Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

Eğer her şey doğru, centilmence yapılırsa, her şey olur okey!

      Gülşan korkarak sordu:

      – E, e… para vermezlerse…

      – Vermezlerse mi, – şapkalının sesi birden soğuk, üşütücü yankılandı. Vermezlerse de kaygılanmak gerekmiyor. Senin gibi güzelleri yatırıp keyfine bakarsın, masrafını çıkarırsın. Ufa büyük, Ufa’da kızlar bitmedi. Sen ilki de sonuncusu da değilsin. Eli titreyen ana baba bulunur, güzelim! İşte geldik… Gülşan’ın son sözlerden sonra vücudu bir sıcak bir soğuk oldu. Bu adam oldukça yumuşak konuşmaya çalışıyor. İçi dolu kurt. Hepsi katil. Hareket ediyorlar sadece. Kızcağız diğer tarafa dönüp bakmak istedi ama ona fırsat vermediler. Arabanın tepesini takırdatarak hâlâ yağmur yağıyor. Kırık pencereden yaprak kokusu yayıldı. Demek ki, onlar bir orman yoluna geldiler. Burada onun gözünü bir çaput ile bağlamaya çalıştılar, yapamayınca, başına naylon bir poşet geçirdiler. Elini de bağlamak istediler, ip bulamadılar.

      – Madonna, uyarıyoruz, rezidansa geldik. Eğer direnirsen…

      Kendi aralarında bir şeyler konuştular, peltek ile Vadik, Gülşan’ı iki tarafından tutarak, dar, toprak bir yoldan sürüklediler. Onların arkasından şapkalı gelmedi, çok geçmedi, araba fazla ses çıkarmadan hareket edip gitti. Demek, bu ormanın içinde onların üçü kaldı. Bu iki haşereden sakınmak gerek. Merhametleri yok. Gülşan’ın bütün vücudu korkudan titriyordu. İlişmeye çalışırlar mı ki?

      Biraz yürüdükten sonra, yavaşça, ses çıkararak küçük bir kapı açıldı. Şimdi onu, birinin yazlığına ya da bağ evine getirdiklerini anladı kız. Buradan nasıl kaçmalı? Ama o, tam düşünürken, peltek sessizce gidip kapıyı açtı. O girince, onun başından naylonu çıkardılar. O, duvara tutunarak, içeriye girmeye mecbur oldu. İri keresteden yapılan sağlam bir evdi bu. İçi kuru, sıcak, tozlu; eski kumaş kokusu duyuluyor.

      İki delikanlı kendi aralarında sessizce konuşuyor:

      – Vadim, sen burada akşam bir içki buldun değil mi?

      Diğeri samimiyetle cevap veriyor:

      – Korkma, moruk, reçelden mayalanan bir şişe bal45 gözüme çarpmıştı. Şimdi bunu indiririz ve içeriz.

      Gülşan birden başını vurdu. Gözüne ateş görünmüş gibi oldu. Şak diye orada yanındaki seki gibi bir şeye çöktü.

      – Ne oldu? – diye sordu Vadim.

      – Başımı vurdum… Of!… – O, yine ağlamaya başladı. Peltek kibrit çıkardı, kibriti yanınca, mutfak gibi küçük bir odada oturduklarını anladı Gülşan. O anda, yakında olan uzun saplı bir bıçak gözüne ilişir gibi oldu.

      – Yakma, gizli bir faaliyet!… – diye fısıldadı Vadim yoldaşına. – Başını çarptıysa, biraz daha terbiyeli olur madonna. – Hâlâ ısırılan eli için hesap sormak istiyordu. O, bir şeyleri çatır çutur düşürerek yaklaşıyordu, peltek önüne geçti:

      – Acele etme, önce o şişeyi bulalım şimdi!

      Gülşan ağlamayı hemen kesti. Bunlardan merhamet beklenmez. O, dikkatlice yoklayarak önce uzun saplı bıçağı eline geçirdi. Az olsa da gönlüne bir sıcaklık gelir gibi oldu. Lahana kesmek için bıçak çıktı. Ağır, uzunluğu yarım metre kadar vardır.

      Vadim, sonunda, onu karanlıkta sol elinden yakaladı ve kendine çekti. Ne yapsa da bıçağı fark ettirmese, kız sabretmeye başladı.

      – Şimdi, güzel, madonna, biz seni çatı katına götürürüz. Böyle daha kolay olur. Yoksa, burada sen bizim şarap içmemize engel olursun.

      Peltek biraz güldü.

      – Vadim, belki onun da içesi geliyordur?..

      – Hey, moruk, hepsini de o satıcıyla bir tutma. Hi-hi!… Ya, sizin aşkınız vahim oldu! Kaç gece uyutmadınız, ha-ha-ha!..

