Yakup İsmail

Kestaneler Altında


Скачать книгу

çıkar çıkmaz yine dayandım kapısına. “Okudum.” dedi beni görür görmez. “Bir şeyler ilave etmek, bazı yerlerini de kısaltmak gerekiyor. Biliyorsun gazetede hacim meselesi çok mühim. Notlarım kara kalemle işaretli. Gerekeni yap ve temize çıkar. Yarın akşama kadar hazır etmeye bak.”

      “Baş üstüne öğretmenim! dediğiniz gibi olacak!”

      Sevindim yazıyı henüz gazeteye teslim etmemiş diye. Teslim etmiş olsaydı muharrir mutlaka beğenmeyecekti. Ben rezil olacaktım ama Doçent’ i de utandıracaktım.

      O sevinçle yemekhaneye girdim. Semra oradaydı ve beni bekliyordu.

      “Seni burada bulamayınca geç kaldım diye düşündüm. Hayri herhalde beni bekledi bekledi ve gitti dedim içimden.”

      Öyle candan konuşuyordu ki, ‘düşündüm’ değil, ‘üzüldüm’ demek istiyordu sanki.

      “Sen değil, ben azıcık geç kaldım. Filoloji öğretmeninin yanına gitmek icabetti.”

      “Herhangi bir problem mi var?”

      “Hayır… Yakında olacak olan seminer ile ilgili.”

      ‘Bir makale ile ilgili’ diyecektim az kaldı. Demedim. Övünüyormuşum gibi düşünürdü belki.

      Yaz tatilinde onların fakültesi, Deliorman’ da bir ziraat kooperatifinde çalışacaklarmış. Geçen yıl gittikleri yerde tatili çok iyi geçirmişler. Onun için bu yıl da orasını seçmişler. Kooperatif yönetmenleri olsun, köy halkı olsun, çok iyi karşılamışlar onları. Yaşam, yatak, yemek şartları çok iyiymiş. Her akşam sinema, dans yahut kamp ateşi başında şarkılar… Unutulmayacak gibi bir yaz tatili geçirmişler. Bu yıl da çok iyi geçer diye umut ediyor. Yaz tatilinde bizim nerede çalışacağımızı sordu.

      “Köyde, bizimkilerin yanında olacağım,” dedim. “Her yıl yedisekiz dekar tütün ekiyorlar. Tam yaz aylarında iş eli lazım. Ben eve toplanıncaya kadar ekim ve kazım işleri bitecek, sıra toplamaya gelmiş olacak. Hakiki zorluk o zaman başlıyor. Sabahın erken saatlerinden başlayarak sıcak çıkıncaya kadar toplamak, sonra dizmek, kuruntuluğa asmak, kuruyanları harmanlamak… Bu her gün böyle, bütün yaz boyunca devam ediyor.”

      Tütün üretimi hakkında konuştuk uzun uzun. Onların bölgesinde bu bitkiye pek zaman ayrılmıyormuş. Bu hususta bütün bilgileri gazeteden okuduklarından ve başkalarından işittiklerinden ibaret. Benim anlattıklarım ona çok ilginç geldi.

      “Bütün bu söylediklerini kendi gözümle görmeye çok meraklıyım,” dedi.

      “Buyur, bizim tarafa misafir gel.”

      “Gelirim, neden gelmeyeyim. Deliorman kooperatifinde iş bittikten sonra gelirim. Yalnız tütün istihsalini değil, Rodopları da görmüş olurum.” diye cevap verdi.

      “Söz mü?”

      “Söz!”

      Semra bakalım sözünde duracak mı?

07.05.1983

      Makale bugün gazete sayfalarında belirdi. Okul arkadaşlarım münderecatını bakalım nasıl karşılayacaklar.

11.05.1983

      Düne kadar oda arkadaşımdan başka makale için beni tebrik eden olmadı. Aralarında gazeteyi okumayan yoktur. Kısa değil, hemen hemen yarım gazete sayfası. Yoksa müellifi başka bir kimse diye mi düşünüyorlar yine? Aralarında kıskananlar olabilir ama hepsi mi? Bu düşüncelerimi akşam Bedri’yle paylaştım.

      “Öyle mi?” diye şaştı kaldı. Arkasını getirmedi.

      Bu sabah birinci ders için odaya girdiğimde herkes yerine oturmuş, öğretmenin gelmesini bekliyordu. Kapıdan girdiğimde oda arkadaşım Bedri hemen yerinden fırladı:

      “Hey, tebrik ederim! Çok güzel yazmışsın! Başarılı bir yazı olmuş. Ama bu iş ıslatmadan olmaz. İleride daha iyi başarılar elde edebilmen için bir şeyler ısmarlaman gerekiyor. Arkadaşlar, Hayri’nin adına bu akşam hepinizi bizim odaya davet ediyorum!”

