Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

damlalar çıkmıştı.

      Uçağa geç kaldılar. Bavul gitti. Ama, ağlamaya da öpüşmeye de doydular, sonra yeni sefere bilet alamayınca da Feyrüze gişenin karşısında ağladı. Üzülüp, Moskova’ya bir bilet bulup vermişlerdi.

      Arınbasarov gülümseyerek, memnun bir hâlde dikiliyordu. Karısı bunu, başını kaldırıp bakmasa da sezdi.

      – Niye gülümsüyorsun? – dedi, kendi vücudu yay gibi sertti.

      – Havaalanını hatırladım, – dedi Arınbasarov, karısının başını göğsünden ayırıp. – Niye yoksa dönmeme sevinmiyor musun? Baksana, bak, gözlerin kızarmış. Sana ağlamak yakışmıyor karıcığım.

      – Ben sadece böyle… böyle… Şimdi biter, – Feyrüze acele ederek örtünün ucuyla gözyaşlarını sildi. – Zamanın değilse de, dönse keşke diye dilemiştim.

      Onlar salona geçti. Feyrüze hemen çay yaptı. Kocası tıraş olurken:

      – Özledin de mi yani? – diye şaka yaptı. Mutfaktan bakan Feyrüze’si şakayı kabul etmedi.

      – İşten telgraf göndermişler– diyerek konuya başladı Arınbasarov, diplomat çantasını boşaltırken. Bu sana, Fransızların çıkardığı markalı bir parfüm! E, bu da Gülşan kızıma… Gül-şan’ıma… – O, karısına doğru baktı. – Onu uyandırmayalım mı yani? – Ondan sonra kendisi cevap verdi.– Tamam, sınavları başlayacak, biraz uyusun, dinlensin. Onun için ayakkabılar… İşte! Hindistan’dan getirmişler. Artık bizim ülkeler arasında da alışveriş iyileşiyor. Sempozyumun yapıldığı yerde sattılar. – Bu sözlerle o, masaya parlak, süsleri olan beyaz ayakkabıları koydu. Daha çok da ayakkabının üzerindeki küçücük mavi çiçekler cezbedip kendine çekiyordu. Feyrüze de deminki hislerini unutup tamamen çocuklara benzeyip ayakkabıları eline aldı.

      – Çok güzel yapıyorlar şimdi! – diyerek büyülendi, dayanamadı, birisini giyip bakmak istedi, ama onu kocası engelledi.

      – Bıraksana ya, topuklarını kırarsın… Senin ayağın daha büyük.

      Divanda ayakkabının tekini tutarak biraz düşündükten sonra Feyrüze konuştu.

      – Arıslan kızma tamam mı! – dedi, o yine kedere battı. Arınbasarov dikkat kesildi.

      – Ya ne oldu? Deminden beri ben seni anlamıyorum, karıcığım!

      – Olmadı da o…

      – Sonra, niye böyle sulu gözlü oldun?

      – Kızmamaya söz veriyor musun?

      Arınbasarov sinirlendi.

      – Veriyorum veriyorum, çabuk söyle. Çünkü benim kliniğe gitmem gerek sekize kadar. İşte, telgraf çekmişler… Mavi kâğıt Feyrüze’nin elinden yere düştü. O, onu uzanıp almadı. Kocası bu sessizlikten faydalanarak kliniğin garajına telefon etti. Alo! Alo, merhaba! Evet, ben, teşekkürler, nereden tanıyorsunuz. Şey, yoksa telefon görüntülü mü? Olur olur, o zamana kadar geliriz. Evet, anladım, haber vermemiştim de. Tamam, bir ambulans gönderiniz!…

      Arınbasarov ahizeyi bıraktı ve yavaşça kalkıp, Gülşan’ın odasına yöneldi. Bunu gören Feyrüze, kâğıt gibi bembeyaz olup fırladı, hatta kocasına birden bağırdı:

      – Arıslan!… Şey yani… Kızımız… dönmedi… Feyrüze tekrar ağlamaklı oldu ama bu sefer dayandı. Dün o İlğuca’sı ile sinemaya gitmişlerdi. Gece boyunca bekledim, gözümü kırpmadım. Gece boyunca şimşek çaktı, gök gürledi… Yıldırım düştüğü zamanlar da oldu… Korkuyorum. Dönerken, yoksa… yıldırım falan mı çarptı ki? Arkadaşlarına telefon etmeye de çekindim. Adı çıkmasın, dedim. Böyle bir alışkanlığı olmayınca yani… Ondan sonra ümitlenerek konuştu. Belki, buraya şimdi dönüp gelir… Çok yağdı yağmur, kovalarca…

      Arınbasarov ne yapacağını bilemedi, bir uçtan bir uca yürüdü. Karısını nasıl avutacağını da bilemedi. Pencerenin önünde biraz düşündükten sonra sordu:

      – Ya, telefon kiminle ortak? Telefon etmedi mi?

