saldırmışlardı. Sonra İskele ve başka yerlerde de çatışmalar çıktı. Köyden hiçbir Türk çıkamaz oldu. Besin sıkıntısı başladı. Rumlar Türkler’e besin maddeleri, özellikle de ekmek vermez oldular. Yürekli birkaç köylü, tüm tehlikeleri göze alarak Geçitkale’ye gidip geldi, orda da yiyecek sıkıntısı vardı.
Çok sürmedi. TMT’nin köydeki başkanı Turgut, yılbaşı akşamı, tüm köylüye birkaç saat içinde köyü terk edeceklerini bildirdi. Köyün EOKA lideri, Türkler’in tüm silahlarını teslim etmelerini istemiş ve belirli bir süre tanımıştı. Köyde hemen hemen her evde av tüfeği vardı. Ayrıca gizli örgüt TMT’nin bazı silahları olduğunu o gece öğrenmişlerdi.
TMT’ni köy başkanı Turgut karar vermişti: Silahları teslim etmeyeceklerdi. Tüm köylünün, silahlan ve alabilecekleri eşya ile o yılbaşı gecesi gece yarısından sonra köyü terk etmelerini ve dağ yollarından Geçitkale’ye ulaşmalarını kararlaştırdı. Öyle de oldu. Tüm köylü, yaşlı genç, çoluk çocuk, kadın erkek gece yarısından sonra yola düştüler. Öğleye doğru oraya ulaştılar.
Köylerinden göç ettiklerinde Kemal, Ankara’da üniversitede idi. Ankara’daki üçüncü yılı idi. Mehmet, Lefkoşa’da lisede, Mustafa ise İskele’de ortaokulda okuyorlardı. 21 Aralık olayları olur olmaz, ikisi de buldukları ilk araçla köye geldiler. Bu bakımdan köyü terk ettikleri gece onlar da evde idi.
Artık göçmendiler. Sıkıntılı günler başladı. Küçücük, eski bir evde yoklukla savaştılar. Uzun süre Kızılay’dan gelip dağıtılan yiyecek yardımı ile geçindiler. Aylar sonra kocasına az da olsa bir mücahit aylığı bağlandı.
Kemal’den uzun süre hiçbir haber alamadılar. Mehmet’le Mustafa da uzun süre okullarına gidemediler. Sonradan, bir yıl mı, iki yıl mı geçtikten sonra, babaları onları Leymosun’daki okullara yerleştirdi. Orada hem okudular, hem mücahitlik yaptılar. Bu suretle o zor günlerde babalarına yük olmadı çocuklar.
Bu arada savaşlar eksik olmadı. Komşu köy Boğaziçi’nde, ikide bir çatışma çıkıyordu. Hele bir kez, bayram günü başlayan çarpışmalar beş gün beş gece gün sürdü. Rumlar Boğaziçi’ni kuşatmışlardı. Bir tek Geçitkale tarafını boş bırakmışlardı. Boğaziçililer’in bir kısmı Geçitkale’ye sığındı. Onları yerleştirecek yer bulmada güçlük çekildi. Bereket mücahitler iyi direndiğinden Rumlar köyü alamadı. Geçitkale’ye sığınanlar, bir süre sonra geri döndü. Yoksa kim bilir ne güçlükler çekilecekti?
Geçitkale’de iç huzursuzluklar da hiç bitmedi. Mücahitlerin komutanını bile vurdular. Köyde ağalık taslayan biri yaptırdı bu işi. Yaptırdı ama bu, onun da sonu oldu. Hem kendisi, hem ailesi buldu.
Sonra o korkunç 15 Kasım 1967 saldırısı oldu. Çok büyük güçlerle saldırdı Rumlar. Kaç gencecik çocuk şehit oldu. Bunların arasında birçok köylüleri de vardı. Çoğu da uzaktan yakından akrabalarıydı.
O gece tüm kadınlar, çocuklar, yaşlılar sinemaya toplanmışlardı. Rum askerlerinin kendilerini toplayarak köy içinde yürütmesini, önce Fuat’ın Barı’na, sonra da Bebek Bar’a götürmesini, yaptıkları rezillikleri, korkutmalarını, işkencelerini hiç unutmamıştı. Yolda Mehmedemin Dayı’nın Rum askerleri tarafından yakılan ölüsü, her anımsadığında tüylerini diken diken ederdi. Kızı Sıdıka da yanında idi. Onun başına bir şey gelebilir diye ne çok üzülmüştü o gece.
Rahmetli kocası ise tutsak düşmüştü Rum askerlerine. Köyün eli silah tutan tüm erkeklerinden, çevre köylerine çekilemeyenlerin tümünü toplamışlardı. Aşağılayarak, horlayarak, dipçikleyerek, itip kakarak Geçitkale’den İskarinu’ya kadar kilometrelerce yürütmüşlerdi onları. O gece apaydındı. Ayışığı çevreyi pırıl pırıl aydınlatıyordu.
