Bozkurt İsmail

Yusufçuklar Oldu Mu


Скачать книгу

başka işi yoktu. Kulüp etkinlikleri de azdı. Yazları işler azalıyordu. Karşılaşma falan da yoktu. Kemal’in aklına o anda öyle geldiği için böyle söylemişti.

      O anda gözgöze geldiler. Ayşe’nin gözlerinde derin bir üzüntü vardı. Gözleri konuşuyordu sanki. Kemal bir an durakladı. “Onu bu kadar üzmeye hakkım var mı? Bir insanın üstüne bu kadar gidilir mi” diye bir an düşündü. Gözlerini kaçırarak kapıya doğru yöneldi.

      Kapıdan çıkarken Ayşe’nin söyledikleri uzun süre kulaklarında çınladı:

      “Yazıklar olsun Kemal! Sende insanlık kalmamış!”

      Ayşe’nin ağzından ilk kez böyle söz çıkıyordu.

      Kemal, Ayşe’nin bir gün kendisini terk edeceğini hiç düşünmemişti. Demek ki canına tak demişti.

      Ama ya oğlu? O ne olacaktı? Ayşe nasıl olup da onu alıp gidebilirdi? Biraz düşününce Ayşe’nin Doğuş konusunda başka seçeneği olmadığını anladı. Öyle ya! Ayşe, beş yaşındaki çocuğu evde bırakıp gidemezdi.

* * *

      Kemal, Gazimağusa’ya geldiğini fark etti ansızın. Birkaç dakika sonra annesinin evinde olacaktı. Annesinin tek başına oturduğu Dördüncü Bölge’deki eve doğru giderken yeniden, ona ne diyeceğini düşündü.

      Kemal’in annesi Faize, genellikle bahçe içinde tek ve çift katlı evlerin bulunduğu Dördüncü Bölge’deki bu kocaman evde tek başına yaşıyordu. Kızının, ya da oğullarının kendisine uğrayacağı günleri beklerdi hep. O gün perşembe idi. Kimseyi beklemiyordu. Kızı, kocası ve çocukları, Türkiye’de gezide idi. Oğulları ise kendisine ancak hafta sonları, o da arada bir gelirlerdi.

      Her zamanki gibi ev işlerini bitirdikten sonra Lefkara işini eline aldı, işlemeye başladı. Kendisi pek gitmezdi ama komşularından arada bir hatırını sormaya ve kahve içmeye gelen hanımlar olurdu. O gün onlardan da gelen giden yoktu.

      Gözü seyirdi. “Hayırdır inşallah” diye mırıldandı. “Yoksa birine bir şey mi oldu? Şu telefonu da takamadılar gitti. Telefon olsa çocuklarla konuşurdum.”

      Başı açıktı, apak saçları vardı. Sırtında çiçekli bir entari, ayaklarında pabuç vardı. Çorap giymiyordu.

      Eskiden çarşaf giyerdi. Gençkızlığında başladı buna. Sonra bir ara köye Gençlik Teşkilâtı geldi. O zaman daha Lefkara’da idiler. O patırtı gürültüde Gençlik Teşkilatı’nın açtığı kampanyaya uyarak çarşafı attı. Rahmetli kocası ses çıkarmadı.

      Uzun süre yalnız başını örttü. Zamanla onu da çıkardı. Eskiden çorapsız dolaşacağını düşünemiyordu; yazın sıcak günlerinde o da oldu. Şimdi başı açık olsa, ayağında çorap da olmasa rahatsızlık duymazdı.

      Yaz günleri, herkesin yaptığı gibi kapı pencereler açık otururdu. Öğleden sonraya kadar, evin önündeki veranda güneş gördüğü için, bu saatlerde girişte otururdu. Giriş bölümü oldukça büyük, genişti. Oturma odası olarak kullanılabiliyordu. Bu giriş bölümü ile mutfaktan başka, alt katta geniş bir salon da vardı; ancak salona çok az, özel bir konuk geldiği zaman girilirdi.

      Evin önünde bir araba durunca yüreği çarpmaya başladı Faize’nin. Arabayı tanımıştı, büyük oğlu Kemal’di gelen. O ne? Arabada Kemal’den başka kimse yoktu. İçinde bir tedirginlik duydu. Gözünün seğirmesi aklına geldi. Dışarıya doğru yürüdü. Kemal de arabadan çıkmış, ona doğru geliyordu. Sarıldılar:

      “Hoş geldin oğlum!”

      “Hoş bulduk anne!”

      “Ayşe nerde, Doğuş nerde?”

      “Yalnız geldim anne. Bir işim var da Mağusa’da.”

