Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

kol saatine baktı ve koltuğuna gelip oturdu. Masasının başka bir çekmecesinden Cumhuriyet gazetesinin seçim hakkındaki durumunun basıldığı sayıyı çıkardı. Yamanharov gelene kadar bunu gözden geçirmek istedi.

      …Selektör başhekimi hayal dünyasından çıkardı. Roza’ymış, yumuşak sesi yankılandı:

      – Geldi, Geyniyar Geynulloviç.

      – Kim? – Başhekim önce şaşırdı, ondan sonra hatırlayıp, soğuk bir şekilde seslendi. – Girsin!

      Yamanharov, zayıf, uzun boylu, kamburumsu, kalın camlı gözlüklerinden ne düşündüğü hiç anlaşılmayan, ince burunlu, dar alınlı, kırk kırk beş yaşlarında biri. Hastane koridorunda ya da sokakta o kimseyle selamlaşmaz, bunu da gözlerinin iyi görmemesine yordular. O, hep şikâyet eder, hiçbir işten de memnun değil, toplantılarda ilk sıralarda yer alıp tenkit ederek konuşmalar yapar, buna rağmen, nedense hastanede onu Hizmet Topluluğu Birliğine başkan olarak seçtiler. Yöneticilere alternatif bir teşkilat oluyor yani. O doçent olsa da, bulaşmadığı iş yok. Enstitüde konferanslar veriyor. Ama artık öğrenciler eskisi gibi değil; sertleştiler. Geçenlerde bütün tıp fakültesi Yamanharov’un derslerinden vazgeçince, Kaznabayev’in de işe karışması gerekti. Rektör Fehriyev’e telefon etti. Göz göre göre iyi birini nasıl devre dışı bırakıyorsunuz? Ondan sonra, iyi mi kötü mü, Yamanharov başhekim Kaznabayev’in asistanı oldu. O artık kendisine yakın bulduğunu gizlemiyor, zamanı geldiğinde, teşekkürlerini bildirmeye hazır duruyor. Zor ameliyatları kendi üzerine almıyor, ama STK’nin işini çok iyi yapıyor. Onun her zaman tüm kâğıtları da önceki düzenindedir.

      – Haydi geç, otur, Samat. – Başhekim özellikle “Safaroviç” demedi. İki elini uzattı. – Burada senin görüşün gerekti. Sen de biliyorsun, ben her zaman senin yardımına muhtacım.

      Bu sözlerden sonra Yamanharov rahatlayıp gülümsedi, hatta uzun ellerini nereye koyacağını bilemedi.

      – Teşekkürler, Geyniyar Geynulloviç, böyle değer verip çağırdığınız için, – dedi sekreterin getirdiği kahveyi içerek. – Siz benim ömür boyu öğretmenimsiniz.

      – Unutmadığın için aferin. Sen iyi birisin. Biliyor musun niye çağırdım?

      Yamanharov dikkat kesildi.

      – Şu ana kadar hayır. – Ancak, masada duran gazetenin seçimle ilgili durumunun basıldığı sayfanın açık olduğunu da fark etti. Gözlüğünü sildi, bir kez daha göz gezdirdi. Bunu fark eden başhekim özellikle ona engel olmadı, kaykılarak oturdu. Dinleniyor sanki. Ondan sonra birden sordu:

      – Sana ailenle iki odalı bir dairede yaşamak yeter artık. Sen ne düşünüyorsun?

      Samat Safaroviç kızardı, gözlüğünü çıkarıp, uzağı görmeyen gözleri ile başhekime doğru baktı.

      – Siz ne derseniz öyle olsun, Geyniyar Geynulloviç. Ben şey…

      – Öyleyse, anlaşıldı. – Kaznabayev, bu iş bitti demeyi anlatmak için avucu ile şap diye cilalı, siyah masaya vurdu. Gazeteyi de özellikle kenara koydu.

      – Ha, bir de, bu toplantı ne zaman olacak? Burada, seçim durumunu öğrendim…

      – Bugün, Geyniyar Geynulloviç, saat üçte. İşte, halkı toplamak gerek. – Samat Safaroviç, gitmeye hazırlanan biri gibi, acele ederek gözlüğünü taktı.

      Kaznabayev öfkelenir gibi oldu.

      – Hm-m… hm…m… İnsanlar ta nerelerden Moskovalardan duyup dönüyor. E, biz ne, işle uğraşıp, bilmiyoruz bile. Söyleyen danışan biri de yok…

      Yamanharov bu sözlerden sonra birden parladı.