      – Tamam, öyle ağzını ayı-masana. Çok tatlı bir kadındı o.

      – O zamanlar, zor kurtardın kendini. Bir deri bir kemik kalmıştın…

      Vadim deneni karanlıkta yine Gülşan’ın göğsünü yokladı, kız sessizce o haşerenin elini kenara itti, bunu kendince anlayan yiğit, memnun olup, Gülşan’ı merdivenlerden yukarı çıkardı. O, hâlâ onun kalçasını, baldırlarını okşuyordu, bu sefer de dişlerini sıkıp sabretti kızcağız. Ne olursa olsun bıçağı kendisiyle alıp girmesi gerek. Kader ne kadar acımasız, yani ne kadar çok sınava mecbur etti, haşereler dünyasına denk geldi. Gözlerinin önüne yine kaldırımda yatan İlğuca’sı geldi.

      Sıcak odaya girince, kapının yanında sessizce durup biraz sakinleşti. Diğerleri yokken çabucak üstündeki gömleğini çıkarıp sıktı. Ondan sonra yeniden giymeden önce, uzun uzun onu kokladı. İlğuca’sının ter kokusu sinmişti gömleğe.

      Sekizinci bölüm, yani olaylar derinleştikçe derinleşiyor

      Arıslan Rehmetulloviç yorulup dönmüştü, yüzü beyazlamıştı. Keyfi yok. Ayrıca kalın kaşları da aşağı düşmüş. Perişan bir hâlde onu bekleyen Feyrüze’si konuşmamayı daha hayırlı buldu. Onun Arıslan’ına böyle bir durum seyrek olur. Herhâlde, Feyrüze Hesenovna şöyle tahmin ediyor: Bir asistanı doktora tezini sunduğunda haksızlığa uğrayıp, çeşitli eksiklikler bulup geçirmezlerse ya da “reddederlerse” veya ameliyat sırasında elinde birisi ölürse ya da hastayı kurtaramazsa, tabi hayat çok merhametsiz, pek çok şey oluyor. Arınbasarov böyle anlarda durumu çok ağır geçiriyor. O, depresyona giriyor: Konuşmuyor, yemek yemiyor, içmiyor, hatta insanlarla bir arada olmaktan kaçıyor. Sigara içmeye başlıyor. Eli işe varmıyor. Ne yapacaksın, çok namuslu, hassas biri bu Arıslan Rehmetulloviç.

      Şimdi de o, yüzü asık bir hâlde salona geçti. Ceketini çıkarıp, sandalyenin arkasına taktı. Karısına dönüp bakmaya gücü yetmeyince, çantasını açtı ve tomar tomar paraları masaya fırlatmaya başladı. Ondan sonra da divana gidip yattı.

      Her şeyi anlayan, ona bakıp duran Feyrüze ağlamaya başladı. Demek o biliyor. Arayıp bulmuşlar alçaklar.

      – Affet beni, Arıslan bağışla!… Kızımıza akşam çıkması için izin vermiştim. Sinemaya gitmek için sözleşmişler de.

      Neye, neye, Arınbasarov karısının ağlamasına dayanamıyor. Genellikle, kadınların kızların gözlerinde yaş görse gevşiyor. Şimdi de yattığı yerden kalktı ve Feyrüze’sinin omuzlarına sarıldı.

      – Bağışla beni, Feyrüze… Belki, sen de suçlu değilsindir. O çocuk; kafeste yaşayan bir kuş değil. Bugün olmasa, bu durum yarın olurdu. Ben, ben suçluyum. Profesör, ünlü biri, parası da çok olmalı. Hadi onun kızını kaçıralım… öyle mi?

      – Sağ salim olsun da çocuğumuz…

      Ondan sonra Arıslan Rehmetulloviç Üçüncü Şehir Hastanesine gidişiyle ilgili konuşmaya başladı.

      – …Delikanlıyı, kötü çiğnemişler, – dedi o, acı acı iç çekerek. Gözlerinde derin bir nefret parlıyordu. – Serseriler, ele geçecek onlar nasıl olsa. Ben polise de gittim. Bakanla da konuştum. Yardım ederiz dediler. E, o delikanlı, İlğuca, ben onu biliyorum, bizim öğrenci, çok iyi bir delikanlı, iyi de okuyor, konferansları dikkatle dinliyor. Her şeyi eksiksiz anlattı. Gülşan’ı kurtarayım derken arabanın altında kalmış.

      Feyrüze biraz sakinleşti.

      – O paraları… verecek miyiz yani?

      Arınbasarov elini salladı:

      – İş parada değil, karıcığım,