Yakup İsmail

Kestaneler Altında


Скачать книгу

geçtiğini anlattık birbirimize. Son imtihanı da başarıyla geçtiğime sevindi.

      “Benim son sınavım yarın.” dedi. “Öğleye kadar çıkacağım. Saat on ikide okulun giriş kapısı önünde buluşuruz.”

      Düşünceli gibi geldi bana. Sormak geldi aklıma, bir üzüntüsü mü var diye. Vazgeçtim. Sınavlar zamanı kim yorulmuyor ki?

13.07.1983

      Ne güzel bir yaz sabahı! Başka zamanlar çok gürültüden uyanırdım, bu sabah öğrenci yurdunun sessizliği uyandırdı beni. Suyu kesilmiş değirmene dönmüştü bütün bina. Burada benden başka kimse mi kalmamıştı ne? En nihayet bütün gece doya doya uyumuş, sınav öncesi gerginliğini sıyırıp atmıştım üzerimden.

      Tren akşama. Bavulum hazır. Okunacak ders yok, sınav yok önümde!

15.07.1983

      Evdeyim nihayet. Sınavlar, başkent sokaklarındaki gürültü, öğrenci yurdundaki o değişik hayat, bir taraftan her sınavın yarattığı gerginlik, diğer taraftan her başarılı geçen sınavın doğurduğu sevinç, şenlikler, spor oyunları, seminerlerdeki kavgalar, tartışmalar, hepsi geride kaldı. Hiç olmazsa iki aylık bir zaman için…

      Son sınavdan çıktıktan sonra karşılaştığımızda Semra yine düşünceli gibi göründü bana. Soru dolu bakışlarıma ‘Bu sınavı da aldım,’ dedi sakince ve yakındaki kahvehaneye oturduk. Oturur oturmaz da dayanamadım ve bana birkaç günden beri düşünceli göründüğünü söyledim.

      “Yok bir şey, sana öyle gelmiştir. Sınavların yarattığı gerginlik ve yorgunluğun tesiridir herhalde.” diye cevap verdi.

      “Köye toplandığında iyi bir dinlenirsin.”

      “Dinlenirim …”

      “Köyümüzü görmeye geleceğini söz verdin. Unutma.”

      “Evet.”

      Bu defa cevabı biraz daha canlıydı.

      “Ne zaman bekleyeyim?”

      “Öğrenci kampı sona erdiğinde. Zaten karar değişti. Sizin bölgeye yakın olacağız bu yaz.”

      “Nerede?”

      “Eski Zağara’ nın köylerinde. Her ihtimale karşı ağustos ayının ortasında sona erdireceğiz oradaki işi.”

      “Bekleyeceğim.”

      “Önceden mektup yazarım veyahut telgraf salarım.”

      Bir saat sonra trene kadar uğurladım onu. Ondan üç saat sonra da benimki geldi. Şimdi köyde, ondan bu kadar uzakta oturmuş, günlük defterimi karalıyorum.

      Başka daha neler yazsam? Evet. Köyde beklediğim gibi tütünün dikimi ve kazımı çoktan bitmiş, toplama zamanı gelip çatmıştı. Bütün komşular şimdi bu işle meşgul. Her gün geçtikçe hız artıyor. Yalnız bu konuşuluyor insanlar arasında. Kadın, erkek, genç, yaşlı, çoluk çocuk… İki kişi bir araya geldi mi sözün başı da tütün, sonu da. Kazılması bitti mi, toplamaya başladınız mı, günde ne kadar topluyorsunuz, kaç dizi kaldırıyorsunuz, kuruması nasıl…

      Bu sabah uyandığımda evde yalnızdım. Annem ve babam erkenden tütün tarlasına gitmişlerdi. Herhalde yorgunum diye düşünmüşler ve beni kaldırmamışlar. Hemen tarlanın yolunu tuttum. Ama onlar sıcak çıktı diye toplamayı bırakmışlar ve eve doğru yola çıkmışlardı. Yarı yoldan döndüm. Yol boyunca annem sordu durdu nasıl uyumuşum, yorgun değil miyim, kahvaltı ettim mi, ne yemem lazımsa masaya bırakmışlar, görmedim mi, sınavlar beni bayağı yormuş herhalde ki iyice zayıflamışım, biraz dinlenmem gerekiyormuş… Tütün daha iyice olmamış, yanma tehlikesi yokmuş. Onlar toplamayı da dizmeyi de bensiz yetiştireceklermiş… Ana yüreği işte, ne desem boş.

      Evin önündeki asmanın altına oturduk ve bu sabah topladıkları tütünü beraberce dizdik. Artık akşam oluyordu. Biraz sonra köy içine çıkıp konu komşuyla görüşmeye niyetim var.

