Jaksılık Samiytulı

Kaharlı Altay


Скачать книгу

gibi yaklaştı.

      – Batur, Osman Batur! Bittim… Tamamıyla kuruttular! Bana yardım edin, beni koruyun, diye yalvarıyordu.

      Osman Batur anladı. Bunun bu hareketi, daha sonraki olacaklar için tedbir haliydi. Bir bölük büyüklüğündeki askerin çoğunu kaybeden ve sorumluluğuna verilen yerin, sınır boyunun savunmasını bırakıp kaçan subaylara kimse acımaz. Çinli bunu bildiği için, yarın öbür gün Han Yuvın karşısında Osman Batur’dan aman dilemek için bu hareketi özellikle yapıyordu.

      Ma Shıjıng’ın bu haline iğrenerek bakan Osman Batur, kurşun gibi bakışlarını adama dikti.

      – Böyle yapacağına orada ölseydin. Ölüm vardır, yaşamaktan da kıymetli. Hayat vardır, ölümden de beter. Sadece kendisini düşünen adam komutan olamaz! derken, “Keşke benim emrimdekilerden biri olsaydı. Bu rezili…” diye sinirlendi içinden.

      – Fakat Allah korusun.

      – Hazret, Osman Aga, şefaatçım olun, diye yalvardı Çinli. Aniden saldırdılar. Uçakla bombaladılar…

      Osman Batur hâlâ hiddetli haliyle:

      – Yeter! Kalk artık. Öncelikle geride kalan askerlerini topla. O Şonjı’daki komutanınıza haber salın.

      – Başüstüne… Başüstüne dedi, Ma Shıjıng aceleyle.

      Karagaytı sınır karakolundan gelen üç uçak, bunların hemen dikkatini çekti. Osman Batur mücahitlerinin nerede hangi tepede mevzilendiğini biliyorlarmış gibiydiler. Dosdoğru geliyor, bombalıyorlardı. Bunların arasından bir uçak özellikle tehlikeliydi. Osman Batur mücahitlerine doğru süzülerek gelip ters dönüveriyor ve ardınca da pulemet mermilerini yağdırıyordu. Sonra da anında uçup geri gidiyor, Karagaytı karakolunun aşağılarına inip bomba alıp geri geliyordu. Tekrar saldırıyordu. Karagaytı’dan yukarılara iki grup halinde çıkmaya çalışan askerlere yol açmak için de zengbirekler (toplar) durmadan gürüldüyordu. Tepeleri koparıp, paramparça ederek dağın gögsünü koyu kahverengi toprak ve toz dumana boğuyordu.

      Moğol askerleri ne kadar çabaladılarsa da pek bir başarı elde edemediler. Jeksen Birliği’nin dağın eteklerinde bağlı duran bir grup binek atı ürktü, yularlarını koparıp kaçtılar. Başka kayıp olmadı. Çarpışmanın üçüncü gününde, uçaklar iyice alçalmaya başladı. Bazen Osman Batur mücahitlerinin mevzilendiği tepelerin arasına kadar sokulup pulemet mermileri döktüler. O kadar yakına geldiler ki uçağın penceresi ve hatta içindeki pilot bile göründü.

      Yanlarından yıldırım gibi geçip giden uçağı gördüğünde Jeksen “Kap18!” dedi ve kendi dizine bir şaplak attı.”Keşke bir daha gelse..” diye elli atar pulemetini hazır bekletmeye başladı. Konuşması biter bitmez uçak onların üstüne yine geliyordu. Jeksen uçağın tamı tamına penceresine nişan aldı ve elli atar tüfeğinden kurşunu boşalttı. Uçak “ Iss” diye değişik bir ses çıkarttı, gürleyen sesi kaybolurken aşağıya inmeye başladı ve karakol tarafına yetişince düştü.

      – Düştü. Düştü!

      – Jeksen uçak düşürdü!

      – Bak orada düştü!

      – Tamam şimdi yanmaya başlar, dedi görenler.

      Uçak yanmadı. O bölgeden koyu bir duman yükseldi. Fakat uçak bir daha uçamadı.

      Karagaytı’nın yakalarından, Kapas Batur yüzlüklerinin mevzilendiği yerden havai fişek atıldı. Saldırı işareti… Buna Koyırteki tarafındaki Keşapat grubu da ses verdi. İki tane havai fişek birbirinin arkasından, Jeksen askerlerinin mevzilendiği tepeden uçarak geçti.

      – Atlan! Atlan! diye bağırdı Jeksen de gökyüzüne bıçak gibi ayıran kıpkırmızı ateş ışığı çıkaran fişekleri birbiri ardına atarken.

