Yakup İsmail

Kestaneler Altında


Скачать книгу

öğretmen, neymiş o?” diye hemen merakını gösterdi. “Köyünüze geldiğim günden beri dikkatimi çeken bir sorun var.

      Zaman zaman kurcalıyor kafamı. Sessiz Ali dediğiniz Hayri ağabey kapanıklığı ile suskunluğu ile herkesin dilinde. Hakikaten de kimseyle mi konuşmuyor, konuşmak istemiyor? Nasıl bir insandır biliyor musunuz?” diyerek merak ettiklerimi sordum ve gözlerimi hane sahibine çevirdim. Yüzünde beliren her hareket, her mimik, her tavır ilgilendiriyordu beni. O da mı alaylı alaylı konuşacaktı Hayri ağabey için, o da kulak asma böyle şeylere mi diyecekti? İlgilenme onunla, bırak şu enayiyi mi diyecekti? Bu akşamki konuşmamızı Hayri ağabeye yöneltmekle yanlışlık mı yaptım acaba? “Seni ne ilgilendiriyor” demeyecek miydi? Şimdiye kadar düşünmemiştim, belki de akrabaydılar. Bayağı bir gerginlikle bekledim.

      Ahmet ağabey öncelikle bakışlarını yere çevirdi. Yüzü bayağı ciddileşmişti. Masa üzerindeki tütün kutusunu açtı, kalınca bir sigara sardı ve yaktı. Derin derip çekti tütün dumanını.

      “Öğretmen,” dedi değişik fakat dargın olmayan bir tavırla. “Bu çok uzun bir mesele. Hayri bir hayli zaman öncesi böyle değildi. Pek çok kişinin bilmediği, çok kişilerin anlamadığı bir iş var işin içinde.”

      Sustu. Nasıl devam edeceğini bilemeyen bir duruma düşmüş gibiydi. Sanki devam etsin mi etmesin mi, bildiklerini söylesin mi söylemesin mi diye soruyordu kendi kendine. Sigarasını bir daha asıldı derin derin ve kül kabına bıraktı. Kollarını göğsüne bağladı ve ağır ağır anlatmaya başladı:

      “Bizim köy insanlarının çok iyi vasıfları vardır. Hepsi çalışkan, işini bilen, işten korkmayan, konuşkan, komşu hatırı güden, ihtiyacı olana derhal yardıma koşan insanlardır. Şakayı da çok severler. Ama bir kusurları var, bazen şakayı fazla yaparlar, aşırıya kaçarlar.

      İşi alaya vardırırlar. Bir kimsenin zayıflıklarıyla alay etmek başka, iyi taraflarıyla alay etmek gene başka. Aşırı iyilikçiyi Allah da beğenmez diye bir ifade vardır, kim söylemiş bilmiyorum. Ama bizim köyde bu var, hiçbir işte, hiçbir şeyde umumdan farklı olmayacaksın. Farklı oldun mu dillerine dolayıp dururlar. Hayri tahsilli bir kimse. Tutumunda, giyiminde, konuşmasında kendini gösterir. Okumayı da çok sever. Onun bütün bu vasıflarıyla dalga geçenler var. Ama bu şakalar çok kişinin ağzından çıkmaya, defalarca tekrarlanmaya başladı mı artık alaya dönüşüyor. Tahsiliyle alay etmek, okumasıyla alay etmek… Ne demek oluyor? Onun da bir başka dünyası var işte. En mühimi de tahsilliyim diyerek böbürlendiği, kendini başkalarından üstün gördüğü yok ki…”

      “Ne tahsili var onun?”

      “Üniversite bitirdi. Edebiyat fakültesini. Sonra da gazetecilik. Birkaç zaman kaldı başkentte. Bildiğim kadarıyla bir gazetede çalıştı.”

      “Sonra?”

      “Sonrası, bundan on iki yıl öncesi birdenbire köyde belirdi. Gazeteden azledilmiş. Sebebini en iyi o bilecek. Bu hususta kimseyle konuştuğu yok. Benim anladığıma göre o gergin, demokrasinin ne olduğunu unuttuğumuz yıllarda emniyet organlarının, totaliter parti önderlerinin dikkatini çekmiş. Onun ifade ettiği düşünceler, konuşmaları bazı kimselerin hoşuna gitmemiş. Nereye çağrıldıysa çağrılmış ve başkentte kalması yasak edildi diye söylenmiş, doğduğu köye dönmesi mecbur edilmiş. Ben muhtardım o yıllar daha. Köye toplanmasından bir hafta sonra yazılı emir geldi. Hayri’nin köyden dışarı çıkması yasak edilmiş. Vade sonsuz, yani yeni bir emir gelinceye kadar devam edecek. Her sabah saat sekizde ve akşam saat beşte muhtarlığa gelip hususi bir deftere imza atacak. Bu, beş yıl kadar devam etti. İşte o zamanlar Hayri içine kapandıkça kapandı, kapandıkça kapandı. Kimseyle oturup konuşmaz, kimseyle dertleşmez oldu. Sohbetlere katılmaz, kimseyle ilgilenmez, kendi işleriyle kimseyi ilgilendirmez. Bu o zamandan beri hep böyle sürüp gidiyor…”

      “Bu meseleler üzerine hiç konuştuğunuz olmadı mı? Sana hiçbir şey anlatmadı mı? Sen ilgilenmedin mi?”

