Bozkurt İsmail

Yusufçuklar Oldu Mu


Скачать книгу

soğuk yılbaşı gecesi çoluk çocuk, nasıl kaçmışlardı evlerinden! Saatlerce yürüdükten sonra Geçitkale’ye geldiklerinde yeniden doğmuşlardı.

      Ya Barış Harekâtı sırasında? Papaz devrilip de Türkiye Kıbrıs’a asker çıkarınca, Rumlar bütün Türk köylerine saldırdılar. Nedense Geçitkale’ye dokunmamışlar; işi baskı ile çözümlemek istemişlerdi. Rahmetli ile Taner, mücahittiler. Ne olduysa oldu, mücahitlerin Barış Gücü’ne teslim olması istendi. Rahmetli nasıl da ağladı o gün. Tek kurşun atmadan teslim olmak zor gelmişti ona. Taner’i de alıp, gidip teslim oldular.

      O günlerde Sıdıka, okullar kapalı olduğu için Lefkoşa’ya ağabeylerine gitmişti. İyi de olmuştu. Olaylar başlayınca Lefkoşa’da kesilmişti böylece.

      Rahmetli ile Taner teslim olunca Faize evde yalnız kaldı. Köylüler buldukları her araç ve her olanakla Kuzey’e kaçıyorlardı. Rahmetli, ona da çok ısrar etti kaçması için. Faize kaçmadı. Kocası ile çocuğunu tutsak bırakıp gidemiyordu. Her gün onlara yiyecek hazırlayıp götürüyordu. Kaçarsa onlara ne olacak, kim yemek götürecek diye düşünüyordu.

      Kemal’den, Mehmet’ten, Mustafa’dan, Sıdıka’dan çok az haber alıyordu. Buna karşın birlikte olduklarını bilmek, en büyük mutluluğuydu.

      Bir gün tutsakları serbest bıraktılar. Daha doğrusu onlara, burada, yerlerinde mi serbest kalmak istedikleri, yoksa Kuzey’e mi götürülmek istedikleri soruldu. Birkaç kişi dışında tüm tutsaklar Kuzey’e geçmek istediklerini söylediler. Rahmetli ile Taner de böyle! Barış Gücü onları Lefkoşa’ya, Türk kesimine bıraktı. Çocuklarla buluştular orada.

      Faize, Geçitkale’de tek başına kalmıştı. Köylülerden birçoğu gitmişti. Kuzey’e geçmek için yollar aramaya başladı. O günlerde, Türkler’i para karşılığı Kuzey’e geçirmek için birçok Rum çalışıyordu. Serbest geçiş yoktu çünkü. Rum askerleri ile polisleri tüm yolları tutmuşlar, Kuzey’e geçmek isteyenleri geri çeviriyorlardı.

      Faize sordu soruşturdu. Kuzey’e gitmek için İskele’ye gitmesi gerektiği kanısına vardı. Satabildiklerini satıp savdı ve oraya gitti. Orada kendisine tavsiye edilen kişiyi buldu. Onu bir eve yerleştirdiler önce. Kendisi gibi Kuzey’e geçmek için gelen bir sürü Türk vardı. Günlerce bekleştiler. Bir gece ansızın onları aldılar. Deniz kıyısında bilmediği bir yere götürüp küçük bir deniz motoruna tıktılar. Oradan kendilerini başka bir kıyıya çıkardılar. Buranın İngiliz bölgesi Dikelya kıyısı olduğunu söylemişlerdi.

      Çıktıkları kıyıda epeyce beklediler. Sonra gece karanlığında başka birisi onları araba ile alıp Türk bölgesinin sınırının başladığı Beyarmudu köyü dışına götürüp bıraktı. Oradan yürüyerek Türk bölgesine geçtiler.

      Bu geçiş Faize’ye bir servete mal oldu. Yine de sevinçten ağladı. Kurtulduğuna inanamıyordu. O gece onları orada konuk ettiler. Ertesi gün de Lefkoşa’ya gönderdiler.

      Faize’nin Lefkoşa’ya ulaştığı gün bayramdı sanki! Tüm aile bir araya gelmişti. Her şeyleri geride kalmıştı; yine de mutlu idiler. Özgürlüğün, güvenlik içinde olmanın tadını çıkarıyorlardı. Yerleşmek için köylerine o zamanki adı Aytotro olan Çayırova ayrılmıştı. Birlikte gidip gördüler. Ancak oraya yerleşmek istemediler. Zaten doğru dürüst ev de kalmamıştı.

      Kemal, Mehmet, Mustafa daha önceden Lefkoşa’ya yerleşmişlerdi. İşleri orada idi. Hep birlikte Lefkoşa’da kalmayı düşündüler; ancak tüm çabalarına karşın Lefkoşa’da kendilerine tahsis edilecek bir ev bulamadılar. Aslında Kemal istese bu iş olabilirdi, olmadı. Kemal, bu gibi işlerde çok çekingendi nedense. Torpil kullanmaktan kaçınırdı hep. Oysa işler başka türlü dönmüyordu.

