Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

– dedi sakallı. Birisi gece gündüz halka hizmet ediyor, ilim için çalışıyor, onu gören yok, diğerleri hazır olan şöhreti bölüşüyor, boynuna defne çelengi takıp dolaşıyor. Nerede burada hakikat? Niçin biz göremiyoruz? Sonra, hepimiz öncelikle, görevinde namuslu insanlar değil miyiz?

      – Açık konuş! – diye ses verdi Yamanharov. Kaznabayev yavaşça onun elinden tuttu, bir otur ya.

      – Açık mı? – Sakallı, Yamanharov’a uzun uzun baktı, diğeri hatta sandalyesinde döndü. – Açıkça söylemek gerekirse, profesör Arınbasarov’u teklif ediyorum. Burada onun kim olduğunu söylemek gereksiz…

      Bundan sonra toplantı iyice kızıştı.

      Biraz zaman geçtikten sonra, Elfiye Rehimovna’ya sahnenin arkasından bir not getirdiler. Orada şöyle yazıyordu: “Üçüncü Şehir Hastanesine çok acil olarak profesör Arınbasarov’u çağırıyorlar. Genç bir delikanlı ağır bir travmadan sonra ölmek üzere, onu istiyor…” Bu tuhaf notu ne yapacağını bilemeyerek bir süre bekleyen Sibeğetullina, toplantıyı durdurup, onu yüksek sesle okudu. Salon sustu.

      Bu haberi işiten Arıslan Rehmetulloviç rahat bir nefes aldı. Çıkıp gitmeden önce, öne geçmeden:

      – Yoldaşlar, sizin pek çoğunuzun heyecanını ben anlıyorum. Güven duyduğunuz için teşekkürler! Ama biliyor musunuz, milletvekili olmak Geyniyar Geynulloviç’in işi. Makama göre de böyle emredilmiş. Benim böyle şeylere vaktim yok. Affediniz!… – dedi ve çıkıp gitti.

      Altıncı bölüm, yani gizemli bir telefon

      Feyrüze Hesenovna, kocası gidince, yine bunaldı. Kendini nereye koyacağını bilemedi. Tabak çanak yıkamaya çalışıyordu, fincanı düşürüp kırdı. Kırıkları toplamıştı, masayı sileyim derken şişedeki sütü döktü. Sinirlendiği için ağlamaya başlayıp, pencerenin önündeki güllere su dökmeye başlamıştı ama yeni çiçek açmaya başlayan gülün dalını kırdı. Ondan sonra da “pat” diye oturuverdi. İçine bir şüphe düştü, yüreğini endişe kapladı. Daha çok da gül dalı endişelendirdi. Bu pembeleşip çiçek açan gülüne bakınca hep bir çilek gibi olgunlaşan kızını gözünün önüne getirmeye alışmıştı. Şimdi onun dalı kırıldı. Hayır, hayır kırıldı demek doğru olmaz. Feyrüze kendisi dikkatsiz davranınca büküp düşürdü. Akşam, yağmurlu akşamda, o biricik Gülşan’ını çabuk dönmesi için bile uyarmadan serbestçe gönderdi. O da, telefon çalınca “hop” diye fırladı. Babası da evde olmayınca temkinsiz davranmıştı o. Gece gündüz kitap üstünde yorulmuştur diye üzüldü. Arıslan’ı evdeyken böyle bir olay ortaya çıkmazdı. O katıdır. Ama işte, Feyrüze’nin elinden gelmiyor. Gülşan’ına bakıyor ve kendi gençliğini aklına getiriyor.

      Bir düşününce, Feyrüze çok şanslı biri. Sevdiği kişiyle evlendi. Çok iyi bir çocuk yetiştiriyorlar. Varlıklı bir hayat sürüyorlar. Her şeyleri var. O, işinden de memnun. Sağlık Meslek Yüksekokulunda öğretmen. Oraya işe gireli artık çok zaman geçmiş. Şimdi de Feyrüze gençliğindeki güzel bir olayı aklına getirdi.

      … Yaz tatili idi. Arıslan’ı Moskova’dan dönmüyor da dönmüyor. Feyrüze köyde, annesinin babasının yanında. Ama onun içi rahat değil. Yani, niçin çoktandır bir mektup gelmiyor Arıslan’ından. Şaşırmaktan yoruldu. Bahçeye çıkıp, gizlenerek gözyaşı döktüğü zamanlar da oldu. Bir de içine bir şüphe düşüyor. Kulağından, aynı sınıfta olduğu bir arkadaşının sözü gitmiyor: “Bak ona, dikkatli ol, Moskova’da Rus kızları kötü diyorlar, senin Arıslan’ın gibi esmer delikanlılara asılırlar, diyor…” Şakayla söylese de arkadaşı, Feyrüze’ye yetti. Düğme kadar olan şüphesi büyüdükçe büyüdü, gittikçe bir deveye döndü…

