Yakup İsmail

Kestaneler Altında


Скачать книгу

de. Onların yardımıyla yakam biraz olsun genişledi.

29.03.1983

      Bu ay içinde diğer arkadaşlarımla birlikte tren garında altı akşam çalıştım. Her defasında onlardan herhangi biri çeşitli sebeplerle işe gelmiyordu. Ben ise hep işten kalmamaya çalışıyordum. Aldığım para sayesinde açlık çekmez oldum. Dün babamın postaladığı para da geldi. Bugün de mektubunu aldım. Tütün paralarını daha ödememişler. Pazara gidip on beş kilo bal satmış ve nihayet birkaç leva gönderebilmiş. Bir aya kadar yine göndermeye çalışacakmış. Annem iyiymiş. Köyde her şey normal gidiyormuş. Kardeşimi kışlaya almışlar. Babam arılara ilkbahar muayenesi yapmış. Durumları iyiymiş. Tütün ocaklarını ekmişler. Yani yeni rekolte için hazırlıklar başlamış. Onların işi de kolay değil. Geçen yılın ürünü daha ödenmedi, onlar yenisine çaba harcamaya başladılar. Hem de yapayalnız ablam uzaklarda, ben burada öğrenci, kardeşim kışlada…

06.04.1983

      Son dersten çıkarken Doçent’i koridorda dikilirken gördüm. “Öğle yemeğinden sonra odama kadar gel, konuşalım.” dedi. Gittim. Masasının yanı başından bir ısıtıcı ve iki kahve fincanı çıkardı.

      “Birer kahve içeriz, değil mi? İşimin yoğun olduğu günlerde iş yerine işte böyle ısıtıcıyla kahve getiriyorum. Büfeye gidip gelinceye kadar saatler geçiyor. Hele bir de konuşkan birine rastlarsam. Ciddi ve uzun zaman gerektiren herhangi bir yazı üzerinde çalışırken sık sık kahve içmeyi alışkanlık edindim anlamadan. Bazı kimseler senfoni müziği dinlerken daha başarılı yazıyormuş, bir başkaları opera dinlerken, ben ise kahve içerken yazıyorum. Hatta derin bir sessizliğe ihtiyaç duyuyorum.”

      Birinci fincanı ağzına kadar doldurarak bana uzattı, ikinciye daha az koydu ve kendi önüne bıraktı:

      “Çok geçmez gene içmem icap eder.”

      Termosu dikkatle kapadı ve büronun yanı başına bıraktı. Şekerini kattı ve yavaş yavaş karıştırmaya başladı. Acele etmeyen bir tutumu vardı. ‘

      “Buyur, iç,” dedi ve kahveden büyük bir yudum aldıktan sonra devam etti:

      “Şimdi seni davet etmemin sebeplerine geleyim. Yılsonu imtihanlarına daha bir hayli zaman var. Geçen gün gazeteye uğradığımda bir makaleye ihtiyaçları olduğunu söyledi Baş Muharrir. Konu çocukların, insaniyet ve vatanseverlik terbiyesinde anadilinin rolü. Benim imkânım yok. Bu sıralarda işlerim çok yoğun. Kısa zamanda başka bir konuyu işlemem gerek. Sonra, gelecek ayın ortalarında Bakü’de bir milletlerarası sempozyuma iştirak edeceğim, hazırlanmam lazım. Aklıma sen geldin. Bu konuda sen iyi bir makale hazırlayabilirsin diye düşünüyorum. Ne diyeceksin?”

      “Hocam, şimdiye kadar aklımdan böyle bir şey geçmemişti.”

      “Düşün birkaç gün. Beş sayfadan fazla olmasın. İlkin değineceğin noktaları kaydedersin, yani makalenin iskeletini hazırlarsın. Sonra konuyu işlemeye başlarsın. Bir hafta on gün sonra yine görüşürüz. Tamam mı?”

      “Bir deneyeyim…”

      “Üniversite kütüphanesine git ve işte şu kitapları ve yazıları ara. Sana Yardımcıolurlar.”

      Hemencecik elime bir liste tutuşturdu.

      Önümde karmakarışık bir bulmaca varmış gibi düşünerek çıktım Doçent’ in odasından. Yatakhaneye geldiğimde Bedri yüzüme baktı, baktı da:

      “Nen var senin?” diye sordu oldukça ciddi bir sesle. “Hiç.”