      Kemal’in kalın, etkileyici bir ses tonu vardı. Faize’nin sesi de kalınca ama yumuşaktı. Tipik Kıbrıs ağzı ile konuşuyordu.

      Annesi oğlunu uzun uzun süzdü. Annelik önsezisi ona bir şeylerin ters gittiğini söylüyordu. Yine de oğlunun üstüne gitmek istemedi. Nasıl olsa öğrenirdi her şeyi.

      “Aç mısın oğlum? Gel sana yenecek bir şeyler hazırlayayım!”

      Kemal aç olduğunu anımsadı: “Açım anne!”

      “Ne yapayım sana? Tuh! Tuh! Hazır bir şey de yok. Yumurta kavurayım sana. Hellimli?”

      “İstemez anne! Hazır ne varsa yerim.”

      Mutfağa geçtiler. Genişçe bir mutfaktı. Duvar dolapları, buzdolabı, gazocağı ile diğer gereksinmelere yanıt verecek her şey; ortada bir masa ile dört sandalye vardı.

      Anne hellim çıkarıp yıkadı. Domates, salatalık çıkardı. Karazeytin, çakıstes, ekmek çıkardı. Bir taraftan da “Tuh tuh! Hazır bir şey yok” diye söyleniyordu.

      “Bundan iyisi can sağlığı be anne! Daha ne olacak?”

      Böyle deyip masaya oturdu Kemal. Annesi de oturdu.

      Kemal hellimi, domatesi dilimlere böldü. Salatalığı soyup parçaladı. Birkaç dilim de ekmek kesti. Konuşmadan yemeye başladı. Anne, arada bir soran gözlerle Kemal’e bakıyor; Kemal ise gözlerini ondan kaçırıyordu.

      Kemal son lokmasını yutmadan, anne kalktı.

      “Dur, sana kahve yapayım. Sen, yemeğini bitirir bitirmez kahveni istersin!”

      Gülümsedi Kemal. Gerçekten de yemeğini yer yemez, masa toplanmadan kahvesini içmek en büyük zevki idi. Kahve ile birlikte bir de sigara içerdi.

      Ayşe de bu zevkini öğrenmişti. Çoğu kez yemekten yarım yamalak kalkıp Kemal’in kahvesini yapardı. Tek bir gün bile yakınmamıştı bundan. Tersine zevkle, istekle yapardı bu işi. İkisi arasında, tek iletişim aracı gibi bir şeydi kahve!

      “Sen de bu zehir gibi kahveyi nasıl içersin be oğlum?”

      Annesi, kahveyi şekersiz içmesine hiç akıl erdiremiyordu. Ona göre kahve bol şekerli olmalı idi.

      Anne Kemal’in kahvesini masaya koydu. Kendi kahvesini de fincana döktü. Fincanı masaya koydu, oturdu. Kahveleri aynı cezvede şekersiz olarak yapmış; Kemal’in fincanını doldurduktan sonra cezvede kalan kahveye iki kaşık şeker katarak kendi kahvesini de yapmıştı. Eskiden böyle şey bilmezdi. Bu usul yeni çıkmıştı. Kendisi de kahveleri böyle yapıyordu artık. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş gibi oluyordu.

      Kemal iki sigara yaktı. Birini kendisi, diğerini annesi için. Annesi arada bir tellendiriyordu. Kahvelerini yudumlamaya başladılar.

      Sessizliği Kemal bozdu: “Ne oldu telefon işi be anne? Gelip takmadılar mı?”

      “Yok oğlum. Ne gelen oldu, ne giden. Komşular diyor ki bu telefonu bize zor bağlarlarmış.”

      “Ne demek o? Niçin zor bağlarlarmış?”

      “Ne bileyim ben be oğlum? İşin içinde particilik varmış. Hükümet partisinden olmayanlara telefon bağlamıyorlarmış. Üç ev ötede biri var. Komşular söylüyordu. Telefon alabilmek için gazetelere ilan vermiş. Hükümet partisinden olduğunu yazmış. Ben de yazmalıymışım!”

      Kemal’in canı sıkıldı. Telefonun hükümet partisi tarafından, karşıtları için bir baskı aracı olarak kullanıldığını çok iyi biliyordu; ama annesi için de benzer işlemin yapılacağını hiç düşünmemişti. Onu üzmemek gerektiğini düşündü: “Üzülme anne! Ben yarın bakarım bu işe.”

      “Yarın mı? Sen bu akşam dönmeyecek misin Şeher’e?”

      “Hayır anne, dönmeyeceğim!”

      “Peki,