Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

Gülşan – diyerek acımaktan başka bir şey yapamadı yiğit.

      E, bu, göz açıp kapayana kadar oldu: Onun Gülşan’ını peltek aniden çamurlu yere yatırdı. Kız debeleniyor, ama kaçmasına imkân yok. Görüyor İlğuca: Vadik denileni, sarhoşluktan sallana sallana, pantolonunun kemerini çözüyor. Ya yer yarıldı ya da göğe yükseldi onu İlğuca hatırlamıyor, bu ana kadar hiç olmadığı kadar öfkeli bir sesle bağırdı:

      – Dokunmayın ona!! Dokunmayın!… Beni asın, beni öldürün, gerekirse beni kesin, tek ona dokunmayın! – İlğuca ya ağlıyor ya da bağırıyor, kendisi bile onu anlayabilecek hâlde değildi. Bağlı olsa da, sarhoş Vadik’in yoluna boylu boyunca düştü, diğeri bunu beklemiyordu, sonra, birden itti, düşen İlğuca’yı Gülşan belinden kucaklayabildi, tekmelense de o, sevdiğine o kadar sıkıca yapışmıştı ki, vinçle bile çekip alınabilecek gibi değildi. İlğuca kurtulmak için bir yol aradı. – Ben size ne isterseniz veririm, – diye bağırdı gitgide kısılan bir sesle. – Sadece bizi bırakın! Dokunmayın bize, biz birbirimizi seviyoruz! Anlıyor musunuz? Seviyoruz! Bize birbirimizden başka dünya yok. Dünya yok!… – Bu kadar yalvardığına kendisi bile şaşırdı çok üzülen delikanlı. Ondan sonra ne kadar gücü varsa o kadar güçlü bir şekilde üstlerine doğru gelen pelteğe bağırdı.

      – Gi-it, yaklaş-ma, gel-me gel-me-e!!. Ha-şe-re-ler. Öl-dürü-rüüm!!!

      Aslında nasıl öldürecek ki, bağlı. İşte bu çaresizlikten söylenen endişeli sözden gök kubbe mi çalkalandı yoksa kare bina tarafına bir arabanın gitmesinden mi şüphelendiler, Gülşan ile İlğuca’yı ayağa kaldırdılar.

      Bu ana kadar konuşmadan sadece kenarda duran iki kişiden birisi, güvercin sesi çıkararak hastalanmış gibi bir sesle konuştu:

      – Hey, centilmenler olmuyor ki böyle, bunun gibi bir kızı çamurda yatırmak olmaz. Pamuk döşekler bitti mi ya? Olmaz, olmaz!… Haydi kavalyenin ellerini çözün!

      Peltek bu emri “ha” diyene kadar yerine getirdi. Hatta Vadik denileni Gülşan’ın eteğini de çırpmayı düşündü, eli çözülen İlğuca ona vurmaya yeltenip bağırdı:

      – Yaklaşma diyorum! – O, şu anda kendisini kontrol edemiyordu.

      – Sakin, sakin davranın centilmenler! Birbirimize hürmet etmemiz gerek!… – deyip memnun bir şekilde kahkaha attı güvercin sesli. – Kavalye doğru söylüyor, yaklaşma, onun mülkiyeti yani. Bir kez daha kulağına sok; kim, yiğit doğru bir laf etti. Ne istiyorsanız, onu veririz, dedi. Doğru mu, gençler, yanılmıyorsam? Kavalye, sen de doğrula şimdi!

      İlğuca’ya baş sallamaktan başka çare kalmadı.

      Uygun bir zaman bulup, üstündeki kısa kollu gömleğini çıkardı ve tir tir titreyen Gülşan’a hemen giydirdi. Diğerleri seslenmedi, bundan faydalanarak İlğuca, Gülşan’ı omuzlarından tutup, yavaşça kendine çekiverdi. Bunların pençelerinden nasıl kurtulmak gerek. Oraya şimdi…

      O anda peltek kenarda duran güvercin sesliden sigarasını yaktı.

      – Evet, doğyu tahmin ediyo-sun şef! – diyerek geri döndü.

      – Evet, aferin! Bu kavalyeyi ben çok beğeniyorum. Haydi onları ışığa alıp çıkın!

      Hâlâ yağmur çiseliyor, ancak metruk garajdan aydınlığa çıkınca, İlğuca da Gülşan da birazcık nefes aldı. Ne de olsa, buradan kaldırımın arası yakın. İlğuca içinden düşünüyor: “Ne yapacaklar ki şimdi? Boş yere göndermezler. Gülşan’ı nasıl kurtarmak gerek. Kendim neyse…”

      Telefon kulübelerinin sıralandığı tarafa çıkınca, o dört kişiden ikisi arkada kaldı. Durup konuşuyorlar, bir kurul kurmaya başladılar. Birisinin bile yüzü görünmüyor. Buradan kalkıp koşsalar da olurdu… İlğuca dikkatlice arkasına dönüp baktı. Hayır, peltek çok yakında duruyormuş. Eline de bir sopa ya da bir demir parçası almış.