      “Bayağı düşünceli görünüyorsun. Kötü bir haber mi aldın?”

      “Yok.”

      “Kimseyle kavga mı ettin?”

      “Yok canım. Kiminle ve ne için kavga edeyim?”

      “Ama yine de düşüncelisin. Parasız pulsuz mu kaldın?”

      Cevap vermeyince uzanmış olduğu yataktan kalktı, elindeki kitabı kapadı ve karşıma dikildi.

      “Neden düşünceli olduğunu bana söylemeyecek misin?” Gülümsedim.

      “Telaşlanacak bir şey yok yahu! Doçent üzerime bir vazife yükledi. Nasıl hallederim hiç aklım ermiyor.”

      “Neymiş o?” Anlattım.

      “Biraz uğraşman gerekecek… Yazamazsan yahut gene yazmazsan ne olur? Güvenini hak etmediğin için kızar mı sana? Bunu sınavda burnundan çıkarabilir mi?”

      “İmtihandan değil, güvenini kaybetmekten korkuyorum.”

      “Makalenin hazır olması için gün söyledi mi?”

      “On gün.”

      “Bir ipucu vermiştir sanıyorum?”

      “Evet.”

      “Başla. Derhal. Bugün Çarşamba. Unutma ki, pazar günü Vitoşa dağına çıkacağız bütün sınıf.”

      “Ben ise tam pazar günü makale ile uğraşmak isterdim.”

      “Yok öyle şey! Olmaz! Sınıftan ayrılmıyorsun! Toplandık mı ve gelmedin mi kızlar ille de seni sormadan duramıyorlar.”

      “Tamam, tamam. Pazara kadar daha çok vakit var.”

      Derhal kütüphaneye gittim ve orada kapılar kapanıncaya kadar çalıştım.

16.04.1983

      On gün hep makale ile uğraştım. Dersleri biraz geride bıraktım. Bu defteri açmak bile gelmedi aklıma bu on gün içinde.

      Baştan daha kaydetmek lazım ki, Vitoşa’ da güzel bir gün geçirdik. Yolculuk esnasında aklım hep makaledeydi. Bu geziye neden katıldım diye hayıflandım durdum. Ama oyunlar şakalar başlayınca günün nasıl geçtiğini anlayamadım. Diğer fakültelerden de gelenler vardı. Biyoloji fakültesinden pir kızla tanıştım. Adı Semra. Ruse taraflarındanmış.

      Yatakhaneye toplandığımızda artık akşam oluyordu. Bugün epey yorulmuşum ve şimdi o yorgunluk üzerimden sıyrılmış gibi hissediyordum kendimi.

      Ertesi gün yine Doçent’in verdiği vazifenin ardından koşmaya devam ettim. Hazırlık beklediğimden daha fazla sürdü. Çok kitaplar gözden geçirdim, çok notlar kaydettim. Yazmaya başlamam daha da güç oldu. Üç defa, dört defa başladım yırttım, başladım çizdim. En nihayet bir taraftan bir şeyler tutturdum ve kısa bir zaman sonra bir şekle girdi. Dün akşam gece yarısına doğru temize çıkarmayı da bitirdim ve bugün Doçent’e götürdüm. Bakalım ne diyecek?

18.04.1983

      Yemekhanede Semra ile karşılaştık. O sağdan, ben soldan ikimiz de aynı anda giriş kapısına dayanıverdik. Az kala göğüs göğüse vuracaktık. Son saniyede tanıdım onu. Gülümsedi ve bana yol vermek ister gibi geri çekildi.

      “Buyur, dedim, kadınlara hürmetimiz daha tükenmedi.”

      “Ama siz üçüncü sınıftasınız. Ben sizden bir yıl geriyim.”

      “Olsun. Kadın olmanız çok daha önemli.”

      “Nerede kaldınız? Dağ gezisinden sonra sizi hiç görmedim.” diye sordu yemeklerimizi alıp masaya oturduğumuzda.

      “Buradaydım. Okumaya biraz vakit ayırmam gerekiyordu. Seminerimiz vardı da…”

      Öğle yemeğinden sonra kahveye davet ettim.

      “Ben de seminere gidiyorum, dedi. Ama yarın öğle yemeğinden sonra kahveyi beraber içebiliriz.”

      Çok sakin ve mütevazi bir tutumu var.

20.04.1983

      Doçent’i bu defa ben aradım. İki gündür ses çıkarmıyor.