Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

profesör Arınbasarov’u… çağırın!..

      Hastanın yanında dikilen doktor da, yeniden gelen hemşireler de, hatta polis yüzbaşı da yanlış duymadık değil mi, – diye şaşırdı. Hemşireler fısıl fısıl kendi aralarında konuştular:

      – Bu delikanlı, Arıslan Rehmetulloviç’i istiyor, değil mi?

      – Evet, onu istiyor.

      – Bir yönetici çocuğudur?

      – Oo, yönetici çocuğu olsa, çoktan arayıp ortalığı ayağa kaldırırlardı.

      – Orası öyle yani.

      – Niye, bizim cerrah da iyidir, düşüp kalanlardan değildir.

      – Öyle de, profesörün de iyisini istediğine göre bir şey vardır.

      – Aa, bitti mi yani dünyada eş dost falan.

      – Yok, arkadaşım, Arıslan Rehmetulloviç öyle biri değil. Günahını alma. Onu bütün cerrahi bölümünde ölesiye seviyorlar…

      – Evet, profesörün elleri altın.

      – Elleri mi diyorsun sadece, yüreği de altın onun, yüreği!

      – Elbette, çok bilim adamı yetiştirdi. O, mikrocerrahi okulu kurdu bize. Ta neredeki ülkelerden tecrübelerini paylaşmaya geliyorlar bize.

      – Ay, Allah’ım, benim arkadaşım anlattı, bir sabiyi getirmişler, diyor. Annesi pancar çapalıyormuş, çocuğu da mısırların arasında oynuyormuş. Biçerdöver de çalışıyormuş. Biçerdöveri görmemiş. Sabi, iyi ki biçerdöverin bıçaklarının arasına girmemiş. Durdurabilmiş diyor biçerdöveri. Kolunun dirsekten aşağısı kopmuş. Bu sabiyi helikopter ile gidip almış, ameliyat yapmışlar. Kopan kolu, soğutucu bir kutuya koyup dönmüşler, diyor.

      – Öyle ameliyatlar uzun mu sürüyor?

      – On mu, on bir saat mi demişlerdi o zaman. Profesör kendisi yaptı, diyor. Bütün öğrencileri bakmış. Ameliyattan dinlenmeye de yemek yemeye de çıkmadı diyor. Biliyor musun, canım, şimdi o sabinin eli çalışıyor, diyor. Dikilen elinde iz bile kalmayacakmış.

      – Git, ya?

      – Evet, çok geçmeden alıp gidecekmiş annesi babası.

      – Ha, Arıslan Rehmetulloviç’i öğrencileri de seviyor. Onun derslerinin kendisi bir zenginliktir, diyorlar.

      – Ah, bize yetişmedi ki… – Hemşireler üzüldü ama birbirlerini sakinleştirmek için acele ettiler:

      – Tamam, arkadaş, güze iyice hazırlanarak, okumak için enstitüye kesin gireriz ve rahatça profesörün derslerini dinleriz.

      İlğuca’nın baş ucunda duran doktor kadın, hastanın sakinleştiğini görüp yeniden sordu:

      – E… bizim cerrah olmaz mı yani?… O da çok iyi bir bilim adamı…

      İlğuca şu anda dünyaya, tamamen zihni açık bir şekilde bakıyordu:

      – Abla, lütfen, bana profesör Arınbasarov’u çağırınız…

      Odada duran herkes birbirlerine şaşırmış bir hâlde baktı.

      Beşinci bölüm, yani profesör güven gösterdikleri için bağışlamalarını rica ediyor

      Saat üçü on dakika geçmişti ama toplantı hâlâ başlamadı. Halk şaşkınlıktan uğuldamaya başladı. Toplantı salonu dopdolu, bu zamana kadar böyle bir şey olmamıştı galiba.

      Arıslan Rehmetulloviç, suratı asık bir şekilde, en arka sırada oturuyor. Niye çağrıldığını daha önceden bilseydi, ayağının tekini bile basmazdı. Milletvekilliğine aday gösterme toplantısıymış, katılımın yeterli olması gerekiyormuş. Nesine gerek ki şimdi bu milletvekilliği Arınbasarov’un. Halka böyle de hizmet ediyor, bütün ömrü bunun için kurulmuş desek de hata olmaz. Şu anda Moskova’daki sempozyumda bulunması da bu kişiler içindi. E, birine, herhangi bir yerde, herhangi bir zaman, herhangi bir kuruma, kolhoza veya sovhoza40 gaz vermek için boru ya da pilorama41 bulup vermek için mi, hiç olmazsa bir okul ya da mağaza yapmak için mi; ama bunların hepsini herkes yapabilir. Arınbasarov böyle ufak tefek şeyler için kendini harcamayacak. Şu anda o, şöyle bir karara vardı: Toplantıda duracak ama akşam uçağıyla Moskova’ya yeniden uçacak. Bu karara, o ta sabahleyin varmıştı. Kaznabayev’i, başhekimi, görmeden gitse hoş olmaz diye düşündü. Uğrayıp bu kararı söyleyip gitmekti niyeti. Şansından, kabul etmeye vakti olmadı. Sonra, Arıslan Rehmetulloviç sevindi, çünkü telgrafı çeken kişi bulunmadı. Anladığı kadarıyla, gençler karıştırmış galiba. Bir taşla iki kuş; toplantılarını görüp, konuşma yapanları dinleyip, biraz da dinlenip gider. Ama niye hâlâ toplantıya başlamıyorlar?

