defada iletemedim!”
“Yok, yok…”
“İşler çok düşünmekle hallolunmaz, Hayri! Faaliyete geçmek lazım, faaliyete! Yarın nişan falan, öbür gün davul zurna ve düğün. İşler uzatmaya gelmez!”
Hasan ağabeyin ağzı durmaz ki…
“O da olacak Hasan ağabey, o da olacak!”
… Şu dil temizliği konusu bir defa kafama girmiş, beni artık rahata bırakmaz. Ne zaman yazacağım? Ama Semra’nın şu tembihi nereden çıktı, hala akıl erdiremiyorum.
Tütün tarlası boşalır gibi olmuştu ki, tatil de sona erdi. İşte yine başkentteyim. Öğrenci yurdundaki oda arkadaşım benden önce gelmiş. İlk haberleri, yenilikleri ondan öğrendim: Doçent yanına yeni yardımcı almış, birinci ders yılına ayak basanların arasında epey kız öğrenciler varmış, yeni yıldan sonra bir ay için tatbikata gideceğimiz okullar daha şimdiden belli olmuş, ders yılının ikinci haftasında Rila dağlarında bir köye patates çıkarmaya gidecekmişiz. Bu sabah biyoloji fakültesinde Semra’yı görmüş. Yanında bayağı güzel bir kız arkadaşı varmış, onunla tanışmış. Konuşkan, senli benli bir şeymiş.
“Adı Seniha mı?” diye sordum. Bedri yatağına uzanmış yatıyordu ya, birden ayağa fırladı.
“Sen nereden biliyorsun? Onunla tanışıyordun da şimdiye kadar bana neden bahsetmedin? Hey, Hayri, yalnız kendini düşünme!”
“Onunla ben de yakında tanıştım.” dedim.
“Yakında mı? O da ne demek?”
“Semra ile ikisi ağustos ayının ortalarında misafirim oldular.”
“Neee ?!”
“Evet. Çalıştıkları yerde iş bitince eve gitmeden önce bizim köye geldiler. Rodopları görmek istiyorlarmış. Bu sabah karşılaştığınızda sana anlatmadılar mı?”
“Hayır…”
“İki akşam kaldılar bizde. Hatta tarlaya tütün toplamaya bile götürdüm onları.”
“Deme be…! Sen herhangi bir bela yapmayasın? Mesela ergenliğe elveda demek gibi bir şey?”
“Yok öyle bir şey. Semra Rodopları görmeye çok meraklıyım demişti daha ilkbaharda, ben de gel gör diye cevap vermiştim. Geldi işte. İyi ki yalnız değildi. Yalnız gelseydi sen de bizim köydeşler gibi…”
“Ne halt etmişler senin köydeşlerin?”
“Hayri gelin mi getirmiş yoksa, diye anneme sorup durmuşlar günlerce.”
“Olsa da olur. Evlenmek sana yasak mı yoksa?”
“Yasak değil elbet ama yok öyle bir şey… Şimdilik…” “Şimdilik?”
“Sus be!” diye çıkıştım Bedri’ye en nihayet. “Amma da uzattın ha!”
“Tamam tamam. Ama… evlenmiş olsan bile…”
Rastgele elimde bulunan kalınca bir kitap fırladı gitti ona doğru. Anında eğilmeseydi başından vurulup yıkılacaktı yere. En sonunda sustu hele. Lakin ne gizleyeyim Semra için söz etmesi benim de hoşuma gidiyordu…
Öğleden sonra gazeteye uğradım. Başmuharrir yardımcısı selamımı daha kabul etmeden konuşmaya başladı:
“Röportajı çok geç yolladın. En az bir ay önce gelmeliydi. Yaz mevsimi geldi geçti. İşlediğin konu artık aktüel değil.”
Söylediklerinin doğru olduğuna o da pek emin değil gibi geldi. Ama bıçak da onun elindeydi, peynir de. Yazıya gazetede yer isterse verir, istemezse vermez.
