arkadaşım olmadığı akşamlar öykü üzerinde sakince çalışıyorum.
Doçentle yine karşılaştık koridorda. “Sözünü unutmadın değil mi?” diye sordu. Yani acele etmem gerekiyor.
Ders yılının ilk yarısı, sınavların da son günü… Dördünü de aldım ve şimdi tatili sakince geçireceğim.
Tatilde köydeydim. Hem dinlendim hem de Türk yazarlarından Reşat Nuri ve Yaşar Kemal’den birer roman okudum. Biraz da yeni öykünün üzerinde çalıştım. Artık hemen hemen hazırım.
Ders yılının ikinci yarısı başladı. Yine sohbetler, yine toplanmalar, danslı geceler. Yılsonu sınavları çok uzak. ‘Buradan göğe kadar’ diyor bazı arkadaşlar. Ben şenliklere her akşam katılamıyorum. Bazıları güceniyorlar. Darılanlar da var. Arada sırada alay edenler bile çıkıyor. Hele cebinde parası bol olanlar. Lakin ben her akşam onlarla beraber olamam ki. Bazen her meteliğin hesabını yapmam gerekiyor.
Doçent bekliyor ama ben acele etmiyorum. Temize çıkarmış da olsam bir zaman sonra bir daha gözden geçirmek istiyorum.
Tatilden dönerken babam elime biraz para sıkıştırmıştı ama artık tükenmek üzere. Bütün diğer masrafları kıstım. Artık yemeği bile kısıtlamak icap edecek. Mektup yazsam diye geçiyor aklımdan. Ama neden rahatsız edeyim ki. Elinde para olsa gönderirdi.
Geçen gün okul arkadaşlarımdan biri, o da ben gibi köylü çocuğu, tren garında gece yarısına kadar çalıştığını ve bir haftalık yemek parası çıkarabildiğini anlattı. Ben de bu işin bir yolunu arasam diye geçiyor aklımdan. Yemek yiyemeden durmaktansa, uykudan kısmak daha iyi olur.
Bugün garda çalışan okul arkadaşıma yemekhanede rastladım ve ıkına sıkıla parasız kaldığımı andım.
“Ne duruyorsun?” dedi. “Hemen bu akşam gara gidebiliriz. Orada hemen hemen her akşam dört-beş saatlik iş bulunuyor. Ama işçi elbisesi bulman gerek!”
“Ne konuşuyorsun, benim bu anda yarım ekmek almaya bile param yok, sen iş elbisesi için konuşuyorsun. O kadar çok parayı…”
“Dur bir düşüneyim… Bizim grup dört kişiden ibaret. Onlardan belki gelmeyen olur. Gelmeyenin iş elbiselerini bir akşam için alırız.” dedi.
Öylede oldu. Gitmesiyle gelmesi bir oldu:
“Hazır! Gruptan bir arkadaşın bu akşam başka planı varmış.”
Ona nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Gece yarısına kadar çalıştık. Arkadaşımın yardımıyla beş günlük yemek paramı kazanabildim. O zamana kadar babam da bir şeyler gönderir belki.
Doçent dün son dersten sonra beni yine kahveye davet etti. İçerken sözü yine yazmak için söz verdiğim ikinci öyküye çevirdi.
“Bayağı uzattın arasını. Öykün daha hazır değil mi?”
“Temize çıkarmak kaldı.”
“Bugün temize çıkar ve yarın getir. Anlaştık değil mi?”
“Evet.”
Kahveden çıkarken bir daha hatırlattı.
“Yarın sabah bekliyorum.”
Onun için akşam geç vakte kadar çalıştım ve bu sabah öyküyü Doçent’ e teslim ettim. Aldı ve kâğıt ları çantasına soktu. Hiç bakmadı bile uzun mu kısa mı diye. Başlığına bile göz atmadı. İstemiş olduğuna, ver göreyim dediğine pişman mı oldu yoksa diye geçti aklımdan.
