Dinis Bülekov

Ömür Tektir


Скачать книгу

gideriz…

      Bir erkek sesiydi bu. Vay utanmaz. Feyrüze sinirinden ağlamaya başladı. Niye şimdi ona şaka yapıyorlar? Yoksa şimdikilerin şakaları böyle mi oluyor?

      – Kimsiniz? – diye bağırdı ahizeye Feyrüze, ama onunla konuşan olmadı. Delikanlı donuk bir şekilde esrarengiz güldü ve kapattı.

      Feyrüze Hesenovna, sersemletilmiş balık gibi sendeleyip, pencere önünde kaldı. Ne düşüneceğini de bilmiyor. Çalıp giderizmiş. Neyi kastediyor ki bu yabancı ses? Ne yazık ki, Arıslan’ı da evde yok. Ne yapsa, telefonla arasa mı? Şimdi o bulunmaz da. Toplantı var diyorlardı. Kendine bir yer bulamadı Feyrüze Hesenovna. Ne kadar tuhaf bir telefondu bu? Onun yüreğini gittikçe endişe kapladı. İçinden, sadece kocasının çabucak dönmesini diledi. Yoksa, bir arkadaşını mı arayıp sorsa? Polise söylese mi? Adı çıkarsa? Dahası, Arıslan onaylar mı bu işi? Tek başına, yüz soru. Feyrüze Hesenovna sadece oturmamak gerektiğini, bir şeyler yapmasının gerekli olduğunu iyi biliyor. Ne olursa olsun diyerek o telefona yöneldi ama yine telefon çaldı. Korkarak ahizeyi kaldırdı ev sahibi.

      – Evet, Arınbasarovlar dinliyor.

      Telefonun diğer ucunda heyecanlı bir erkek sesi:

      – Merhaba, Feyrüze Hesenovna! – diye bağırdı. – Kutluyoruz, canı gönülden! Zaferle. Şimdilik küçük zaferle, büyüğü, daha sonra.

      – Ne zaferi, niçin kutluyorsunuz? – Feyrüze Hesenovna hiçbir şey anlamadı. Çok geçmeden de, erkekten ahizeyi bir kadın çekip aldı. Öncekinden de telaşlı bir sesle devam etti bu:

      – Merhaba, yenge siz misiniz? Mücadele edip yendik, yenge! Biz de düşenlerden değiliz yani.

      – Yendiniz mi, ne? – diye sordu ev sahibi, şaşkın bir hâlde. Diğeri daha da heyecanlı konuştu.

      – Yenmemek de ne, aksi mümkün değildi. Geri çekilmeye yer yok, arkada Moskova. Parti Komitesi de onu savunuyor, o STK Başkanı, adam müsveddesi, zıplayıp duruyor, sendikaya ne ki? Hepsini de yendik.

      – Neyi yendiniz? Kimi?

      – Başhekimin yandaşlarını. E… Arıslan Rehmetulloviç evde mi?

      – Yok, o, hastaneye diye gitmişti sabah…

      – A, toplantıdan çıkalı çok oldu da. Onu Üçüncü Şehir Hastanesine çağırtmışlardı. Bir şey mi oldu ki? – Ondan sonra sorusunun cevabını beklemedi kadın, haberini bitirmek için acele etti. – Biz Arıslan Rehmetulloviç’i çok seviyoruz, bizim öğretmenimizdir o! Onun gibi insanlar klinikte yok. İşte bunun için Arıslan Rehmetulloviç’i çoğunluğun oyu ile Yüksek Şûra’ya halk milletvekilliğine aday olarak gösterdik. Kazandı. Bizim tebriklerimizi ulaştırınız. Kadın nazikçe vedalaştı ve ahizeyi kapattı.

      Bu yenilik Feyrüze Hesenovna’yı şaşkına çevirdi. Onun Arıslan’ı mı, şimdi halk milletvekili olacak yani, tam bir bilim adamı, tiyatroya bile gitmek için vaktine acır o. Konferanslar, ameliyatlar, deneyler… Onun evde olduğu da nadirdir. Ama şimdi, halk milletvekilliğine aday. Nedense bu yenilik Feyrüze Hesenovna’nın içine sığmadı. Ayrıca, kocası için duyduğu gurur gönlünün bir tarafını ısıttı.

      Daha sonra ne yapacağını bilemeden Feyrüze Hesenovna dairesini toparlamaya başladı. Salondaki iri çiçekli kilimi elektrik süpürgesi ile temizledi, pencereleri sildi. Saat dört oldu, dördü geçti, Gülşan yok. Arıslan da yok. Böyle zor bir durumda o tek başına hiç kalmamıştı. Arkadaşlarında kalıp enstitüye derse gitse bile şimdiye çoktan geri dönmesi gerekti. Boşuna değil bu. Gülşan’a bir şey oldu. Yok böyle oturmak olmaz. Arıslan’ı bulmak gerek. Yetti, yalnız başına kahrolmalar.

