benim!”
Kemal baktı. İki katlı, kocaman, saray yavrusu bir yapı idi. Kaba işi bitmişti; içinde çalışıldığı belli oluyordu.
“Fakat senin evin yok mu?”
“Var! Var da, daha iyisini yapalım dedik.”
“Saray yavrusuna benziyor.”
“Benziyor sözcüğü fazla. Gerçekten saray yavrusu! Her şeyi tamam olacak. Yüzme havuzu bile. İçine giren hayran kalacak!”
“Sana epeyce tuzluya çıkacak herhalde!”
“Boş ver, para oluk gibi akıyor.”
Kemal, lise dönemindeki yoksul öğrenci arkadaşı Burhan’ı anımsayarak güldü.
“Niye güldün” diye sordu Murat.
“Yoksul çocuğu Murat’ı anımsadım. Bu kadar kısa sürede nereye gelmiş diye düşündüm.”
“Bak Kemal! Ben senin gibi enayi değilim, eşek de değilim. Bu düzen böyle oğlum! Becer de nasıl becerirsen becer. Hem sırtımdan bir sürü kişi de ekmek yiyor.”
“Yani birçok kişiyi sömürüyorum demek istiyorsun.”
“Sonuç değişir mi?”
“Herhalde yapı işinde çalışanların çoğu kaçak işçidir.”
“Ne olmuş kaçak işçi ise?”
“Yahu Murat! Yüreğin hiç sızlamaz mı? Bu zavallılar olağan ücretin ikide üçte biri ile çalışıyorlar. Yani karın tokluğuna. Hiçbir güvenceleri yok. Kovuklarda, izbelerde yaşıyorlar. Ülkedeki ücret düzeyini düşürmeleri de cabası.”
“Tam da Burhan gibi konuşuyorsun.”
“Seni anlamak kolay değil vallahi!”
“Anlaşılmayacak ne var bunda? Bu ülkede bir düzen var ve ben düzenin gereklerini yerine getiriyorum. Senin anlayacağın düzenin öngördüğü biçimde bir yurttaşım!”
Kemal acı acı güldü: “Seninle boşuna konuşuyorum. Değiştirelim bu konuyu!”
“Niye kızıyorsun arkadaşım? Sen de bu düzenin emrinde biri değil misin?”
Kemal bozuldu. Ne de olsa Murat doğru söylüyordu. Bugün görevden alınmış olsa bile, yıllarca bu düzenin bir üst düzey görevlisi olarak çalışmamış mıydı?
Yanıt vermedi.
Murat bir sigara yaktı, Kemal’e de uzattı.
“Genellikle kahve ile içerim sigarayı. Ama bir tane yakayım, gereksinimim var” diyerek aldı Kemal.
“Ben çok içerim” dedi Murat. “Günde iki üç paket!”
“Kendi kendini öldürüyorsun sen.”
“Boş ver! Atın ölümü arpadan olsun. Hem şimdiye kadar zararını görmedim.”
Bir süre öylece, sessizce ilerlediler.
Birden Murat’ın aklına geldi: “Biraz önce senin karıyı sordum. Niye yanıt vermedin?”
Kemal yine sustu.
Murat ona dönerek: “Yoksa bir şey mi oldu?”
“Evet” diye yanıtladı Kemal. “Ayşe bugün, Doğuş’u da alarak evden kaçtı.”
“Nee? Kaçtı mı? Ansızın mı?”
“Öyle sayılır.”
“Ne demek böyle sayılır?”
“Öyle işte!”
“Çatlatma yahu insanı!”
Kemal o gün sabah Ayşe ile aralarında geçen tartışmayı anlattı.