Babamdan hala haber yok. Ama o da ne satsın da parasını bana yollasın ki… İstihsal ettikleri tütünü daha yeni yıldan önce teslim ettiler ama bekledikleri paraları daha alamamışlardır. Tekel’in zoru yok ki acele etsin.
Doçent bu sabah ders arasında koridorda kıstırdı beni.
“Cebinde çok mu paran var?”
Sustum. Neden öyle konuşuyor ve ne cevap vermem lazım geldiğini bir türlü anlayamadım.
“Bakıyorum, arkadaşlarının şenliklerine seyrek katılıyorsun.
Kahveye oturman ayda bir, yılda iki. Tıraş olman bile haftada bir?”
“Evet, öyle. Parasızlık kolay değil…”
“Evet? Ya gazeteye neden gitmedin?”
“Ne yapayım orada?” diye sorar gibi baktım gözlerine. “Aralık ayında çıkan öykünün parasını aldın mı?”
“Ne parası?”
“Gazetede çıkan her öykü, makale, her yazı için ücret ödendiğini bilmiyor musun?”
“Hayır…”
“Hemen bugün gazeteye git, veznedarı bul ve benden selam söyle!” dedi ve hızlı adımlarla iş odasına toplandı.
Koridorda dikilip kaldım. Aldığım haberin verdiği sevinçle gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Benim de bir yerden alacak param olmuştu en nihayet! Hep veren mi olacağım?
Veznedarı kolay buldum. Doçentin adını söyleyince:
“Haa, Siz misiniz?” diye sordu. “Ne zamandan beri bekliyorum! Diğerleri paralarını çoktan alıp harcadılar. Bazı yazı sahipleri gazete çıkıncaya kadar bile bekleyemiyorlar. Siz ise üç buçuk aydır… Bir sizin yüzünüzden hesapları kapayamıyorum. Adres falan da bırakmamışsınız.”
“Af edersiniz,” dedim. Gazetede çıkan yazılar için herhangi bir ücret ödendiğini bilmiyordum. Doçent bugün söyledi de…”
“Ha, bir yaşıma daha girdim!” dedi veznedar ve şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Sonra dudak büktü: “Hiç de o kadar acemi bir çocuğa benzemiyorsun. Yazanların yüzde doksan dokuzu sadece para için yazıyorlar. Nasıl olmuş da sen o yüzde birin içinde kalmışsın? Başkaları getirdikleri yazılara neden gazetede yer verilmiyor diye kavgaya bile kalkıyorlar. Yazdıkları çıkınca da günde beş defa arıyorlar beni. Sen ise… İmzala şuraya!”
İmzaladım.
“Al şu parayı!”
Baktım, elimdeki para bir aylık burstan daha fazla! Veznedar azarlayıcı sesiyle devam etti:
“Hem öbür gün yine bekletme beni!”
“Neden?”
“Nasıl neden? Yarınki sayıda yazın var ya!”
“………….”
“Öbür gün çok bekletme beni dedim. O kadar!”
“Hoşça kal,” dedim ve kapıya doğru yürüdüm.
“Nereye kaçıyorsun? Böyle olmaz! Birinci öykü için bir kahve bari ısmarlaman gerekiyor! Yarınki sayıda çıkacak olan öykü için ise ben sana rakı ısmarlayacağım. Çok güzel anlattığın için. Yalnız bir dakika bekle, kasayı kilitleyeyim.”
Koluma girdi ve gazete binasının alt katındaki kahveye doğru sürükledi beni.
“Gazeteye her geldiğinde buraya da uğra. Senin gibi yazanlarla ve gazetedeki diğer çalışanlarla burada daha kolay tanışır, görüşürsün.”
Veznedar durmadan konuşuyordu ama benim aklım başka şeyle meşguldü. Gazeteye ikinci bir hikaye bırakmamıştım. Onda bir yanlışlık olmasın? Öbür gün başkasının