      Ama bir gün, bir iş bulup sessizce komşu kadına gitti. O, Feyrüze’nin kulağına: “Orada çok düzgün, yakışıklı bir delikanlı seni bekliyor, kızım. Birlikte okumuştuk, diyor…”

      Feyrüze’in yüreği “hop!” etti. Koşup gitmek istedi ama gücü yetmedi. Onların köyünün karşı tarafında bir dağ uzanmıştı. Halk, niyeyse ona Behittav (Şans Dağı) diyor. Onun eteğindeki çukurlukta neler yetişmiyor ki. Açlık yıllarında rızkı oradan sağlamışlar galiba. O baltırğan42, o köpşe43, o çilek, o kartopu…

      Behittav’ın köye çok yakın olan bir taş çukurunun dibinden fışkırarak bir pınar çıkıyor. Adı da çok güzel, Yırşişme (Şarkı Pınarı)! Ona gün boyunca farklı taraflardan güneş vurur, suyu ne zaman gelirsen gel, ışıldar, mavileşir. İçmeye doyum olmaz, soğukluğu dişini donduracak kadar. Ama en akılda kalanı, o, gece gündüz, bileği taşlarının üstünden zıplaya zıplaya çınlayan şarkısını yayar. Yanına yatıp dinlemeye başlarsan mı!… Aklın başından gider… O pınarın suyunu getirip semavere koydun mu, çayı da çok lezzetli olur. Artık pınara gitmiyorlar. Her evin önüne denilebilecek kadar tulumba koydular. Uzaklık da var tabi. Böyle olmasına rağmen, Feyrüze kovaları aldı ve omuzlarının başına köyente44 alıp Yırşişmeye gitti. Bunu gören komşu dedenin sesi duyuldu.

      – Hey, bu Feyrüze çalışkan ya, yine Yırşişme’ye suya gitti. Kendin gibi çalışkan bir adamla evlen!…

      Feyrüze, sokağın köşesinde duran Arıslan’ı görünce yüreği, kafesinden uçup çıkmaya hazırlanan bir kuş gibi, tak tak atmaya başladı. Mutluluktan gözünün önü perdelendi sanki, hiçbir şey görmez oldu. O, tam ters yöne yürüyor, dönüp bakmaya korkuyordu. Birisi fark etmesin de. Ne yapsa da, Yırşişme yanındaki fındık çalılığına ulaşsaydı. Sabrı tükendi kızcağızın. Arıslan’ı onun düşüncesini anlayıp, ardından gelse tamamdı.

      Önce çok hızlı yürüdü. Pınara yaklaşırken, adımlarını yavaşlattı. Yüreği seziyor, Arıslan’ı dolaşması gerekse de gelecek.

      Yırşişme’ye gelip fındık çalılığına girince ne görsün: Diğer taraftan onun Arıslan’ı kocaman kocaman adım atarak koşuyor ve ona gelmek için acele ediyor. Artık Feyrüze’nin dayanacak gücü kalmamıştı, iki kovasını birden attı ve ona doğru koştu. Ah, o tatlı dakikalar!…

      Feyrüze Hesenovna, bundan uzun yıllar öncesinde olan bu anı kendinden geçerek, gözlerini yumup hatırlıyor, bitmez tükenmez bir mutluluk duyuyordu. Galiba, insan, kırka kadar hayaller ve ümitlerle yaşıyor, sonra da bu hatıralarda sevinç buluyor.

      …Onlar böyle Yırşişme boyunda ne kadar kucaklaşarak durdular, şimdi aklında değil. Ama o gün Feyrüze pınardan su taşıdı. Arıslan’ı, köydekilere görünmemek için, kavağın dibinde yatıyor, ama Feyrüze her geldiğinde ya krep ya da börek taşıyor. Annesi fark etmez olur mu hiç, kızının mutluluk dolu gözlerine bakıp anlamıştır, muhtemelen. Sonra kendisi yardım etmeye başladı.

      – Ben seni götürmeye geldim! – dedi Arıslan, kendinden geçerek Feyrüze’nin kara gözlerine baktıktan sonra. Kız, yakındaki pınarın sesini çıkararak, kikir kikir güldü.

      – Git, deli, – dedi, yanındayken hep sıkıca yiğidine yaslandı. – Biraz sabret. Anneme, bahçedeki işlerine yardım edeyim…

      İkisi de rahatlayıp gülümsedi. Arıslan görüp konuştuktan sonra gitmek istemişti, Feyrüze onu bırakmadı. İlk defa bir gece onlarındı. Kavağın dibindeki yeşil çimen onlara döşek oldu, yıldızlı gecenin boz havası pamuk yorgan… Bu gece Feyrüze Hesenovna kadın oldu. Gülşan’larının bu hayata yolu, o Yırşişme’de başladı. Çok geçmeden de düğün yaptılar…

      …Birden