“Siz bilirsiniz,” dedim sakin sakin ve odasını terk ettim. Mart ayında çalışmaya başlayıp bütün yaz ve güz, hatta kış aylarında bile bu bitkiyle meşgul olan ve ederini ertesi yılın nisanına kadar alamayan köydeşlerim için tütün hiç de mevsimli bir iş değildi. Yani bu sorun onlar için her zaman aktüel idi. Lakin başkentten dışarı çıkmayan, hele de Rodop köylerine ayak basmayan bir kimse bütün bunları nereden bilsin?
Yatakhaneye döndüğümde beni Bedri de gürültüyle karşıladı: “Haydi be, nerelerde kaldın? Öyle güzel bir işi bozmuş olacaktın az kala!”
“Neymiş o? Güzel dediğin işler için senin anlayışın benimkinden epey farklıdır ama söyle bakayım.”
“Semra ile Seniha az sonra bizim odaya kahveye geliyorlar.”
“Bu mesele nereden çıktı böyle?”
“Üç saat öncesi onları kütüphanede gördüm ve senden izin almadan ikimizin adına onları kahveye davet ettim bizim odaya. Kötü mü etmişim?”
“Bir defacık bari senin kafana da bulduruşlu bir düşünce gelsin. Bravo. Eee, hazırlık yaptın mı?”
“Ohoo! Derhal tedbir aldım! Beş dakika sonra masa hazır. Biliyorsun ki, böyle işler elimin kınasıdır.”
Misafirleri memnun ettik diye düşünüyorum. Bedri sohbet teşkilatlandırma işinin ustası. Hiç yoktan bir şeyler yaratıyor. Ama bu sohbetten en memnun kalan yine kendisi. Bütün gece Seniha’ da idi gözleri. Ona öyle dikkatle bakıyordu ki, ağzının suları akmaya başladı başlayacak. Bunu Semra bile anlamıştı. Bedri’ye her baktığında dudak ucuyla gülümseyip duruyordu. Lakin bir ara dananın kuyruğu kopacaktı az kala. Saat başı gelmiş gibi hepimiz susmuştuk. Şeytan yine araya girmiş olacak ki, Bedri:
“Kızlar, biliyor musunuz ki, bizim Hayri’nin elinden yazarlık geliyor?” diye patlattı havaya.
“Öyle mi?” diye şaştı kaldı Seniha. Sonra bana döndü:
“Gerçekten mi? Yazıyor musun? Şiir mi, düz yazı mı?”
Bedri ateşli ateşli devam etti:
“İki öyküsü çıktı gazetede. Bir de makale. Hem de epey uzun. Yaz tatilinde kim bilir daha kaç tane hazırladı.”
Semra derin derin baktı gözlerime bir şey demek ister gibi. Anlayamadım ne demek istediğini.
Seniha yine aynı heyecanla:
“Gerçekten mi? diye sordu bana, sonra da Bedri’ ye bakarak. “Bedri abartıyor, deneme gibi bir şeyler işte,” dedim.
“Ne abartması be. Yalnız benim bildiklerim…”
Burada artık acele etmem icap etti:
“Ama kitap? Bugünkü kitabı unutmadın değil mi?”
“Tamam tamam,” diye cevap verdi Bedri ve ‘Teslim oluyorum’ der gibi hemen ellerini de kaldırdı.
Seniha bana döndü bu defa:
“Ama kitap da mı yazıyorsun?”
“Yok,” dedim, “Bedriyle bir kitabı beraber okuyacak oluyoruz. Hem kalın hem ilginç.”
Bu kadarla her şey kapandı ve misafirleri tatlılıkla uğurladık.
Doçent’i daha hiç göremedim. Gelir gelmez onu neden aramadım diye beni azarlayacak diye tahmin ediyorum. Yarın derslerden sonra bu işi nasıl halletmeliyim?
Bugün en nihayet hocamı ziyaret edebildim. Bedri’nin dediği doğruymuş. Yarından sonra bir ziraat kooperatifine patates çıkarmaya gidiyoruz. Vakti varmış, geniş geniş konuştuk. Tatili nasıl geçirdiğimi, bir şeyler yazıp yazmadığımı ince ince sordu. Muharririn röportajı beğenmediğini gizledim. Belki hakikaten de başarısız bir yazıydı. Fakat onun haberi olup dururmuş. Evirdi çevirdi sözü oraya getirdi. lkıla sıkıla meseleyi anlattım.
“Yardımcı