      Mutfakta, çay hazırlamakta olduğu yerden gelen Feyrüze, kocasından gözlerini kaçırdı, sanki, bu durumdan o suçlu.

      – Telefon etmedi ki.

      – İşte gördün mü, karıcığım, – Arıslan’ın yüzünde bir sertlik oluştu. – Hep söylüyorum sana, fazla şımartma diye. Yok… – Ondan sonra ayakkabıları kutusuna koyup masanın üstüne bıraktı ve şöyle dedi:

      – O delikanlıyı biliyorum, benim öğrencim. Onunla olsa, daha ne istersin.

      Feyrüze o anda, son samana tutunmaya çalışan boğulan biri gibi bir nefeste:

      – Biri, iki kez telefon etti, – dedi.– Ama sesi duyulmuyordu…

      Bu haberden sonra Arınbasarov sakinleşir gibi oldu:

      – Onlar bozuk bir telefon kulübesinden aramışlardır. – Kapının önünde, kısa bir araba kornası duyuldu. Arınbasarov acele ederek masaya çay içmeye oturdu. – Tamam karıcığım, iyiye yoralım. Sen şimdi işe gitme, telefon edip konuş da… Dönmesini bekle… E, kalanını da akşam konuşuruz.

      Çok geçmeden, profesör Arınbasarov arabada hastanesine gidiyordu.

      Üçüncü bölüm, yani hayale doğru bir adım

      Cerrahi bölümü ülkenin en büyük kliniklerinden sayılıyor. E, bu en büyük kliniğin başhekimi kim? Kaznabayev, ilim doktoru. Profesör, Başkurdistan’ın ünlü doktoru… Çalışma odasındaki aynanın önünde kravatını düzeltirken Geyniyar Geynulloviç bunları aklından geçirdi. Düşüncelerinden memnundu o, gayriihtiyari gülümsedi. E, niye gülmesin, Kaznabayev bir yerlerde devrilmiş duran biri değil. İşte böyle. Kaznabayev’i artık, Yüksek Şurâ yöneticilerinden başlayıp ücra köylerdeki sıradan bir kolhozcuya38 kadar herkes biliyor. Hatta geçenlerde siyasi eğitim binasında yapılan cumhuriyet etkinliğinde Bakanlar Kurulu Başkanının birinci vekili elini sıkıp gitti.

      – Gerekirse, Geyniyar Geynulloviç, gelin, biz yabancı değiliz, – dedi.

      Tabi, Kaznabayev hiç şüphesiz gidecek. Boşuna mı o, birinci vekilin kız kardeşini, yok yerden kadro açarak, işe aldı. Evet, evet… E, işte birinci vekilin yanındaki kimdi ki? Niyeyse birden aklından çıktı gitti. Kalın kaşlı, mülayim yüzlü bir Rus’tu. E, evet, yanılmıyorsa sendikalarının İl Sovyetinin yeni başkanı idi. Evet, evet o! Burada onunla arayı sıkı tutmak gerek… Bütün izin belgeleri, diğer kolaylıklar onun elinde. Geçenlerde bir adam müsveddesini işten çıkarmak istediğinde ne kadar sıkıntı çekti. Sendika karşı çıkıyor… Kanun onların lehinde…

      Kaznabayev memnun bir hâlde, parlayan simsiyah saçlarını arkaya taradı. Artık o, kırk sekiz yaşında. Onun için hayat yeni başlıyor. Mevki sahibi, yakışıklı, dört dörtlük.

      Gerçekten de Kaznabayev’in dış görünüşü çok erkeksi, her kadını âşık edebilecek kadardı. Birleşerek yükselen kara kaşlar, düz sivri bir burun, toparlak dudaklı bir ağız, biraz kibir belirtisi ortaya çıkaran kare bir çene ve keskin bakışlar… Bunlara onun insanın içine işleyen yumuşak konuşmasını, sohbet edişini, sevgi göstererek güvenilir ağır yürüyüşünü de eklersen, Kaznabayev’in doğuştan insanlarla çalışmak için, yönetici olmak için yaratıldığına inanmaktan başka bir çaren de yok. Ağzı altın diş dolu. Öğrencilik yıllarının hatası işte. Birinin dolaştığı bir kızı almak istemişti ama kızın sevgilisi boksör çıktı. “Eh, yakışıklı delikanlı,