dağlarından tarihte üç defa göçüp gitmiş ve üç defa geri gelmişler. Görüyor musun, hasret ne demek! Şimdi, yine doğduğun topraklardan gidiyorsun. Belki artık geri gelmeyeceğiz”, dedi Osman Batur. Gökyüzünde parıldayan yıldızlardan gözünü ayırmadan konuşmuştu. Belli ki çok üzülüyordu.

      Küniyaz Molla, yüreğindeki yangını dişlerinin arasından çıkarırcasına yavaşça iç çekerek:

      – Yaa, bunun çaresi yok. Dayanacaksın. Çekeceksin. Sen, Allah olmadığın için hepsine katlanacaksın! dedi.

      Osman Batur, Küniyaz Mollanın bu şakasını hiç hoş karşılamadı. Sırtını döndü, gözünü yumdu. Bir daha konuşmadı. Uykusu da gelmedi.

      Şafakla birlikte göç kervanına yettiler, halkın durumunu sordular. Şimdi bütün problem susuzluk. Sovyet Destekli Millî Ordunun peşlerinden gelen alayları da, Moğolların Dandar Alayı da göç kervanının peşini bırakmıştı. Halkın başındaki en büyük dert, çöldeki âfetti. İnsanların hepsi kapkara, kurumuş, yanmış haldeydi. Susuzluktan kurumuş dudakları çatlamıştı. Kadınlar ve çocukların yüzleri küçülmüş, gözleri çökmüş; çaresizlikten, ümitsizlikten yalvaran bakışlara bürünmüştü. Beyazı çoğalıp, siyahı kaybolan gözler, ölmüş koyunların gözleri gibi fersiz bakıyordu. Atlar ve diğer binek hayvanları bitkindi. Dilleri sarkmış, dikenlerin arasında kertenkele arayan köpekler bile hâlsizdi. Herkeste bir dermansızlık… Göç kervanının hızına yetişemeyip yolda kalmış avullar da vardı.

      Osman Batur, kuvvetli yiğitlerden bir grubu, sağlam at ve develerle geriye gönderip yolda kalmış insanlara yardım sağlayarak devam etmekten başka çare bulamadı.

      Jeksen ve arkadaşları öğle vaktine doğru geri geldiğinde, onların mataralarındaki suları, hâlsizleşmiş çoluk çocuğa ve hastalara birer yudumluk paylaştırdı. Halkı her günkü gibi erken hareket ettirmeye ve bir an önce suyun kaynağına sağ salim yetiştirmeye çalıştı. Her bir boyun, avulun liderlerini göç boyunca kendi avulunun yanında olmaya, dağılmış saçılmış bir şeyler olursa, toplamaya sorumlu etti.

      Bu son geceki göç sırasında hepsi de elinden geleni yaptı. Kimsenin kimseye bakacak hali kalmamıştı. Herkes, yolda kalan hayvanlarını bile bırakıp, kuyubaşına bir an önce yetişmeye çalıştı. Aybalta Geçidinden en önce Karakas Boyunun Avulları geçti. Onların ardından kuyruk mesafesiyle Kıstavbay Boyunun Ömürzak Zalıng17 Avulları, daha sonra Şakabay, Molkı ve diğer Kerey Boylarının adamları arka arkaya gidiyorlardı.

      Osman Batur, kuyu başına başkalarından bir ok atımlık erken yetişti. Onu karşılayarak atının dizginini alan Jantas’a:

      – Nasıl? Su bol muymuş? diye sorarken farkında olmadan kendisi de yutkundu.

      Jantas da başka yiğitler de sevinçliydi. Yüzlerine nur gelmiş, yanakları pembeleşmiş, canlanmışlardı.

      – Su bol. Oldukça bol.

      – Allah gözümüzün yaşına baktı.

      Hepsi bir ağızdan:

      – Çok verimli, suyu bol kuyuymuş. Alttan sular kaynıyor, dediler.

      Jeksen, koşar adım elinde bir maşrapa suyu çalkalayarak getirdi. Osman Batur’a sundu. Osman Batur, suya elini uzatmadı.

      – Dökme. İsraf etme. Bu su, bize can olacak, dedi kaşlarını çatarak. Su ne kadar çok olursa olsun, onu içecek ağız da çok bulunur.

      Suyun kokusunu alan akboz at da kişnedi, kuyuya doğru gitmek için dizginleri zorladı. Osman Batur, Jeksen’e akboz atı işaret ederken

      – Buna içir, dedi.

      Akboz at, maşrapadaki suya burnunu sokuverip aceleyle bir iki yudumda içtikten sonra başını kaldırıp kuyu tarafına baktı. Osman Batur, lastik gibi gerilmiş atının terden sırılsıklam olup kıvrılmış gövdesine, sırtına bakarak

      – Bu yeter. Artık ölmez, dedi.

      – Siz! dedi Jeksen, Osman Batur’a ikinci bir maşrapa suyu sunarken. Osman Batur başını salladı, kaşlarını çatarak.

      – Hayatta neler görmüş Osman bu. Bana hiçbir şey olmaz. Artarsa en sonunda görürüz, dedi. Sonra yanındaki Küniyaz Molla’ya döndü:

      – Molla Eke!

      Bu sırada başka biri Küniyaz Molla’nın eline de bir maşrapa tutuşturmuştu. Bunu görünce duraksadı.

      – Suyunuzu için! dedi. Küniyaz Molla, bir maşrapa suyu nefes almadan yutuncaya, maşrapanın kenarı tak diye alnına vuruncaya kadar Osman Batur, ondan gözünü alamadı, bekledi. Molla’nın gözünün tekrar ışıldayıp, derin bir nefes aldığını gören Osman Batur‘un yüzüne de ışıltı gelmişti:

      – Molla Eke, şimdi dinleyin. Koynunuzda Kur‘an, ağzınızda iman var. Herkesin hürmet