Murat, yıllardır Ayşe ile aralarında sürüp giden geçimsizliği biliyordu. “Biliyor musun yahu Kemal” diye konuştu. “Sen Ayşe’ye çok haksızlık ediyorsun. Kaç kere söyledim sana. Gâvur’un o bok mermisi bula bula çocuğunu bulup öldürdüyse Ayşe’nin bunda suçu ne? Sen buldun da bunadın be oğlum. Benim de Ayşe gibi ağzı var dili yok, her zaman iyi niyetli, sessiz, saygılı, hanım hanımcık bir karım olsa başımın üstünde taşırdım. Hem sana bir şey söyleyeyim mi? Senin derdin başka. Sen Nilüfer’i unutmadın. Anladık unutmadın da, Ayşe’nin suçu ne? Kızcağız iyi bile dayandı. Ben karın olsam sana bu kadar dayanmazdım, emin ol! Seni bırakıp gitmekte hiç de haksız değil!”
Kemal yanıt vermedi.
Bir süre konuşmadan gittiler.
Sessizliği Murat bozdu: «Eeee, ne yapacaksın şimdi?»
Kemal, Murat’ı hemen yanıtlamadı. “Ne yapacağımı sanki ben biliyormuşum gibi” diye geçirdi içinden. Sonra Murat’a döndü: “Onu boşayacağım Murat!”
“Çocuk ne olacak?”
“Çocuğu alacağım.”
“O kadar kolay mı sanıyorsun?”
“Sen avukatsın! Söylesene!”
“Bu iş o kadar kolay değil Kemal. Böyle durumlarda mahkeme çocuğu genellikle anasına verir.”
“Ama babaya da verebilir, değil mi? Sen bu işi kıvırırsın Murat. Yargıçlarla da aran iyi!”
Murat, Kemal’in ne demek istediğini anladı. Başka zaman olsa Kemal, bunu kendisini iğnelemek için söylemiş olabilirdi. Ya şimdi? Güldü: “Neyse bu işi sonra konuşuruz. Bu akşam yiyip içmemize bakalım.”
Yeniden sessizce ilerlemeyi sürdürdüler.
Kemal annesinin telefon işini anımsadı. “Yahu Murat! Kaç zamandır anneme bir telefon taktırmak için başvuruda bulunduk. Yanıt bile alamadık. Acaba…”
Murat, Kemal’in sözünü yarıda kesti: “Sen Devlet’in müsteşarısın oğlum. Bana ne söylüyorsun?”
Kemal’in yanıtı kısa oldu: “Artık müsteşar falan değilim ben!”
Murat şaşırdı: “Ne demek müsteşar değilim?”
“Bugün beni görevden aldılar.”
“Neeee?”
“Bugün beni görevden aldılar dedim. Daha açık söyleyeyim: Partin beni işimden attı!”
Son tümceyi, sözcüklerin üstüne basa basa söyledi Kemal.
“Bunlar da çizmeyi aştı. Senin gibi adamı nerede bulacaklar?” Murat, sözünü sürdürdü: “Sen bugün bayağı üzülmüşsün. Darbe üstüne darbe yemişsin. Karı kaçtı, arkasından bu! Vay anasını!”
“Seninle Burhan’ı niçin aradığımı şimdi anladın mı?”
“Anladım. Derdini dökmek, içini boşaltmak istedin. Neyse, kafa çekmeye gidiyoruz ya! İyi edeceğiz değil mi, kafayı çekmekle?”
“Öyle!”
Bir lokantanın önünde durdular. Burası Karpas Yolu üzerinde, Salamis Ormanı karşısında bir yerdi. Murat arabayı park etti. Kapıyı açmadan Kemal’e döndü: “Ha, ananın şu telefon işine gelince. Biliyorsun, bu iş için partide bir komite kuruldu. Telefon işini bir baskı aracı olarak kullanıyorlar. Partili isen sorun yok. Partili değilsen, telefon almak için partiye girmeni istiyorlar. Başka partide isen istifa edip bize katılacaksın. Her iki halde durumu gazetede duyuracaksın. Son zamanlarda bağımsızlığı terk edip, ya da partisinden ayrılıp bizim partiye girdiğini gazetede duyuranların içinde, evine telefon almak isteyip de baskıya dayanmayanlar önemli orandadır. Annenin durumu bambaşka! Eminim ki sen bir dilekçe ile sonuç alacağını sandın. Başka hiçbir girişim yapmadın. Bu düzen içinde