Arada rahmetli de bir tekme ve bir dipçik darbesi yedi.
Uzun zaman acısını çekti bu darbelerin. Kaç kez anlatmıştı o geceyi.
İskarinu’da onları üst üste yığmışlardı bir odaya. Arada bir, birini alıp götürüyorlar; işkence ederek, dayak atarak sorguladıktan sonra külçe halinde geri getiriyorlardı.
Yine arada bir, dışarıdan silah sesleri geliyor, Rum askerlerinin kendi aralarında, “bir köpeği daha temizledik” dedikleri duyuluyordu.
Özellikle komutanları, adları ile arıyorlardı. Bir kısım komutanlar, bazı mücahitlerle birlikte çevre köylerine çekilmeyi başarmıştı; tutsaklar arasında olanlar epeyce işkence gördü.
Bereket çağrılma sırası rahmetliye gelmedi. Sabahleyin Barış Gücü askerleri onları teslim aldı ve geri köye getirdi.
Faize bir de eve döndükten sonra, komşusu yaşlı kadının ölüsünü hiç unutamıyordu. Ailesi evi terk etmişti. Erkekler mevzide idi, kadınlar diğerlerinin yanına, sinemaya gitmişlerdi. Yaşlı kadın seksenlik ve yatalaktı. Onu evde bırakmışlardı.
Döndüklerinde onu yatağında, delik deşik olarak buldular. Çığlıklar üzerine Faize de koşup gitmiş ve onu görmüştü. O korkunç görüntü gözünün önünden gitmezdi.
15 Kasım olayları sırasında Kemal yine Türkiye’de idi. 1964 başlarında Lefkoşa’ya gelmiş, ancak kısa bir süre sonra ailesiyle hiç görüşemeden, Türkiye’ye geri gönderilmişti. Uzunca süre ondan haber alamadılar. Derken Erenköy’de olduğunu duydular. Orada iken Barış Gücü aracılığıyla, arada bir ondan mektup aldılar. Sonradan, oradan da yeniden Türkiye’ye geri döndüğünü öğrendiler.
Bu habere çok sevinmişlerdi,
Mehmet ile Mustafa da, Kemal’in Erenköy’den döndüğü yıl Ankara’ya, üniversitede okumaya gittiler. Onların durumundaki tüm gençleri göndermişlerdi Türkiye’ye. Sıdıka ile Taner Leymosun’da idiler. Sıdıka lisede, Taner ortaokulda okuyorlardı.
İki yıl sonra Kemal, okulunu bitirerek Ankara’dan döndü. Evden ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmişti. Kısa bir süre sonra Lefkoşa’da çalışmaya başladı. Bir bekâr odası tutup oraya yerleşti.
Aynı yıl Sıdıka liseyi, Taner ortaokulu bitirdiler. Sıdıka’ya, yakın köylerden birinde bir öğretmenlik buldular; orada çalışmaya başladı. Taner ise ortaokulu bıraktı. Tüm zorlamalara karşın okumasını sürdürmedi. Mücahit yazıldı. Baba oğul birlikte mücahitlik yapmaya başladılar.
Geçmişe oranla yeniden oldukça huzurlu birkaç yıl geçirdiler. Arada Kemal evlendi. Mehmet ile Mustafa, okullarını bitirerek geri döndüler ve onlar da Lefkoşa’da çalışmaya başladılar. Sonra onlar da evlendiler. Önce Kemal’in bir kızı oldu; daha sonra da Mehmet’le Mustafa’nın oğulları!
Torunlarını çok sevdiler. Ne var ki onları çok az görebiliyorlardı. Kemal, Mehmet, Mustafa, köye iki-üç haftada bir geliyorlardı. Arada bir onlar da Lefkoşa’ya oğullarına gidiyorlardı ama yine de torunlarına doymuyorlardı.
Faize, savaşta ölen torunu Yasemin’i anımsadı ve gözleri ıslandı: “Zavallı Yasemincik üç yaşında gitti. Ne güzel, ne canlı bir çocuktu. Allah bilir ya! Rahmetliyi çöktüren nedenlerden biridir torunumuzun ölümü! İçine işlemişti bu olay!”
Faize derinden bir iç çekti: “Kemal da, bütün suçu Ayşe’ye yükledi. Oysa ne suçu var Ayşe’nin? Kemal’e öyle gelmiş. Ayşe’nin hiçbir suçu yok. Hangi anne çocuğunu bilerek, hatta bilmeyerek tehlikeye atar? Sıdıka ile diğer gelinlerim orada idiler. Onlar kaç kez anlattılar. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar olmuş ama Kemal dinlemiyor ki!”
Faize, bir an işini bıraktı. Gözü yorulmuştu. Eskiden bütün gün, başını kaldırmadan çalışabiliyordu. Şimdi? Giderek daha çok yoruluyordu