16.08.1983

      Bir aydan beri köydeyim. Bu zaman zarfında not defterini ne açmak geldi aklıma ne de yine açmamı gerektiren bir hadise oldu. Günler öyle sakin, öyle sakin geçti ki! Her gün yapılacak olan iş belli. Her sabah tan ağarırken tütün tarlasına gitmek, sıcak basınca eve, asmanın serin gölgesine oturmak var. Toplanan tütünü akşama kadar dizmek. Dizerken ya havadan sudan konuşuyoruz ya da susuyoruz. İyi ki, radyo bari susmuyor. Onun vasıtasıyla hem saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum hem de memlekette ve dünyada olup bitenleri öğreniyorum. Diğer zamanlarımı elbette ki bir şeyler okumakla geçiriyorum.

      Bir hafta öncesi çok iyi yağmur yağdı. İki gün tarlaya giremedik. Oturdum ve birkaç zamandan beri kafamda dönüp duran öykünün karalamasını hazırladım. Temize çıkarmaya şimdilik vakit yok.

      Sıcaklar gene aldı yürüdü. Tütün yaprakları çabuk sararıyor, bir gün toplamasak hemen yanma korkusu beliriyor. Babamın ise kovanlıkta işinin bittiği yok. Tütüne, toplamaktan başka yardım edemiyor. O da her gün değil. Sık sık evde kalıp kurumuş olan dizileri iskeleden indirip ambarlaması lazım. Bazı akşamlar lokantaya uğrayıp bir kahve içimi kadar oturduğum oluyor ama bu sıralarda orası da tenhalık. Tütün kimsenin aylak durmasına müsaade etmiyor.

21.08.1983

      Bugünlerde misafirlerim vardı!

      Evvelki gün tütün dizilerini astıktan sonra elime aldığım not defterini tam kapamıştım ki, Semra bir okul arkadaşıyla birlikte kapıya dayanıverdi. Telgraf yahut mektup salarım diye söylemişti ama vazgeçmiş, sürpriz yapmak istemiş. En yakın arkadaşıyla birlikte almışlar kendilerini, kente gelen otobüse atlamışlar. Oradan da haydi bizim köye. Benim için hakikaten de büyük bir sürprizdi. Annem için ise gayet büyük bir yaşantı oldu. Her ev gibi bizimkinin kapısını tanıdık tanımadık misafirlerin açtığı oluyordu. Erkek arkadaşlarımdan gelenler de ama kız arkadaşım bize misafir geldiği yoktu şimdiye kadar. Hem de iki tanesi birden. Ansızın gelmeleri annemi iyice şaşırttı. Misafir geleceğini biliyormuşum ama ona sürpriz olsun diye söylememişim düşüncesiyle kaldı hep. Yani sürprizi benden bildi.

      Asma altındaki masaya oturduk ve hem kahvelerimizi içtik, hem tatlı tatlı konuştuk. İkisi de eğlendiler. Yardıma gittikleri ziraat kooperatifini, çalışmalarını, oranın insanlarını ballandıra ballandıra anlattılar. Akşamüstü köyü gösterdim onlara. Burası okul, burası muhtarlık, burası lokanta, burası postane. Sonra köy dışına çıktık. Tütün tarlalarını görmekmiş arzuları. Bu isteklerini de yerine getirdim. Tütün tarlamız neredeymiş, onu da öğrendiler.

      “Köyde günün hangi saatini nerede geçirdiğini biliyorum artık,” dedi Semra ve gözlerimin içine baktı.

      Akşam yemeğine oturduğumuzda tekrarlayıp durdular: Yarın sabah tütün toplamaya onlar da iştirak edeceklermiş. Annem onları bu fikirden bir türlü vazgeçiremedi. Nihayet onlar için de iş elbisesi hazırladı ve emretti:

      “Haydi o zaman yatın, uyuyun! Zira tütün tarlasına erken gitmek var. Tan yeri ağarırken herkes toplamaya başlıyor. Geçe kalırsak hem gün çabucak kızdırmaya başlar ve bir şey toplayamayız, hem de komşular günlerce alay edip dururlar.”

      Annemin tutumu dikkat çekici. Siz misafirsiniz, tarlaya gelmeseniz de olur diye birkaç defa tekrarlamış olsa da, tütün toplayabilecekler mi, böyle iş yaptıkları var mı, becerebilecekler mi diye merak ediyordu. Diğer taraftan ise birkaç dizi daha fazla toplansa yine bir fayda, bir yardım olacaktı. Tütünü yakmaya çalışan ağustos sıcağından bir gün daha ileri olmamız elbette ki daha iyiydi. Kızım, kızım diye hitap ediyordu her ikisine de ve her ikisini de kaş altından süzüp duruyordu tarlada da, evde de. Hele Semra’nın sofra hazırlıklarına katılması