      Üç taraftan saldırıya uğramaya dayanamayan Mogol askerleri birkaç saat dirense de siperleri boşaltıp geri çekildiler. Çadırlarını aceleyle yıkıp yüklediler ve aşağılara gittiler. Kapas Batur askerleri onların önünü kesti ve kurşun, el bombası ve çadırları yükledikleri birkaç deveyi ele geçirdi.

      Jeksen de yıkmaya vakitleri yetmediği için bıraktıkları bir çadırı ele geçirdi. İçinde yaralı bir asker vardı. Kapının dibinde komutanların kullandığı ve havai fişek atan bir silah varmış. Jeksen onu alıp baktı ve askere döndü.

      – Kimsin sen?

      – Askerim.

      – Yüzbaşı Dandar sen değil misin?

      – Hayır. O kaçtı. Ben onun emir eriydim! dedi korkmuş olan asker, iki omzunu ve yaralı ayağını gösterirken.

      – Deminki uçak nasıl düştü? Parçalandı mı?

      – Hayır parçalanmadı. Pilotu Zaysanov isimli bir Kazakmış. Meşhur biri. Sovyet-Alman harbinde kahraman olmuş. Bir bileğine kurşun girmiş. Uçak bozulmuş ama parçalanmadan indirebilmiş.

      Jeksen çadırda kalan bir bavulun kilidini bozarak açınca içinde üç altın madalya buldu. Bir de bir subay üniforması. Yepyeni deriden bir asker çizmesi, galoşuyla beraber. İki madalya daha… ve bir hançer çıktı.

      – Kimin? diye askere sordu.

      – Onundu.

      Kaçıp giden Moğol askerlerinin bıraktıkları arasından çok miktarda ganimet alan Kazaklar, birçok deve yükü ile Osman Batur Avuluna sabaha karşı geri döndüler.

      Jeksen havai fişek tüfeğini Osman Batur’a sundu.

      – Bunların etmediği icat yok, dedi Osman Batur tüfeği incelerken. Gördün mü sadece iki karış, kundağı da bayağı adi tahta. Buna rağmen ateş edişi güzel, fişekleri de uzaklara yayılıyor. Bütün bir alanı ışıldatıverdi. Keşke biz de böyle tüfek tapabilecek kadar ilerlesek, dedi ve iç geçirerek başını salladı.

      Üç gün sonra, Osman Batur’un yanına yabancı bir genç geldi. Başında tavşan derisi kalpağı, üstünde her tarafında tüyleri çıkmış gocuğu, ayağında sarı deri pantolonu vardı. Selam vererek eğildi ve baş köşeye geçmeden, tevazu ile kapıya yakın oturdu. “Bu bölgenin yerlisi Kazaklardanım. Boyum, Sarıbas içinde Sarıtokay. Siz Moğollardan çok ganimet almışsınız, diye duydum da bana da bir hatıra verirsiniz, diye gelmiştim.” diye Osman Batur’un yüzüne çekinerek baktı. Arada sırada yemek hazırlayan Bayan ile Maliypa’yı da göz ucuyla süzüyordu.

      – Nasıl bir şey? Ne ihtiyacın var? dedi Osman Batur.

      Adam biraz çekinerek cevap verdi.

      – Bir tüfek olsaydı, dedi yüzü biraz kızararak.

      – Onu ne yapacaksın?

      – Batur, fakir bir insanım. Taa orada Şonjı’da zengin Çinlilerin ekininde çalışıyorum. Darı, buğday kısmı iyi de, elbise kıyafetten yoksunuz. Üstüne üstlük kırmızı eti de çok yiyemiyoruz. Onun için tilki avlıyorum, tavşan avlıyorum ve geçinmeye çalışıyorum.” dedi, yine biraz utandığı için alçak sesle konuşarak.

      Osman Batur hafifçe gülümsedi. “Nasıl da saf yiğitmiş. Bütün gerçeği söyleyiverdi. Bizim Jantas’lar, Jetpis’ler olsa, gider hırsızlık yapar, birinin atlarını alır kaçar; ama asla tavşan etine kanaat edip yaşamaz.” diye düşündü.

      – Tüfek kullanabiliyor musun?

      – Kullanırım. Kötü bir iki ağızlı tüfeğim var. Eskidi. Ağzı genişledi. Defalarca egedim, tamir ettim ama tam hedefi vuramıyorum. Onun üstüne kurşun da çok gidiyor.

      – Öyleyse nasıl bir