Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

ağlamanın, yalvarmanın fayda getirmeyeceğini anladı o. Nedense yüreği taş gibi sert.

      – Yoksa kucaklayıp mı oturayım? Cennetin bile gerekmez… Hi-hi!..

      Peltek sabredemedi, yoldaşının elindeki şişeyi çekip aldı.

      – Geveze! Kendi ısınınca, dostla-ını unuttu. Haydi, ye-le-i değişti-elim!

      – Yok benim için madonnanın sağ tarafında sallanarak gelmek çok iyi. Sonra zamanı gelince, böyle kucaklaşıp uyuruz, tamam mı, güzelim! – O, birden kocaman ıslak elini Gülşan’ın gömleğinin kenarından soktu, ikincisiyle de dizinden tuttu. Kızcağızı elektrik akımı çarptı sanki, kendi bile anlamadan, acı acı bağırdı ve göz açıp kapayana dek Vadik’in boynunu sıktı. Hırıldamaya başlayan dostunu peltek kurtardı.

      – Vadik sen hâlâ kadın kız meselesinde çok safsın. – O şişedeki sıvıyı içip bitirdi ve şişeyi de camdan attı. Şişe çat diye kırıldı. – Onlar nazlanmayı çok severler.

      Gülşan konuşmaya başladı:

      – Siz, katiller, en aşağılık hayvanlar! Sizin, bu yaptıklarınız için kesinlikle hesap vereceğiniz zaman da gelecek. Bilin bunu.

      Yeni sakinleşen Vadik, Gülşan’ı kenara çekip, pencereyi açıp dışarıya tükürdü.

      – Kancık, vay kancık… – Onun başka bir sözü olmadı. Galiba, Gülşan onun boyununa uzun tırnaklarını yarana kadar batırabilmişti.

      Bu zamana kadar önde oturan şef, şapkalı adam, hiçbir şey söylemedi: “Ciguli” sahibi de onları duymuyor. Onlar için arkadaki, ne var ne yok. Ama, Gülşan’ın sözlerinden sonra dönüp bakmadan konuştu.

      – Centilmenler, kızlara kötü muamele etmek iyi değildir. Sabredin… O herhangi birinin kızı değil, profesörünki… Onların çevrelerinde başka türlü konuşurlar, başka türlü severler. E, siz? Sokak serserileri gibi davranıyorsunuz. İçmeyi de bırakın! Duydunuz mu? İş başlıyor artık… E, kim çalışmazsa o, yemek yiyemez.

      İki yiğit birden hareketlenmeye başladı.

      – Oldu şef, senin sözünden çıkmayız.

      Araba şehrin sokaklarında sağa sola dönerek gitti gitti ve Ağizil köprüsüne götüren yola indi.

      – Durdurun! – dedi Gülşan, “şef”in şapkasını yolarak alıp. İndirin beni!..

      Böyle bir yüreklilik beklemeyen “şef” dönüp bakmadan, biraz da keyfi kaçarak, başını çevirmeden konuştu:

      – Her şeyin bir ölçüsü vardır güzelim! Yoksa…

      – Ne “yoksa”? – Gülşan’ın iki elinden de iki yiğit sıkıca tutmuştu, kımıldamak mümkün değil.

      – Yoksa mı? İşte bu iki aslana, – o, arkadaki Vadik ile pelteği işaret etti, – evet, iki aslana yoldurmak için veririm. Burada şimdi arabayı durdururuz da… biz şoför ağabeyin ile çıkarız. Anladın mı? İyiliğe iyilikle cevap verirler, güzelim! – Şefin başına şapkasını taktılar, o, şapkasını düzelterek taktı. Yarım saniye bile dönüp bakmadı. Demek, Gülşan’dan çekiniyor, tanınmamaya çalışıyor. E, çekiniyorsa, korkuyordur. Kız onun demin söylediği sözlerden çok korksa da, ama bunlardan her şey beklenir, kurnazlık yaparak, konuşmaya başladı.

      – E, sizi ağabey, ben bir yerlerde görmüş gibiyim… – Gülşan nefes almadan cevap bekledi. Ne yapabilir ki bu densiz adam? Bu dakikada onun iki tarafında oturan iki yiğit ellerini biraz bırakır gibi oldu. Gülşan daha da hareketlendi. Gözünü bile kırpmadan kandırma zamanı geldi şimdi onu.