      “Hayır. Hiçbir zaman hiçbir şey sormadım ona. Sormak da istemedim. Bilmemem daha iyiydi onun için de, benim için de. Başkentte iken güvendiği kimselerden görmüş ne kötülük gördüyse. Başından geçenleri bana anlatacak, derdini deşecek olsa bile susmasını tavsiye edecektim. Zaten buraya döndükten sonra da etrafında dönenler, onunla yakınlaşmaya dost olmaya uğraşanlar oldu. İyi ki, kimseye açılmadı, kimselere yakınlık göstermedi. Aksi takdirde toplama kampını boylaması içten bile değildi. O yıllarda emniyet temsilcileri hiç boşlamazdı arkasını ama o, susmasını bildi.”

      “Lakin şimdi zamanlar değişti! O zamanki emniyet organlarından eser bile kalmadı!

      “Evet, haklısın. Lakin Hayri hiç değişmedi. Hep öyle, on iki yıl önceki gibi bir yaşam sürdürüyor. İşte bu bir muamma.”

      “Neyle yaşıyor? Nasıl sağlıyor geçimini? Geliri nereden?”

      “İlk yıllarda babası sağ iken annesinin de yardımıyla tütün işliyorlardı. Ondan daha küçük bir kardeşi var. Memleket içinde kuruculuk yerlerinde çalışıyor. İlk zamanlarda o da para yardımında bulunuyordu. Ama üçdört yıl öncesi Filibe taraflarından bir kadınla evlendi ve oralarda kaldı. Köye gelmeyi de, para yardımını da azalttı, sonra ise hepten kesti. İki kardeş arasındaki bağlar tamamıyla kesilmediyse de kesilmek üzeredir öyle tahmin ediyorum.”

      “Ya şimdi?”

      “Babası sağlığında arıyla uğraşmayı seviyordu. Hayri ondan bir şeyler öğrenmiş olacak ki, babası kaybolduktan sonra arılara daha büyük bir dikkatle sarıldı. Şimdi elli kadar arıya hizmet ediyor. Onlardan aldığı gelirle ve annesinin aldığı az da olsa emekli maaşıyla kıt kanaat geçiniyorlar.”

      “Demokrasi geldikten sonra öğretmenliğe neden dönmedi?”

      “Benim bildiğim kadar bir yahut iki defa teşebbüste bulundu ama neticeler meydanda.”

      “……….”

      “Sen filoloji uzmanı değil misin?” “Evet.”

      “İkinizin de ihtisası aynı. Demek istiyorum ki, birbirinize yakınlık gösterebilir, konuşmak için umumi bir dil, umumi bir konu bulabilirsiniz. Ne bileyim, Hayri’ ye yakınlık göstermeye çalışsan, netice müspet olur gibime geliyor. Onun için de senin için de aranızda böyle bir yakınlık… ikinize de faydalı olur değil mi?”

      “…………..”

      “Dene bir defa, Hayri’ye yakınlaşmaya çalış. Bu kapanık hayattan çıkmasına yardım et.”

      “Seninle razıyım Ahmet ağabey ama ben bir hata yaptım, bana çok gücenmiş midir acaba?”

      “Nasıl yanlışlık?”

      “Geçenlerde lokantada onu kahve içerken gördüğümde ‘Merhaba Ali ağabey’ dedim. O zamana kadar adının Hayri olduğunu bilmiyordum.”

      “O ne yaptı?”

      “Selamımı kabul etti ve masasına oturmamı davet etti.”

      “Telaşlanma. O, o kadar kinci değil. Hatta Hayri mi dedin Ali mi, farkına bile varmamıştır. Sonra sen onu alayla değil, bilmeyerek demişsin.”

      Kapı açıldı, Şerife abla elinde yine bir tabla ile masaya yakınlaştı:

      “Söndürün şu sigaraları artık,” diye çıkıştı ikimize de.

      “Bak şunlara Allah’ım, duman içinde kalmışlar. Kül kabı dolmuş taşmış. Zehirlenmediniz mi daha? Börek pişirdim, alın birkaç yudum. Öğretmen, ayva tatlısı yapmıştım bu güz, bakalım tadını ve kokusunu beğenecek misin.”

      Hem yedik hem biraz