      Hastanenin Parti Teşkilatı Sekreteri Sibeğetullina bir saate bakıyor, bir kapıya, yerinde oturup sabredemiyor. Kimi bekliyorlar ki? İşte ateşe basan kedi gibi, Yamanharov yürüyor. Arıslan Rehmetulloviç o anda anladı: Başhekim Kaznabayev gecikmiş. Baksana ne kadar zaman geçti, bir kişiyi beş yüz kişi bekliyor. Arınbasarov, birilerinin elini sıkarken bu yüzden başını salladı.

      Profesör, yine sahnedeki Sibeğetullina’ya dikkat etti. O, ne yapacağını bilemiyor, zavallı. Kâh kâğıtlarını karıştırıyor, kâh bir iş bulmuş gibi sahne arkasına çıkıp dönüyor, birileri ona sorular yağdırıyor, bunlara cevap vermeye çalışıyor. Arıslan Rehmetulloviç düşünceleriyle Sibeğetullina’nın öğrencilik yıllarına döndü. Son sınıfta okuduğundaydı galiba, onu atmışlardı. Suçu neydi ki? Güya, rektörün izni dışında, köylü bir delikanlıyı sevmiş, hamile kalmış…Evet zamaneler… Evlenemiyorlar da, delikanlı şoför olarak çalışıyor, yanlışlıkla bir kişiye çarpıyor ve onu beş yıla mahkum ediyorlar. O zamanlar Arınbasarov doçentti, ama Sibeğetullina’yı kurtarmak için, daha doğrusu, okumaya devam ettirmek için, çok uğraştı. Burada şimdi onun adını aklına getiremiyor. Kimdi ya? Hayır, hepsi de aynı değil mi yani… En önemlisi, bu yetenekli öğrencinin beladan kurtulmasına yardım etti. O şoför parçası da beş yıl yerine, aftan faydalanıp, sadece iki yıl yatıp çıkmış diye duyuldu. Düğünlerine gidemedi Arıslan Rehmetulloviç, tekrar tekrar çağırsalar da. Şimdi kocası, bu hastanede “Ambulans”ta çalışıyor galiba. Sibeğetullina yetenekli bir doktor… Eh, böyle olanların hepsine de zamanında yardım eli uzatmak mümkün değil ki. Şu anda bile bakarken sinirlendi.

      – Sibeğetullina! – diye seslendi o, salonu aşarak; o elbette duymadı, ama ünlü profesörün haberini ulaştırmaz olurlar mı hiç? Birisi gidip söyledi. Salon boyunca aramaya başlayınca, profesör ona işaret etti.

      – Elfiye Rehimovna, bu tarafta! – Yardımcı da bulundu. Arınbasarov’u görünce, yanına gitsem mi gitmesem mi diye biraz tereddüt etti. Ondan sonra profesörün sözünü kırmanın uygun olmayacağını düşünerek sahneden indi. Yaşı otuza yeni ulaşan Sibeğetullina, kız gibi güzeldi. Uzun topuklu ayakkabılarıyla boyunu posunu alımlı gösterip, kalçalarını bir oraya bir buraya sallayarak yürüyor… Arıslan Rehmetulloviç onun gençliğine büyülenerek bakıyordu. Bembeyaz yüzlü, kocaman kara gözleri olan, nefis çeneli bu kadının en büyük zenginliği, konuştuğunda pırıl pırıl görünen mercan dişleri olduğunu hatırlıyor profesör. Kalın, siyah saç tutamlarını yüksekte toplayıp tepesinde bağlamış. Siyah takımlı. Göğsünde İlçe Sovyeti milletvekilliği rozeti. Bunlar onun yüzüne, görünüşüne bir sertlik hatta kibir vermiş gibi.

      Gelip Arıslan Rehmetulloviç’in elini sıkarken, Elfiye’nin yüzünde samimi bir gülümseme oluştu, ama nedense o, suç üstünde yakalanmış bir çocuk gibi