      Bizim Bedri öyle candan, öyle yürekten konuştu ki, makaleyi ilk kez bu sabah görmüş gibi beni bile inandırdı. Şaşkın şaşkın, ne konuştuğunu anlamamış gibi bakan diğerlerine döndü sonra:

      “Kalkın be! Kalkın ve Hayri arkadaşımızı tebrik edin! Çok iyi makalesi var “Şafak” gazetesinin son sayısında!”

      Ta o zaman bütün sınıf arkadaşlarım, yani on yedisi de, birer birer gelip beni tebrik ettiler. Bedri’nin konuşması o kadar ateşliydi ki, utanmaya başlamıştım artık. Ama o durmadı, konuşmaya devam etti:

      “Hayri,” dedi yerine oturduğunda, “devam et kardeşim! Bir gün gelir belki hepimiz seninle övünürüz. Gazetede adını her gördüğümüzde biz onunla beraber okuduk başkentte, diye anlatırız başkalarına!”

      O öyle konuşurken kapıdan Doçent girdi. Bedri gitti, ona da ‘müjdeledi’ makaleyi. O da umumi havaya uyarak elimi sıktı, ilerisi için de başarılar diledi. Makalenin yazılmasında ve gazetede çıkmasında tabii ki Doçent’in payı çok büyüktü. Bunu belirtmem gerekiyordu. Ama sustum kaldım. Neden, ben de bilmiyorum.

30.06.1983

      Yılsonu sınavları geldi çattı. Hepimiz kitapların üzerine düştük. Ara sıra yemekhanede görüşüyoruz birbirimizle. Sade gündüzleri değil, geceleri de okuyoruz harıl harıl. Şenlikler, danslar, Pazar gezileri, hepsi bitti desem yeri var.

      Bugün çalışırken aklıma Semra geldi. Bir haftadan fazla oldu onu görmeyeli. Tabii o da sınav hazırlığı ile meşgul. Öğle yemeğinde görürüm dedim içimden ve yine sarıldım kitaba. Fakat yemeğe gelmedi. Akşamüstü yine geldi aklıma; “Ne oluyor Hayri,” diye sordum kendi kendime, “sevdalanıyor musun yoksa?”

      “Ne oluyor sana?” diye sordu oda arkadaşım. “Niye gülüyorsun öyle? Hem, kendi kendine konuştun gibime geldi.”

      “Okuduğum mısralardan hiçbir şey anlamadım da…”

      Semra’yı akşam yemeğinde de göremedim. İsteksiz isteksiz yurda döndüm, yine sarıldım kitaplara. Zaten hava da yağmurlu idi. Damlacıklar camlara sık sık vuruyor ve uykumu getirmeye çalışıyordu.

12.07.1983

      Son! Bu sınavlar da sona erdi! İyi bir yaz tatili geliyor ve ondan sonra son yıla başlıyorum! Son! Son! Çok iyi bir sözmüş bu ‘son’ sözü. Üçüncü yıl da ardımda kaldı. Önümde sadece son ders yılı ve devlet sınavları.

      İki haftadan beri sessizlik içinde duran öğrenci yurdu iki günden beri usul usul canlanmaya başladı. Sınavları başarıyla alanlar, mutlu, odaları daha gürültülü. Alamayanlar başka bir heyecan içinde. Kimi öğretmenine kızgın imtihanı vermedi diye, kimi bu işin yazı varsa güzü de var diyerek mutlu görünmeye çalışıyor. İmtihanın birini güze bıraktım diyen de var, profesör vermedi diyen de. Bazıları acele acele çantayı kavrayıp memleketin yolunu tutuyor, diğerleri ne acelesi var diyerek cebindeki son paraları da harcayıp eğlenmeye bakıyor.

      Dördüncü imtihanı da aldıktan sonra ne yapacağımı bilemeyerek okul önünde dikildim kaldım. Şimdi nereye? Okunacak ders yok, acele gidecek yer yok. Oda arkadaşım Bedri daha dün “Hoşça kal” diyerek köyün yolunu tuttu.

      Büfeye gidip bir kahve aldım ve oturdum. Yola çıkmadan önce yapmam gereken işleri bir plana koymaya çalıştım. Öncelikle, Doçent’ e hoşça kal demem lazım. Habersizce kaybolmak olmaz. İkinci, gazeteye uğrayarak veznedardan başka, Başmuharrir yardımcısını de görmem gerek. Bir defa tütün istihsalinde çalışan gençlerin hayatına dair bir makaleye ihtiyaç duyduğunu anmıştı. Teferruatları belli etmek zamanı geldi artık. Üçüncü, Semra…

      Öğleden