Yakup İsmail

Kestaneler Altında


Скачать книгу

da ne demek?”

      Arkadaşım tekrar baktı gözlerime:

      “Öğrenirsin.”

      Yavaş yavaş işin içine giriyorum demiştim ama bilmediğim şeyler daha çok.

15.03.1984

      Bütün gece kar yağmıştı. Trotuarlar temizlenmediği ve yayaların işi zorlaştığı için otobüsler ve tramvaylar tıklım tıklımdı. İşe zar zor yetişmiş olan herkes odasına kapanmıştı. Azıcık ısınmış olanı hemen bir salıklık, bir uyku basıyordu. Halim ağabeyle ikimizi de aynı… Bugün ben hatırlattım ona kahve zamanını. Kâğıdı kalemi hemen attı elinden. Saate baktı ve:

      “Gidelim, dedi, bugün acele bir iş yok. Gereken yazıları yardımcıya daha akşamdan teslim ettim.”

      Her gün ziyaret ettiğimiz büfe bugün tıklım tıklımdı. İçerisi arı sepetine benzemişti. Konuşanlar, sigara içenler…

      “Gel, arka sokaktaki kahvehaneye gidelim.”

      Orası hakikaten de tenhaydı. Oturduk. Bu defa haber sırası bendeydi:

      “Bu sabah yine bir kitap meselesi konuşuluyor,” dedim fısıltıyla.

      “Öyle mi?”

      “Bir roman. Başlığı ‘Şahs’. Müellifi ünlü bir kadınmış.”

      “Çok mu güzelmiş?”

      “Kadın mı?”

      “İşi alaya çevirme. Romanı sorduğumu çok iyi biliyorsun.”

      “Güzelliğini bilmem ama o da kitapçılardan geri alınmış.”

      “Sen kimden öğrendin?”

      “Otobüste konuşuluyordu. Bir şey daha konuşuluyordu.”

      “Ne konuşuluyordu?”

      “Önceki kitabın neşriyatına da, şimdikine de izin cumhur reisinin kızından geliyormuş ama yine de satışı durdurdular. Demek senin dediğin “Altıncı şube” hepsinden kuvvetli.”

      “Öyle anlaşılıyor.”

      “Halim ağabey, senin böyle… satılması sonradan yasak edilmiş kitap gördüğün var mı hiç?”

      “Yok. Böyle şeyleri ne sor ne ben cevap vereyim. Öyle daha iyi. İkimiz için de. Öyle bir kitap eline geçtiğinde oku, fakat kimseye söyleme.”

05.04.1984

      Her boş vaktimizde Semra ile beraberdik. Yakında toplanmak niyetindeydik. Tatbikattan döndüğümde bir daire kiralayacağız ve artık bir arada yaşayacağız. Benim devlet sınavları, onun da yılsonu sınavları geçtiğinde önce onun köyüne gideceğiz, sonra da bizimkileri ziyaret edeceğiz. Onun daha bir yılı var. Üniversiteyi o da ikmal ettikten sonra nerede yaşayacağımızı, nerede çalışacağımızı bir karara bağlayacağız.

      Sık sık gelecek için çeşitli planlar kuruyoruz. Hemen hemen her akşam beraber çıkıyor ve merkez sokakta kestaneler altında el ele verip geziniyoruz. “Yıldızların Altında” diye bir şarkı var ya, işte onu birlikte söylüyoruz ama bir ağızdan değil, bir mısra o, bir mısra ben. Yalnız nesi var “yıldızların” sözü yerine “kestaneler” diyoruz. Bunu daima sokağı doldurmuş olan kalabalık, bizim gibi akşam gezisine çıkmış olanlar seyrelmeye başladığı zaman yapıyoruz. El ele vermiş yürürken başlayıveriyoruz:

      O “Benim gönlüm sarhoştur kestaneler altında,”

      Ben “Sevişmek ah ne hoştur kestaneler altında”

      O “Yanmam gönül yansa da, ecel beni ansa da”

      Ben “Gözlerim kapansa da kestaneler altında”

      O “Mavi nurdan bir ırmak, gölgede bir salıncak”

      Ben “Biz de ikimiz kalsak kestaneler altında”

      O “Yanmam gönül yansa da, ecel beni ansa da”

      Ben “Gözlerim kapansa da kestaneler altında”

      O “Bir nefes bin “ah” olur kestaneler altında”

      Ben “Çakıllar elmas olur kestaneler altında”

      O “Yanmam gönül yansa da, ecel beni ansa da”

      Ben “Gözlerim kapansa da kestaneler altında”

      Gelen geçen bizi duyuyor mu, bize gülen, dikkat ayıran var mı, yok mu, hiç umursamıyoruz. Dünyalar bizim oluyor. Öyle anlarda kimseyi görmüyor, insan kalabalığı içinde tenha ve sakin bir deniz kıyısında yüzer gibi oluyoruz.