      Ses duyuldu:

      – Kavalye, bozukluğunuz var mı?

      – Yok, İlğuca özellikle cebini uzun uzun yokladı. Gerçekten de, para bulunmadı. Diğerlerinden birisi onlara bozukluklar fırlattı. İlğuca onların parlayarak ayaklarının dibine düştüğünü fark etti ve bir plan kurdu. “Polise telefon etsek? Yok, fark edecekler… Yeni bir tuzak kuruyor bunlar…”

      Gülşan’ın gözlerinden hâlâ yaş akıyordu. Yoksa saçlarından düşen yağmur damlaları mı?

      – Dayan biraz… – dedi İlğuca, ona bitmez bir sevgiyle bakarak. Onun deminki görüntüsünü gözlerinin önüne getirince içi ürperdi. Kızcağız sakinleşir gibi oldu.

      Güvercin ses, yeniden homurdandı.

      – Kavalye sen dürüst birine benziyorsun. Bütün güven de sende. – O biraz düşündü ve devam etti. – Tabi senin bize, kavalye, ihtiyacın yok böyle. Görünüyor, öğrencisin. Ağzını açınca öfken fışkırarak tören yapıyor. Sen leşini çıkarttırmak istiyorsun. Ama ağabeylerine leş lazım değil. Onlar buna alışmamış. Anladın mı kavalye!

      İlğuca, Gülşan’ın tir tir titrediğini hissediyor. Ya sağ tarafa, ya da kaldırım boyunca, el ele tutuşarak kaçsalar mı? Belki de Gülşan’a kaçmasını söyleyip kendisi de bu haşerelere karşı mı gelmeli yoksa? Ama göz ucuyla görüyor: Onlar duvar dibine kıstırılmışlar. Yakında, silahlanan peltek, sağ tarafta Vadim dedikleri. İşte sol tarafa da bu zamana kadar tek bir söz bile söylemeyen dördüncü yiğit gitti. Ancak, çok da geçmedi, bir yerden beyaz “Ciguli” gelip durdu, içinden çıkmadan, arabasını homurdatarak beklemeye başladı. “Gitmeyi mi düşünüyorlar?” Bu düşünce İlğuca’nın içini ısıttı, ama güvercin sesli arabanın içinden şapkasını alıp giydi ve yaklaştı. Yüzünü sakal bıyık basmış, bunun için o tanınacak gibi değil. Sadece Gülşan onun bir hareketine dikkat etmiş.

      – Baksana, – diye fısıldıyor o, biraz sakinleşmiş gibi yaparak, bunun zaman zaman başı bir tarafa kayıyor.

      İlğuca da buna dikkat etti.

      – Muhtemelen başlarıdır.

      – Yoksa bağırsak mı? – deyip ikilemde kalıyor Gülşan, İlğuca’nın gözlerine bakarak.

      – Bağırdığında ne olacak. Bizi kim duyacak ki… – Delikanlı tereddüt ediyor. – Belki giderler…

      O anda peltek dile geldi.

      – Hey, büyükley konuştuğunda dinlemek geyek ya. Dikkat etmiyoysunuz. Olmuyoy.

      Başları, sözüne devam etti.

      – … Yanılmıyorsam, kavalye bize güzel bir haber söylemişti. Öyle mi?

      İlğuca söze katıldı.

      – Neyi kastediyorsunuz ki?

      – Neyi demek de ne, genç adam, senin titreyen ağzından çıkmıştı ya. Ne gerekiyorsa onu veririz, dedin. E, biz de bunu beğendik. Bizi ilgilendiren bu küçük hanım, ünlü cerrahın, profesörün kızı. Ünlüymüş, demek ki zengin de o.

      Gülşan dayanamadı

      – Ne, ünlüymüş, yoksa profesörler altın çıkarıyor diye mi düşünüyorsunuz, rezil!

      Bu kez Vadim denileni birden yaklaştı.

      – Tek dur, küçük hanım, sana söz verilmedi! Bizim şef böyle aksilikleri sevmez. Yoksa o garaja tekrar alıp götürmek gerekecek seni. Kolay kurtuldum diye övünme. Ben biraz ıslansam da her zaman hazırım.

      – Sen faşistsin! – Gülşan sabredemiyordu. Bu kez söze peltek katıldı.

      – Vadik