      Düşündüler, taşındılar. Maraş, en iyisi idi. Faize’nin şimdi oturduğu bu ev, kendilerine tahsis edildi. Rahmetli ile birlikte gelip yerleştiler buraya. Sıdıka ile Taner de tabii! O zaman evli değildiler.

      Sıdıka, yine öğretmen olarak çalışmaya başladı. Çok geçmeden evlendi. Kocası, Barış Harekâtı’na katılmıştı. Kıbrıs’a ilk inen paraşütçü birliğindendi. Terhis olunca burada kaldı.

      Taner bir süre dolandı durdu. Çeşitli işlere girdi. Bir gün ansızın İngiltere’ye gideceğini söyledi. Çok geçmeden de gitti. Yıllarca oradan oraya gitti; değişik işlerde çalıştı. Sonunda kendi işini kurdu. “Şimdi iyidir çok şükür!”

      Bu işlerden en çok rahmetli etkilendi. Buraya geldikten sonra hayır yüzü görmedi. Hastalıklar peşini bırakmadı. Üzüntüler kendisini perişan etti. İki yıl önce bir gün eşdeğer kâğıtları geldi. Güneyde bıraktıkları kocaman eve, dükkâna, harnıplıklara, zeytinliklere, tarlalara, bademliğe, bağa biçilen değer, oturdukları evi karşılamıyordu bile.

      Malvarlığının çoğunu alınteriyle kazanan, toprak delisi rahmetli, bu darbeye dayanamadı. Yüreğine indi ve gitti.

      “Allah rahmet eylesin” diye mırıldandı iç çekerek Faize. “Toprağı bol olsun!” Tam 42 yıl birlikte yaşamışlar, bir yastığa baş koymuşlardı.

      Faize, o zamandan beri bu koca evde tek başına yaşıyordu.

      III

      Kemal, ter içinde uyandı. Kalkıp yatağın kenarına oturdu. Saatine baktı, on sekize geliyordu. “Epeyce uyumuşum” diye düşündü. Huzursuz, karabasan dolu bir uykuydu.

      Bir süre ne yapacağını bilemedi. Sabahki olayları anımsadı. Dertleşecek, içini boşaltacak bir dosta öyle gereksinimi vardı ki! Murat’la Burhan’ı düşündü. İkisi de liseden beri candan arkadaşlarıydı. Son zamanlarda pek görüşemiyorlardı. Yine de birbirlerini çok severlerdi. Murat, Lefkoşa’ya her gelişinde ona uğrardı. Burhan pek uğramazdı. Niçin uğramadığını bilirdi. Karşıt partilerden birinde milletvekili idi. Kendisine zarar verir diye düşünüyordu.

      “Onları bulabilir miyim acaba” diye içinden geçirdi. Evlerine gitmek istemiyordu. Bu saatlerde nerede olabileceklerini düşündü. “Kulübe uğrayayım. Burhan’ı değilse bile Murat’ı orda bulurum belki” diye karar verdi.

      Odasından çıkıp merdiven başından annesine seslendi: “Anne, depoda su var mı? Şöyle bir dökünmek isterim.”

      Annesinin bamteline basmıştı: “Ah oğlum! Bu sudan ne çekiyoruz bilsen. Üç dört günde birkaç teneke suyu zar zor alabiliyoruz. Onu da tankerle dağıtıyorlar. Şanslısın, dün dört teneke aldım. Depoya çeşmeden damla su akmaz. Hele yukarıdaki depo su görmeyeli yıllar oldu. Mehmet, geçenlerde bir su motoru getirip taktırdı. Ama çekecek su yok. Onun için duşu kullanamazsın.”

      Faize bunları söyleye söyleye merdiveni çıktı.

      Kemal banyoya doğru yürüdü. Yürürken aklına geldi. Temiz iç çamaşırları yoktu. “Ne yapalım, yeniden üstümdekileri giyerim. Giydiğimden başka elbise de yok.”

      Annesi havluyu alıp geldi. “Senin temiz çamaşırın, elbisen de yok. Ne yapacaksın? Rahmetli babana ait her şeyi dağıttım. Dağıtmasam işe yarardı şimdi.”

      “Zararı yok anne. Yarın Lefkoşa’ya gider alırım. Bugünlük üstümdekilerle idare ederim.”

      Faize, oğluna acıyan, kaygı dolu gözlerle baktı. Başını salladı. Kemal’e havluyu uzattı ve yine aşağıya indi. “Demek ki iş sandığımdan da ciddi. Yarın Lefkoşa’ya gidip burada kalacak biçimde öteberisini alacağına göre! Kardeşlerinin haberi var mı ki? Yok herhalde! Olsaydı ağabeylerini yalnız bırakmazlardı. Şu telefon olsaydı ne iyi olurdu. Onlarla konuşurdum. Bir türlü takmadılar gitti.”

      Yemeğe bakmaya gitti. Akşam