      Sakin ve ılık gecelerde bu her akşam böyle tekrarlıyor. Hatta sakin sakin yağan yağmur altında bile devam ediyoruz gezilerimize. İkimiz bir şemsiye altına sokulup çıkıyoruz sokağa ve haydi kestaneler altına!

      Dün akşam yine çıktık gezmeye. Hava ılıktı ve Kartal köprüye vardığımızda bu defa geri dönmedik, büyük parka doğru devam ettik. Etrafı var kuvvetiyle aydınlatmaya çalışan ay sanki bizi seyrediyor, o da gülümsüyordu bizimle birlikte.

      Saatlerce gezindik, onlarca defa buseler aldık, buseler verdik birbirimize. Yine, “Kestaneler Altında” diye şarkı söyledik. Sonra bir banka oturduk. Sustuk ve kuşların ötüşünü dinledik. İnsan kalabalığı sokaklardan çekilince ve her çeşit gürültü hafifleyince onlara sıra gelmişti. Onlarca bülbül kendi konserine başlamıştı. Her biri kendi şarkısını söylüyor, kendi aşkını anlatıyordu. Öyle sessiz sessiz ve sarmaş dolaş olmuş, o tarif edilmez konseri dinlerken, Semra birdenbire başka bir şarkıya başladı:

      “Demedim mi nazlı da yarim ben sana çok sevişmek tez ayrılık getirir…”

      Yeni yıl akşamında belirmiş ve hiçbir an silinmemiş olan tebessüm yüzümden kayboluverdi. Baktım, onun da aynı.

      “Bu şarkı nerden geldi aklına bu güzel akşamda Semra?” diye sordum.

      Ciddi ama çok ciddi bir tutumla baktı gözlerime. Bu belki sekiz, belki on saniye devam etti fakat bana saatlerce sürmüş gibi geldi. Benim bakışlarım soru doluydu, onunkiler bomboş, hiçbir şey ifade etmiyordu. Birden sarıldı boynuma, sonra gözlerimi, yanaklarımı, saçlarımı öptü öptü… Durduğunda:

      “Seviyorum seni Hayri!” dedi. “Çok seviyorum! Delice seviyorum! Onun için de seni elimden kaçıracağım diye korkuyorum!”

      “Ben de seni seviyorum,” diye cevap verdim. “Ben de. Hem de çok seviyorum seni!”

      Ben de öptüm saçlarını…

14.04.1984

      Çalışmaya başladığım için bir hafta önce öğrenci yurdunu terk etmem gerekti. Bu sebepten şehir içinden bir oda kiraladım ve oraya taşındım. Merkeze bayağı uzak.

      Yarın tatbikatın geçeceği kentin yolunu tutmam gerekiyor. Onun için bugün işleri bitirmek gerekiyordu. Fakülte yönetiminden tatbikat dokümanlarını almak, Başmuharrir’in yanına bir ay izin için dilekçe yatırmak, Semra ile vedalaşmak, Doçent ile devlet sınavı için bazı incelikleri konuşmak ve bazı konularda fikir teatisi…

      Akşama kadar hepsini hallettim. Başmuharririn yanına en son gittim. İzinnameyi verirken başka bir pusula uzattı ve izah etti:

      “Gittiğin yerde üç gönüllü muhabirimiz var. Adresleri bu kâğıtta. Onları bul, konuş ve cesaretlendir. Daha sık yazsınlar.”

      Bavulum çoktan hazır. Semra o işe bari yardım edebildi. Yarın sabah trene binip “Tuzluk Bölgesi’ne hicret etmek var. Bir ay için Semra’ya da; başkente de elveda.

      Unutacaktım. Edebiyat sayfası sorumlusu, yanına hoşça