      Emin adımlarla telefona geldi, ama bu kez kapının zili çaldı. Rahat bir nefes aldı, koşarak açtı. Ama orada dokuz on yaşlarında saçlarını iyice kazıtmış olan, tanımadığı bir çocuk görünce şaşırdı.

      – Kimi arıyorsun, oğlum? – dedi Feyrüze Hesenovna. Çocuk cevap yerine, garip bir şekilde gülümseyip, zarf uzattı ve dondurmasını ağzını şapırdatarak yalaya yalaya merdivenden inip gitti. Feyrüze zarfın dışındaki kargacık burgacık harfleri görünce, onun ardından çıktı.

      – Hey, çocuk, lütfen dur, kim verdi bu mektubu?

      Kel durdu, korkmadan:

      – Veren kişi hileli oldu, uçtu gözden kayboldu! – diye nükteli konuştu, o, dilini uzunca çıkarıp dondurmasını yaladı.

      – Niye dondurma için para mı verdi yani? – diye sordu Feyrüze Hesenovna.

      – Verdi.

      – Çok mu verdi?

      Çocuk göğsündeki cebi açıp içine göz attı.

      – Şimdi iki dondurma daha alabilirim.

      – Zengin olmuşsun ya. Kimin oğlusun?

      – Annemin.

      – Adı yok mu yani?

      – İşte şimdi unuttum.

      Kel, iş bununla bitti der gibi, paytak paytak yürümeye başladı.

      – Oğlum, mektubu bir erkek mi verdi? Batarken samana tutunmaya çalışan biri gibi, acele ederek, endişeyle sordu. Bu kez çocuk, ablaya üzüldü galiba.

      – Bir delikanlı verdi zarfı, yüzünü hatırlamıyorum, dedi.

      – Yanında bir kız yok muydu?

      – Yok. “Ciguli” de oturan da erkekti. Gittiler.

      Feyrüze Hesenovna acele ederek dairesine çıktı ve titreyen elleri ile zarfı yırtıp açtı. Ortası bükülmüş bir defter sayfasında, sol tarafa toplanmış bir şekilde yazılan iki üç cümleydi: “Kızınız değerli ise on beş bin hazırlayınız. Onun bize nasıl verileceğini akşama doğru arayıp söyleriz. Centilmen gibi davranırsanız, kızınızın saçının tek bir teline bile dokunmayız. Baykuş.” Yazıyı okuyunca, Feyrüze Hesenovna’nın birden gözünün önü karardı. Gücü tükendi, havasız kalır gibi oldu. Ama yüreği sezmişti, işte doğru çıktı. Sağ salim olsun da yavrucağı, ay ay, görenler var mı ki bu başı!… Baykuşmuş.

      Feyrüze Hesenovna, duvara tutunarak, telefonun yanındaki koltuğa oturdu ve Üçüncü Hastanenin numarasını çevirmeye başladı. Arıslan’ı oraya gitti, demişlerdi.

      Yedinci bölüm, yani tutsaklığa götüren yol

      Gülşan’ı, şehir boyunca uzun uzun dolaştırdılar. Önce çok tartıştı, tırmaladı, gücü yetmedi, ağladı, ondan sonra yalvarmaya geçti.

      Ama iki tarafında da oturan azman gibi adamlar onun hareket etmesine izin vermedi. Onun gözlerinin önünden bir dakika bile yerde yatan İlğuca’sı gitmedi. Ne oldu ki? Tekerlerin altında kaldı galiba… Allah’ım sağlıklıysa tamamdı… E.. öldüyse? Onun tüm vücudu bir yandı bir soğudu. Ağlamaklı oldu, durdu durdu. Gözlerinden gayriihtiyari yaş aktı. Bunu gören Vadik ile peltek, birbirlerine bakıp gülümsedi.

      – Ne yani, madonna, delikanlını mı özledin de ağlıyorsun? – diye sırıttı Vadik denileni. Bak, hayvan, bir de “madonna” diye isim takıyor. Onun yüzüne bakılmaz, iğrenç, ağzından bira fıçısından geliyor gibi, haşerat bir koku yayıyor. Saçları bahçedeki korkuluk gibi dağılıp alnına yapışmış. Gülşan sadece bir saniye bakışlarını ona yöneltti ve onun yüzünde uzun bir yara izi olduğunu fark etti. Dudağını öne çıkartıp yalanıyor, haşerat! Bu adama Gülşan’ın sağ tarafında oturan peltek de katıldı:

      – Böyle iyi delikanlılay a-asında üzülüp otu-mak kızla-a yakışan biy iş değil!

      Kırık