      – Yok, Geyniyar Geynulloviç, niçin söylemiyor diyorsunuz. Akıllım… e – e… Roza biliyor, o, dün size söyledim, dedi. Ben ona hemen sorayım. Öyle halledilecek bir iş değil. Olmaz ama. Biz burada çoluk çocuk da değiliz. Yamanharov hareket etmeye başlayınca, başhekim onu sakinleştirdi.

      – Ya, tamam, yorulma! Gerçekten de, söylemişti galiba. Bu işte başın ağrır. Öyle mi? – Düşündükten sonra yine konuştu. E, e… kimi aday olarak göstermeyi düşünüyorsunuz? Sadece STK değil, ben de bileyim.

      Bu kez Yamanharov memnun bir hâlde gülümsedi.

      – Geyniyar Geynulloviç, bizim adayımız tektir. İşte, durumu da iyice öğrenin. Sizin için de gerekli olacak…

      Bir süre sonra bu iki kişi birbirlerini konuşmadan anlayarak büyük bir memnuniyetle gülümsediler.

      – Öyleyse, – dedi Kaznabayev, sözü yuvarlar gibi yaparak, – size, sizin isteklerinize karşı gelmek olmaz ki. Siz halksınız, topluluksunuz… Sadece şey, Samat, senin, kendi başına, Parti Komitesi sekreteri ile ilişkileri açıklaman gerekir mi? Çok partili bir sistem olsa da, bizde Komünistler Partisi yani. Hesaplaşmadan olmaz. Öyle işte. Ama sendika?…

      Yamanharov arı sokmuş gibi fırladı.

      – Yok, yok, Geyniyar Geynulloviç, insiyatif sadece onlarda ve bende. Gerekmez! Bu da bizim küçük sırrımız. Saat üçte buyurunuz. Yamanharov geri geri kapıya doğru yürüdü. Başhekim elini sallarken, diğeri de kara kapının ardında kayboldu.

      Kaznabayev rahatlayıp, koltuğunda bir süre oturduktan sonra Roza’yı çağırdı.

      – Akıllım, diğer toplantılar olmayacak, saat üçte toplantı yapılacakmış, – dedi. Ondan sonra birden aklına geldi. Arınbasarov gelsin!

      Sekreter avuçlarını iki yana açtı:

      – O… gitti… Beklemedi….

      – Üzücü, çok üzücü, akıllım. Ya, tamam kendisi bilir.

      Roza hâlâ çıkmamıştı.

      – Ya, ya akıllım başka ne var?

      – Ben Arınbasarov’a gönderilen telgrafa göz atabildim. Orada “topluluk” diye yazılmış, acil gelmesini rica etmişler. Soruşturup baktım kimin çektiğine, hiç kimse bilmiyor.

      Kaznabayev memnundu.

      – Tamam, akıllım, git. Sağ ol, – deyip oturdu kaldı.

      Dördüncü bölüm, yani, ne ölü ne diri olan İlğuca profesörü istiyor

      İlğuca hastanede gözünü açtı. Önce hiçbir şey anlamadı. Beyaz döşemeler, beyaz duvarlar… Nerde yatıyor ki o? Başı sıkıca, beyaz bir sargı ile sarılmış, sağ kolunu da hareket ettirebilecek gibi değil. Bütün vücuduna nedense belirsiz bir sızı yayılmış, kıpırdayamıyor bile. Ne olmuş ona?

      Yanına beyaz önlüklü bir kadın gelince, kendisinin hastanede olduğunu anladı. E, niçin yatıyor burada? Onun enstitüde derste olması gerek. Çok geçmeden de imtihanları başlayacak.

      – Uyandın mı, delikanlı? Böyle olunca bizim işler zor değil.

      Ne kadar yumuşak bir ses. İlğuca uzun bir süre bu mülayim kadına doğru baktı. Ondan sonra birden sordu.

      – E, ben burada niçin yatıyorum? – Sesi inleyerek çıktı. Doktor onun kalbini dinledi, tansiyonunu ölçtü, ondan sonra da çarşafla örttü.

      – Ne ölü ne diriydin kardeşim, artık korku geride kaldı.

      – Nasıl yani, ne ölü ne diri?..

      – Onu da artık kendine sormalısın.

      O anda omzuna bir önlük örtmüş olan polis kıyafetli bir erkek geldi. Önlüğünü çekip düzeltirken onun apoletlerini gördü: Yüzbaşı.

      Sandalye alıp, İlğuca’nın yanına yaklaşarak geçip oturdu. Doktor