      – Gerçekten, nerede gördüm ki sizi? – Arabada sessizlik oldu. Sabredemedi şapkalı, birden dönüp baktı. Onun yüzünü bu karanlıkta aklında tutamasa da, bitişmiş koyu kara kaşları işte gözünün önünde duruyor. Biraz önce şapkasını çekip indirdiğinde başının kel olduğu da anlaşılmıştı. Bunlardan yararlanarak değerlendirmeye çalıştı kız.

      – Güzelim, sen beni değil bir vakitte, hiçbir zaman görmemişsindir. Anladın mı? Bunu aklına iyice sok. Yoksa, senin için kötü olacak. Şaka yapma!..

      Ateşle oynadığını anlıyor Gülşan. Bunun iyi olmadığını da biliyor. Ama bir ümit işte, belki bırakırlar…

      – Şaka yapmıyorum, – dedi Gülşan, saf bir şekilde. – Şu anda tanıdık geldiğiniz için sadece… Yani, bir mecliste mi, misafirlikte mi, burada öldürün aklıma getiremiyorum.

      – Evet, akıllı olduğun belli oluyor.

      – Ağabey, haydi gerçekleri konuşalım artık. Niye beni burada şimdi bırakmıyorsunuz? Benim orada arkadaşım yattı kaldı. Siz onu arabayla çiğnediniz. Bilin, şu anda sizi polis arıyor. – Bu kez şoför, bu ana kadar hiç kımıldamayan yiğit, vitesi yanlış takıp, arabasını tarıldatıp gürültü çıkardı.

      – O, çiğnenmedi, dedi şapkalı sakin bir şekilde.

      Gülşan’ın gönlünde bu sözlerden sonra bir inanç uyandı. Şu anda cehennem deliğine giden o değil sanki, İlğuca’yı düşünüyordu. Ama bu şapkalı gerçekten de tanıdık gibi geldi. Ama nerede gördü? Muhtemelen, ona öyle geldi sadece.

      – Siz beni nereye götürüyorsunuz? Size ne gerek ki, niye açık açık konuşmuyorsunuz? – Kızın sesi acı çekerek çıktı. O, bu dakikalarda, perişan bir hâlde gece uyumadan, kapının yanında oturan annesini gözünün önüne getirdi. Yine ağlamak üzereydi ama, zayıf görünmemeye kendi kendine söz verdi. Bu haşereler korkak, onları sadece sertlikle yenebileceğini anladı o.

      Şapkalı, sesini yine güvercin sesine benzeterek, şöyle dedi:

      – Güzelim, biz seni bırakamayız. Niye mi? Sen bizim için çok kıymetli bir malsın!

      – Niye, ben size şimdi bir mal olarak mı görünüyorum yani? Ne kadar aşağılayıcı.

      – Sen kızma, dinle; böyle bakıldığında, sen bir mal değilsin, bir kaşık suya koyup yutulacak kadar güzel bir kızsın. Anladın mı? Senin bütün zenginliğin işte böyle bir kız oluşunda. Biz seni çaldık. Ama çaldığın bir şeyi bizde boşuna geri gönderme âdeti yoktur…

      – Para gerek yani? – Gülşan istihzalı bir şekilde ima etti.

      – Doğru, güzelim, bize para gerek. Bu yüzden de, şimdi sen bizim elimize geçen bir malsın, anladın mı?

      – Anlamayan nerde, elbette, anladım. On beş bin mi gerek?

      – Tam tamına on beş bin hum. Ondan sonra sen bizi kendi polisinle Ufa’da gündüz mum yakıp arasan bile bulamazsın.

      – Şimdikiler bulur…

      – Bulurlar, ama onlar biz değiliz. Yani, sen ilk ve son kaçırdığımız kız değilsin. Geçenlerde de bir mağazada çalışan bir kadını kaçırmıştık. Boşuna oldu. – O, sessizce güldü. Nedense bu kez peltek kenara döndü.

      – Şef onu aklıma geti-meyin şimdi!

      Şapkalı keyiflenip güldü; o, çaldığı “mal”la böyle sakin bir şekilde sohbet etmeyi seviyordu. Sakinliğin ona güven verdiğini de anlamak zor değil, ama sinirlenmesi de çok sürmez.

      – Satıcı kadın içkici çıktı, – diye devam etti konuya şapkalı, – işte bu aslanla, – o, pelteği işaret edip gösterdi, – gece boyu aşk tazeleyip birlikte yattılar. Kocasına telefon etmiştik, o da sevindi. “Ne parası size, kurtardığınız için teşekkürler, uzun tutun.” dedi. Öyle biri bize değil, bıçağıma gerek. Yoksa… Senin baban da böyle vazgeçer mi ha?

      Gülşan